United Geri Döndü

                                    

Uzun suredir beklenen sonunda oldu. Jose Mourinho’nun ve United taraftarının dileği 3 yıl gecikmeli olarak gerçekleşti. Felipe Melo, Gennaro Gattuso gibi kendi tarafında olunca bayıldığın, rakipte olunca boğazını sıkıp sadistçe öldürmek istediğin futbol figürlerinin teknik direktör versiyonu, İngiltere’nin en büyük kulübünün başına geçecek. United taraftarının her zaman gizliden gizliye kıskandığı ve istediği Jose, kariyeri boyunca belki de ilk kez bir takıntı, bir amaç için değil, yalnızca çok istediği için bir takıma gidiyor. Çok farklı tepkiler alsa da, benim gibi United taraftarının büyük bir bölümuü, 2013 yılından beri bu kadar heyecanlı olmamıştı. Ve bence birbirine çok yakışacak bu iki figür için, bundan daha iyi bir zamanlama olamaz.

2013 mayısının sanırım ilk haftasında, bir gece yarısı hiç beklemediğim bir haber okudum. Mark Ogden, Sir Alex’in emekliye ayrılacağını iddia ediyordu. Sir’ün bırakma kararı verdiğinde, bunu sezonun ortasında veya başında değil de, artık ortada bir iddia kalmadığında açıklaması mantıklı gelmişti. Ílginin kendinde olması pek arzulayacağı bir şey değildi. Ama çok ani bir karardı. United taraftarı olmayan biri bunun nasıl bir şok olduğuna dair empati kurabilir. Fakat United taraftarı değilse bunun nasıl büyük bir boşluk yarattığını tam idrak edemez. Sir’ün United’ı farklıydı. 99 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Juventus deplasmanında 2-0’lik geri dönüşten beri taraftarı olduğum United, oyun şekli değişse de hep ayni karakterde takımlar kurdu.  Galactico’lar alınmaz, Galactico’lar yetiştirilirdi. Zidane’lar sürüklemez, sahada kim olursa olsun belli bir düzende top oynardı. Ve mesela Benitez’in Real’i gibi, oyuncular hiçbir zaman birbirinden bihaber gözükmez, kaosa girmezdi. Onun United’ı ölmezdi. United farklı yönetilirdi ve farklı bir aurası vardı. Onun kurduğu takımla başarılı olmak, sevdiğin oyuncunun golüyle kazanılan maç gibiydi.

Sir’ün bırakacağı açıklandığında, ortaya belli isimler atıldı. Klopp, Jose Mourinho, o senenin mart ayında yemek yediği Pep ve David Moyes. Moyes dışında hiçbiri açıkçası olası gelmemişti bana. Klopp henüz 2014-2015 felaketini yaşamamıştı, Pep, City’ye gittiği günden beri daha da açık seçik belli olduğu üzere, bize zaten gelmezmiş. Kendisi için mantıklı kararı alarak Bayern’e gitmişti, Jose’nin Chelsea ile gönül bağı vardı ve Sir ile arası çok iyi olsa da, bizi düşünmezdi (Daha sonra öğrendik ki aslında böyle değilmiş). Moyes’un İskoç olması, Everton’da uzun süre kalmış olması sebebiyle bana en olası aday gibi gelmişti. Nitekim öyle de oldu.

Moyes’a çok sinirlenmiş olsam da Van Gaal kadar kızamıyorum. Kızgınlıktan daha çok sempati duydum genelde. Bence çok iyi bir insan ama bu tek başına United gibi bir devi çalıştırmaya yetmiyor. Moyes United’i çalıştıracak kapasitede bir teknik direktör değildi. Dahası, United’in büyüklüğünün ve aurasının altından kalkabilecek profil değildi. United’in zor olacağını muhtemelen tahmin ediyordu. Haftalar geçtikçe “Lan benim ne işim var ki burada” duruşuyla tahmin ettiğinin ötesinde bir zorlukla karşılaştığını gördü. United’in devliğini tam idrak edemediği, Los Angeles’ta kumsalda kondisyon idmanı ayarlaması ve taraftarların akını sonucu oyuncuların kaçacak delik aradığı günden kovulduğu güne kadar barizdi. City maçından sonra yaptığı “Amacımız City’nin seviyesine çıkmak” açıklaması bunun çok uzun soluklu olmayacağına dair göstergeydi. Fenerbahçe-Galatasaray maçı yerine izlemeyi tercih ettiğim Sir’un, Old Trafford’daki son maçının ardından yaptığı konuşmada, herkese Moyes’un arkasında durmayı öğütlemişti. Sonuçlar ve oynanan futbol bunu imkânsız kıldı. 15 yıllık United’i takip ettiğim dönemde United ilk kez izlenmez hale gelmişti. Ve bu maalesef ilk olarak kalmadı.

Moyes’un başarısız olmasında bunların ciddi katkısı var. Pek dillendirilmeyen şey ise United’in CEO’su David Gill’in, Sir ile aynı zamanda United’dan ayrılmasıydı. United’in son 3 senede Türkiye’deki üç büyükler gibi yönetilmesinde bunun ciddi payı var. Yerine gecen Ed Woodward, bir suredir Gill’in yardımcılığını yapıyordu, United’ı United yapan değerlere tutunmaktan ziyade, United’ı Real Madrid değerlerine yaklaştıran bir yönetici olmayı seçti. 2013 yazında yapamadığı transferlerle Moyes’un kaderiyle fena şekilde oynadı. Herrera’nın transferi için kendini Athletic Bilbao’nun yöneticileri olarak tanıtan kim olduğu belirsiz adamlarla görüştü, Fabregas’a komik rakamlar teklif etti ve tabii ki alamadı; en kötüsü Ronaldo, Bale gibi gerçek dışı hedeflerin peşinden koştu. Woodward daha sonra bunun acısıyla mi artık bilmiyorum, malum oyunculara değerlerinin çok üzerinde paralar verdi. United’ın son 3 seneki kötü gidişinde payı çok büyük.

Moyes ayrıldıktan sonraki yaz, açıkçası United'a uygun pek antrenör yoktu. Louis Van Gaal'den başka kimseyle görüştüğümüzü hatırlamıyorum. Hollanda'nın underdog olarak girdiği kupada, Van Gaal'in de oyuna direkt müdahaleleriyle çok başarılı olması, beni bayağı gaza getirmişti. United tarihinde, belli bir dönem için en büyük harcama yapıldı. Onun şanssızlığı ise, harcanan bu paralara rağmen, Vidal ya da istediği stoperlerin alınmaması oldu. Yine de United'ın en azından iyi futbol oynayıp ilk 4'e girmesini bekliyordum. İlk 4'e girdik. Oynanan futbol ise genelde vasat, bazen sıkıcı, arta kalan zamanda ise güzeldi. Dananın kuyruğu ise ikinci sezonda koptu. Burada Van Gaal'e ne kadar saydıracak olsam dahi, onun istediği yaratıcı oyuncuların alınamadığını, ve bu yüzden kabız gibi futbolda bunun da etkisi olduğunu ilk önce itiraf etmem lazım. Ha, Di Maria'yı küstürmese zaten böyle bir sıkıntıyı yaşamayacak olacağımız gerçeği de var. Hadi onu affedelim, bu sezon oynanan topun hiçbir şekilde bahanesi olamaz. Oyuncular ne yaptıklarının farkında değildi. Vücut dillerinden "Ya biz ne yapıyoruz" ifadesini okumak zor olmuyordu. Bütün bunlar olurken Old Trafford "Atak, Atak, Atak" tezahüratları ile inlerken, takımın aslında çok iyi oynadığını, çok iyi bir iş yaptığını falan iddia edebilen, narsist bir adam Van Gaal. Kontrol manyağı olması, oyuncularının potansiyellerinin çok altında kalmasına sebep oluyordu. Thierry Henry, Pep'in Barça'sını anlatırken, Pep'in "Benim görevim, sizi hücum bölgesine taşımak, gerisini siz halledin" dediğinden bahsetmişti. Van Gaal ise, forvetlerin tek vuruş yapmamasını isteyecek kadar dengesiz bir adam. Hala sağa-sola yapılan gereksiz pasları düşündükçe, dişlerimi sökesim gelir. Eskiden en yakın dostumuz olan son dakikalarda, artık Old Trafford boşalır hale gelmişti. Kendini beğenmek veya narsist olmak, sporda görülmedik şeyler değil. Van Gaal, sonuçlarla veya sahadaki futbolla narsistliğinin arkasında durabilse, çok dert değildi. İşin açığı, Van Gaal döneminde işlerin kötüye gidebileceğini ve bunların bazılarını yaşayabileceğimizi biliyorduk. Sadece bu kadar ileri gidebileceğini bilmiyorduk. 

Pazartesi akşamı neyse ki Van Gaal donemi bitti. Yerine Jose geliyor. Yavaş yavaş ortaya çıkıyor ki, şayet 2013’te Sir istese, bu iş 3 sene öncesinde olurmuş. Aslında Jose-United yakıştırmaları yeni değil. Buna dair geçmişte, özellikle de Chelsea’den ilk ayrıldığı dönemde, çok bulgu var. 2009’daki Inter eşleşmesi öncesi MUTV’deki röportajında sorulmuştu mesela. Veya Cüneyt Çakır’ın katlettiği (kırmızı falan değildiL ) Real Madrid eşleşmesinden sonraki sözlerinde hafiften de yavşamıştı açıkçası. Ne kadar doğru bilemiyorum ama, Moyes’un varis olduğu açıklandığında ağladığı söyleniyor. Emin olun ki Chelsea’den ilk ayrıldığı günden sonraki herhangi bir gün, Sir’un bırakacağı açıklansa, United taraftarının isteyeceği kişi o olurdu. İmzayı attıktan sonra söyledikleri, Jose’nin United’a hep bir bağı olduğuna dair ipuçları veriyor zaten. 2013’te taraftarlar arasında temayül yapılsa, eminim Jose’nin ismi ilk sırada çıkardı. Buna rağmen United’in Mourinho’yu 2013’te varis yapmamasının altında yatan bazı hesaplar var.

United yönetimi, futbola ticari ve saf futbol yönünde bakan iki parçaya bolunmuş durumda. Ticari tarafın başını Woodward ve kulübün sahibi Glazer’lar, diğer tarafın başını ise Sir, Bobby Charlton ve Sir’le sürekli iletişimde olan 92 sınıfı geliyor. Ticari taraf açısından Jose mükemmel olsa da, futbol tarafında Jose’ye ciddi kuşkuyla bakıldığı söyleniyor. Charlton’in neden Moyes’un seçildiğini anlatan yazısını okuduğunuzda bu kuşkulara dair ipuçları yakalayabilirsiniz. Ve bunlar da zaten herkesin bildiği şeyler. Jose bir kulüpte fazla uzun kalamıyor, hücum oynatmıyor, çok fazla düşman ediniyor ve hatta sınırı çok aşıyor. Ben bunlara katılsam da, bazılarının abartıldığını, bazılarının yanlış yorumlandığını, bazılarının da haklı olduğunu düşünüyorum.

Birincisi, evet, bir kulüpte henüz 3 seneyi geçtiğine şahit olmadık. 
- Porto’yla başlayalım: Şampiyonlar Ligi zaferi sonrası kim olsa ayrılırdı. 
- Chelsea’deki ilk döneminde istemediği oyuncuların alınması, istediği (kalitede) oyuncuların alınmaması (yumurta-omlet metaforuyla bunu anlattığı başın toplantısını da izleyebilirsiniz) ve sonunda da Abramovich’in işine karışmasıyla çalışamaz hale geldi ve bıraktı. Suçları illa ki vardır, tek suçlu kesinlikle değildi. 
- Inter’e Şampiyonlar Ligi kazanmak için gitti. Kazanabileceği her şeyi kazandı ve ayrıldı. Hemen sonrasında Barça’yı tahtından indirmek için Real’e gitti. 
- Real’den ayrılışı, Barcelona ile yaşadıkları dolayısıyla çok kötü gözüktü. Kötüydü de zaten. Oyuncuların, yönetimin ve belli oranda taraftarın desteğini kaybetti. İlla ki sucu var ama Madrid’e birinci sırada istediği Barça’yı tahtından indirmeyi en azından o şampiyonluğu alarak verdi. Burada, Barça’nın 4 senelik başarı zinciri sonucu doymuşluğunun etkisi vardır. Bu yine de tarihin en iyi takımını tahtından eden Jose’nin başarısından pek bir şey götürmez. 
- Son olarak ise Chelsea’den çok çok çirkin bir şekilde ayrıldı. Oyuncuları ihanet etti, kondisyoner ile tartıştı vs. Suçlu Jose’dir. United’da ise ben bu sorunları yasayacağını düşünmüyorum. Chelsea, City gibi “sonradan görme” takımlarda bir şekilde bu sorunlar çıkabiliyor. United’ın ne olursa olsun, deforme olsa dahi oturmuş bir kültürü var. United’da olmak istemeyen oyuncu, Ronaldo dahi olsa yollanır. Ve United’da menajerin dediğine oyuncular biat etmek zorundadır. Bu sezon United yerine başka bir kulüp olsa, oyuncular çoktan Van Gaal’i satmıştı (Aslında sattılar da. Kovulacağı artık kesinleşince, ne var ne yok hepsini basına anlattılar. Başta da Rooney. Ama bu tam sayılmaz). İşin özeti, evet 3 seneyi aşamayan bir kalıp var. Bunun tek sorumlusu ise Jose değil. Ve Jose kaynaklı olmayan sorunlar, United’da pek sorun olacak gibi değil.

Ben futbolun taktiğine detayına çok hakim biri değilim öncelikle. Lakin “Jose hücum oynatmıyor” cümlesinin veya felsefesi yok cümlesinin gereksiz bir klişe olduğunu anlayacak kadar futbol izledim. Jose’nin vitrine çıktığı dönemde Barcelona modeli çok başarılı olduğu için abartılıyor bence bu. Bu sene verdiği bir röportajda şöyle diyor Jose: “Futbol felsefem ne diye soruyorlar, anlamıyorum. Felsefeniz ve oyun tarzınız elinizdeki oyunculara göre şekillenir." 
Topa sürekli sahip olarak hücum oynamak, eğer hakkını verip van Gaal gibi oynatmıyorsanız çok estetik bir oyun tarzı. Fakat tek tarz değil. 2006-2007 United, Jose’nin Inter’i, Simeone’nin Atletico’su, Heynckes’in Bayern’i tiki taka oynamayan ama izlemesi çok zevkli takımlardı. United, oyun planı ne olursa olsun, kontra atağı kesinlikle çok iyi yapan bir takımdı hep. Oyun planının bu olduğu ve bu şekilde ligi götürdüğü (2006-2007) dönemler de oldu. Jose’nin genlerinde de bu var. Pas veya topa sahip olma oyununu ise belli dönemlerde farklı takımlarında çok iyi oynattığı oldu. Chelsea’deki ikinci sezonu gibi. Veya Madrid’deki ikinci sezonu gibi. Birçok Real Madrid’li, Jose’nin ikinci sezonundaki takımının izlemesi çok zevkli bir takım olduğunu soyluyor zaten. Jose’nin Avrupa’da bazı maçlarda defansif oynadığı doğrudur, Ama son dönemlerde kimin yok ki? United’in son CL aldığındaki Barça eşleşmesini izleyin, pek hücumcu demezsiniz. Veya en son CL finaline çıktığı sene Chelsea maçlarını izleyin, yine hücumla alınmış seriler değil. Bu Avrupa’da belli dönemlerde kullanmanız gereken bir şey ve benim kazandığımız sürece bunla pek derdim olmaz.

Son olarak ise düşman edindiği ve çizmeyi aştığı konusu var. Bunlara itiraz etmek mümkün değil. United’in ise Jose’yi yaklaşık 6 aydır “süründürmesi” bunu törpüleyebilir. Jose bundan önceki tüm takımlarına bir amaç, bir hırs için gitti. Kariyerinde ilk kez belki de sadece istediği için bir kulübe gidiyor. Buraya daha önce gelememesinin sebebini biliyor. Dahası henüz çok kotu bir ayrılıktan çıktı. Jose’nin bu aşırı yönlerini törpüleyeceğini düşünüyorum. Bunlardan tamamen kurtulabilir mi? Bence hayır. Ama kurtulmasın da zaten. Jose’yi kendini beğenmiş, taşkın diye istemezken Van Gaal’e 8 ay sabredersen tutarsız olursun. Üstelik Sir de pek masum işler yapmazdı. Ve benim onu çok sevme sebeplerimden biri de buydu. Sir, United’in hakkini savunurdu. Ronaldo konusunda Ramon Calderon’a dediklerine bir bakarsanız, pek dost sohbetinde söylenecek şeyler olmadığını görürsünüz. Burada en merak edilen Pep ile olan rekabeti olacak tabii ki. Dev yanılabilme ihtimalime rağmen ben bu sefer ciddi bir çekişme beklemiyorum. Madrid-Barça zamanında esas düşmanı Barça’ydı. Şimdi kendisine "Tercüman" diye bağıracak bir topluluk yok. Ama dediğim gibi, büyük yanılma ihtimalim var.

United’in Sir’le kurduğu bu bağı bir başkasıyla kurması imkânsız. Futbol çok değişti. Bu kadar değişmemişken bile bir teknik direktörün 26 sene aynı takımda kalması çok uç bir örnekti. Jose-United ise sanılandan uzun sürecek bir beraberlik olacak bence. Jose, gittiği her kulüpte taraftarla mükemmel bağ kuran bir menajer. United taraftarı ise her şeyden önce, Sir Alex gittiğinden beri, peşinden gidebileceği, arkasında durabileceği bir menajer arıyor. Jose bu kalıba tam uyuyor. Bayern Münih finalinden sonra tribünlerin önüne gittiğinde ağlayanları, Madrid kariyeri bir faciaya doğru giderken dahi tribünden gelen Jose Mourinho tezahüratlarını veya henüz 6 ay önce kovulduğundan hemen sonraki maçta tribünlerin inlemesini hatırlayın. Bu, sıradan bir teknik direktörün kurabileceği bağ değil. United taraftarının evrilmek istemediği Galacticos modeli için de biçilmiş kaftan. Jose’nin kariyerine baktığımda aldığı en yüksek profilli oyuncu belki de Sneijder. Drogba, Özil, gibi oyuncular büyük birer yıldıza evrildi, Jose onları almadan önce süperstar değillerdi (Burada kendi isteği dışında alınan Shevchenko’yu saymadım, çünkü adı üstünde, kendi isteğiyle olmadı). Çalıştığı bazı oyuncuların kendine olan bağlılığını ve hayranlığını  da göz önünde bulundurmamız gerek. Sneijder, Ibra, Özil, Eto’o, Drogba, Lampard, egosu yüksek ve idare etmesi belki de kolay oyuncular değil. Ben Jose’nin insani yönünün de, karanlık yüzünün de çok uçlarda olduğu için, karanlık yüzüne dair yaşanan vakaları, diğerine oranla daha sık hatırlama eğiliminde olduğumuzu düşünüyorum. Aynısı futbol tarafı için de geçerli. Çoğu kişi 2010 Şampiyonlar Ligi zaferini, Barca deplasmanındaki oyunla hatırlıyor. Ondan hemen bir hafta önceki bam bam futbolu unutuyor. On kişi kalmış Inter’in, tarihin belki de en iyi takımına deplasmanda ne yapmasını bekliyordunuz ki?

United’in şu an üzerine takım kurabileceği, aslında bayağı genç ve iyi olabilecek bir çekirdeği var. De Gea, Smalling, Shaw, Martial, Schneiderlin, Rashford, Pereira ciddi potansiyelli, Fosu-Mensah, Darmian, Varela, Lingard işe yarayabilecek oyuncular. 2006-2007 sezonu öncesi çekirdek gibi olmasa da, doğru transferlerle çok iyi olabilecek bir kadro bu. Ve Jose’nin üstünde ilk kez gençleri oynatma isteği olduğu içinse, bu sefer kendine dair bazı yargıları kırabilir.




Jose Mourinho’yla Manchester United bence İngilizlerin “Perfect match” dediği mükemmel birliktelik olacak. United son 3 seneki çirkin tabloyu, Jose ise kendine dair olan kuşkuları bu süreçte silebilir. Zaten burada da uzun soluklu olmazsa, pek bir seçeneği kalmıyor. 13 sene önce, kendini dünya vitrinine çıkaran koşuyu yaptığı stada, arkasına geçmek için can atan 52.000 kişinin desteğiyle çıkacak. Jose, bugün söylediği gibi, bizim menajerimiz olmak için can atıyor. United geri döndü. Ve ben, uzun suredir bu kadar heyecanlanmamıştım.

NBA Takımlarının İsimlerinin Kökenleri - 4

PHILADELPHIA 76ERS


Syracuse Nationals, 1963 yılında Philadelphia'ya taşındı ve ismi, 1776'da bu şehirde ilan edilen Bağımsızlık Bildirgesi'ne bir gönderme olarak, 76ers olarak değiştirildi.

PHOENIX SUNS


(Sadece 28 yaşındaki) Genel menajer Jerry Colangelo, 1968 yılında, bir takıma-isim-ver yarışması düzenleyerek, yeni kurulacak kulüp için bir isim arıyordu. Colangelo, Scorpions, Rattlers ve Thunderbirds'ü de içeren 28.000 oyun arasından Suns'ı seçti. Aralarında White Wing Doves, Sun Lovers, Poobahs, Dudes ve Cactus Giants'ın da olduğu isimleri öneren bir taraftar, yarışmadan 1000 dolar ve sezonluk kombine kazandı.

PORTLAND TRAIL BLAZERS


Portland, 1970 yılında yeni bir takım olarak NBA'e kabul edildi ve, yetkililer bir takıma-isim-ver yarışması düzenleneceğini açıkladı. 10.000'den fazla oyun sonucunda, Pioneers en ilgi toplayan oldu, ama Lewis&Clark Üniversitesi bu ismi halihazırda kullanıyor olduğu için, devre dışı kaldı. Diğer popüler aday ise, tasarımıyla karşı karşıya (beşer oyuncudan) iki takımı sembolize eden logoya sahip Trail Blazers'tı.

SACRAMENTO KINGS


Kings'in kökleri, NBL ekiplerinden Rochester Royals'a kadar uzanıyor. Takım 1957'de Cincinnati'ye taşındıktan sonra ismi aynı kaldı ve 1972'de şehir değişip, bir takıma-isim-ver yarışması sonucunda (beyzbol takımının da ismi Royals olduğu için) Kansas City-Omaha Kings'e dönüşene dek öyle devam etti. 1985'te California'ya geçtikleri zaman da bu isim sabit kaldı.

SAN ANTONIO SPURS


Bir grup San Antonio'lu yatırımcı, 1973 yılında Dallas Chaparrals'ı satın aldı ve derhal ismini San Antonio Gunslingers'a dönüştürdü. Gunslingers daha yeni evindeki ilk maçına çıkmadan, ismi Spurs'e çevrildi. Bazı hesaplar, bir takıma-isim-ver yarışması sonucunda bu ismin seçildiğini belirtir. Takımın ana yatırımcılarından biri olan Red McCombs'ın Texas'ın Spur şehrinde doğması, sadece bir tesadüf olabilir tabii.

TORONTO RAPTORS


Kanada'da yeni kurulacak olan takımın sahipleri, 1994 yılında, ülke çapında bir pazar araştırması yaptılar ve yetkililere yardımcı olacak, potansiyel isimler belirlemelerini sağlayacak kapsamlı bir oylama gerçekleştirdiler. Ve nihayet, o günlerin Jurassic Park furyasının da yardımıyla Raptors, Bobcats ve Dragons'ın önünde seçildi.

UTAH JAZZ


Hayır; Utah, Jazz müziği ile bilinen bir yer değil. Takım, 1974 yılında New Orleans'ta ortaya çıkmıştı, ve kulüp yetkilileri, 1979'da Salt Lake City'ye taşınıldığı zaman da bu ismi korumaya karar verdi. Jazz ismi, esasen bir takıma-isim-ver yarışması ile, yedi finalistin önünde seçilmişti: Dukes, Crescents, Pilots, Cajuns, Blues, Deltas ve Knights.
Deltas, Salt Lake City için uygun gayet uygunken (aynı isimdeki havayolu şirketinin burada merkezi bulunuyordu); Cajuns, Jazz için en kötü eşleşme olabilirdi.  

WASHINGTON WIZARDS


1990'ların başında, Washington Bullets'ın sahibi Abe Pollin'in başı, takımın ismi ve silahlar ile dertteydi. Aynı zamanda Pollin'in de arkadaşı olan, İsrail başbakanı İshak Rabin'in suikaste uğramasının ardından Pollin, harekete geçti ve takıın ismini değiştirme planları içinde olduğunu duyurdu (Ki Dan Steinberg'in bu konuda detaylı, Rabin'in ölümünün isim değişimine etkisi hakkında soru işaretleri olduğunu belirten bir yazısı bulunmaktadır).

Bir takıma-isim-ver yarışması düzenlendi ve taraftarlar, Wizards, Dragons, Express, Stallions ve Sea-Dogs'dan oluşan bir grup ismi oyladı. 1997-1998 sezonun öncesinde, kazanan ismin Wizards olduğunun açıklanmasının üzerinden çok geçmeden, bölgenin NAACP yetkilisi, ismin Ku Klux Klan çağrışımları taşıdığından şikayet etti. Kulübün önceki isimleri arasında, Packers ve Zephyrs de vardı.

NBA Takımlarının İsimlerinin Kökenleri - 3

MINNESOTA TIMBERWOLVES



Minnesota'da kurulması muhtemel takım için, 1986 yılında bir takıma-isim-ver yarışması açıldı. Eyaletteki 842 şehir konseyinden 333'ünün oyunu alan Timberwolves ismi, final oylamasında da "Polars"ı 2-1 yendi. Timberwolves ismini ilk öneren taraftarlardan biri olan Tim Hope, All-Star maçına gitmeye hak kazandı. Pope toplamda 10 isim önermişti, bunlardan biri de Gun Flints'ti. "İki parçalı bir ismin kazanacağını düşünmüştüm" demişti bir muhabire. Yarışmada en çok oy alan isim "Blizzard" idi; ama takım, eyalete daha uygun bir ismi tercih ediyordu. Bir takım yetkilisi şunları söylüyordu: "Minnesota, ülkedeki bütün eyaletler içinde, başıboş kurt sürüleri görebileceğiniz tek yer."

NEW JERSEY NETS



New Jersey Americans, 1967'de ABA'e katıldı ve sonraki sezon New York'a taşındı. Takımın ismi, şehirdeki diğer takımlar olan Jets ve Mets'e uyum sağlaması amacıyla New York Mets'e dönüştürüldü. 1977-1978 sezonundan önce, takım New Jersey'e geri döndü, ama ismi korudu. 1994'de pazarlama açısından daha olumlu bir tablo sergilemek adına, isimlerini Swamp Dragons veya Fire Dragons olarak değiştirmeyi düşündükleri söylendi, ama bu gerçekleşmedi.

NEW ORLEANS PELICANS



Tom Benson'ın 2012'de takımı satın almasının ardından, ismin değiştirileceği açıklandı. Marc Spears'a göre, "Krewe ve Brass isimleri üzerinde konuşuldu," ama --Louisiana'nın simgesi olan-- Pelicans'ta karar kılındı.

NEW YORK KNICKS



"Knickerbocker" ifadesiyle, 1600'lerde Yeni Dünya'ya yerleşen Hollandalı göçmenlerin giydiği, diz altında sıvanmış pantolonlara atıfta bulunulur. Bu göçmenlerin çoğu, Baba Knickerbocker'ın önemli bir sembolü olduğu New York ya da çevresine yerleştiler. 1845'te, ilk organize beyzbol takımı kurulduğunda, ismi Knickerbocker Nine'dı; ve bu isim, 1946'da New York, BAA'ya bir takım verdiğinde, yeniden anımsandı. Takımın kurucusu Ned Irish, kararını Knickerbockers yönünde kullandı.

OKLAHOMA CITY THUNDER



Seattle SuperSonics 2007-2008 sezonunda Oklahoma City'ye taşındığında, taraftarlar ortaya 64 farklı isim attılar. Thunder ismi, Renegades, Twisters ve Barons'ın önünde seçildi ve olumlu tepkiler aldı. Yeni isim açıklandıktan sonra, takım ürünleri satış rekorları kırdı. Başkan Clay Thompson, muhabirlere "Gök gürültüsü imajı ve düşüncesiyle, ve de Thunder'ın saha içi deneyimiyle ilgili her tür eşya vardı" diyordu muhabirlere. SuperSonics ismi, SuperSonic Transport adındaki uçaktan geliyordu. Uçağı üreten Boeing firmasının Seattle'da büyük bir fabrikası bulunmaktaydı.

ORLANDO MAGIC




Orlando Sentinel, şehrin yeni kurulacak ekibi için takıma-isim-ver yarışması düzenlediğinde, Challengers --ki bu, 1986 yılındaki uzay mekiği kazasına bir atıftı-- en popüler aday olmuştu. Diğer öneriler arasında Floridians, Juice, Orbits, Astronauts, Aquamen ve Sentinels vardı; ama takım yetkililerini de içeren jüri, bütün isimleri gözden geçirdi ve Magic'te karar kılındı. İsim, aşikar şekilde, turizm zengini şehrin bir numaralı markası olan Disney World'e selam çakıyordu.

Crop


Finalin pek dikkat çekmeyen bir yönü: Hadi Sevilla zaten üst üste 3. kez aldı. İlkinde Warrior giyiyorlardı, sonraki ikisi New Balance ile geldi. Ama bu kez karşıda da New Balance giyen bir takım vardı.

Şampiyonlar Ligi, zaten bırakın New Balance ve benzerleri, Adidas-Nike haricine zor gidiyor, ama Ue-- Pardon, Avrupa Ligi de olsa, bu son dönemin "nevzuhur" markalarından birinin, finalde karşılıklı görünmesi, fazlasıyla mühim ve kritik.

Lan o değil de, Sevilla bu sene göğüs reklamsız aldı kupayı ha.

NBA Takımlarının İsimlerinin Kökenleri - 2

(Yazının orijinali için tık.)

GOLDEN STATE WARRIORS


Philadelphia Warriors, 1946-1947'da oynanan BAA'nın açılış sezonunda şampiyonluğa ulaştı. Warriors, 1961-1962 sezonunun ardından San Francisco'ya taşındı ve ismi aynı kaldı. Takım, Oakland'a taşınınca da, adı Golden State Warriors'a dönüştü.

HOUSTON ROCKETS


Houston Rockets, esasen San Diego'da kurulmuştu. Rockets ismi, bir takıma-isim-ver yarışması vesilesiyle seçildi, ve oranın "Hareketli Şehir" temasına uygundu. Aynı zamanda, likit yakıtla üretilen Atlas füzeleri de, San Diego'da üretiliyordu. Takım 1971'de Houston'a taşınınca, NASA'ya evsahipliği yapan bir yerde bu ismi korumak mantıklı geldi.

INDIANA PACERS



Michael Leo Donovan'ın takım isimleri üstüne yazılan kitabı, Yankees'den Fighting Irish'e: Takımınızın İsmi Nasıl Oluştu'ya göre, Pacers ismi, 1967'de avukat Richard Tinkham'ın da aralarında bulunduğu ilk yatırımcıları tarafından seçildi. Bu isim, Indiana'nın zengin binicilik ve otomobil sporları tarihine atfen konulmuştu. "Pacing" (rahvan gitmek), Indianapolis 500 yarışlarında en önde giden "Pace car"ın yaptığına benzer şekilde, binicilikte kullanılan at binme şekillerinden birini anlatıyor.

LOS ANGELES CLIPPERS



Buffalo Braves 1978'de San Diego'ya taşındığında, takım sahipleri, ismi değiştirmek istediler. Ve --19. yüzyılın popüler gemi tiplerinden biri olan-- "Clippers"ta anlaştılar. San Diego, 1970'ler boyunca Conquistadors ve Sails isimli ABA takımlarına evsahipliği yapmıştı. Donald Sterling, 1981-1982 sezonunda Clippers'ı aldı ve, kendi memleketi olan Los Angeles'a taşıdı. Takım, San Diego için bütün anlamını yitirdi, ama Clippers adını korumuş oldu.

LOS ANGELES LAKERS



Los Angeles'ta kaç tane doğal göl bulunuyor? Kısa cevap: 10.000'den az. 1947 sezonundan önce NBA takımı Detroit Gems'i Minneapolis'e taşımaya karar verdiğinde, takımın, yeni evine uygun bir isim taşıması gerektiğini düşündüler. Minnesota için söylenen "Onbingöller Yöresi" yakıştırmasını alıp, Lakers haline getirdiler. Lakers, 1960 sezonundan önce Los Angeles'a taşındığında, takımın köklerinin Minnesota'dan gelmesi sebebiyle, isimleri sabit kaldı.

MEMPHIS GRIZZLIES


1994'de, sonraki sezon için Vancouver'ın lige bir takım sokacağı kararı verildiğinde, takım sahiplerinin, ismin Mounties olmasına ilişkin bir ön fikirleri vardı. Kanada polisi ve taraftarlar bunu pek beğenmediler, böylece yeni bir isim aranmaya başlandı. Bir yerel bir gazete, yetkililerin Ravens yerine, yöreye daha uygun Grizzlies ismini seçmeden önce göz attıkları bir takıma-isim-ver yarışması düzenledi. Takım 2002-2003 sezonundan önce Memphis'e taşındığında, FedEx, takıma Express ismi verilmesi için 120 milyon dolarlık bir teklif sundu, fakat NBA bunu reddetti.

MIAMI HEAT



Ekim 1986'da, yeni takım Miami'nin sahipleri, aralarında Sharks, Tornadoes, Beaches ve Barracudas'ın da bulunduğu 20.000 önerinin arasından, Stephanie Freed'in "Heat" önerisini seçti.

MILWAUKEE BUCKS



Wisconsin'deki avcılık geleneğini hesaba katacak olursak, 1968'deki takıma-isim-ver yarışmasında "Bucks"ın birinci gelmesine şaşıracak bir nokta bulunmuyor. Bir hayvanı düşünecek olursak, taraftarlar daha kötüsünü de seçebilirdi: Seçenekler arasında Skunks (Kokarcalar) da bulunuyordu.

NBA Takımlarının İsimlerinin Kökenleri - 1

(Böyle takım isimlerinin ortaya çıkışlarıyla ilgili toplu bir yazı.)

ATLANTA HAWKS


1948 yılında, --o zamanlar ortaklaşa şekilde Tri-Cities olarak bilinen-- Moline (Illinois) ve Davenport (Iowa) şehirleri, NBA'e bir takım sokmaya karar verdiler. Takımın adı, Chicago'nun hokey takımı gibi, Sauk Kızılderililerinin şefi Kara Şahin'den ("Black Hawk") geliyordu. Takım 1951'de Milwaukee'ye taşındığında, isim kısaltılarak, Hawks yapıldı. Sonraki şehir değiştirmelerde de (St. Louis ve Atlanta), isim aynı tutuldu.

BOSTON CELTICS


Takım sahibi Walter Brown, 1946'da Boston'ın BAA takımı için Whirlwinds, Olympians ve Unicorns yerine Celtics'i seçmeyi tercih etti.  Tanıtım ekibinden birinin "İrlandalı isme sahip hiçbir Boston takımı başarılı olamadı" şeklindeki uyarılara rağmen, Brown, bu ismin sahip olduğu kazanma geleneğini seviyordu: New York Celtics, 1920'lerin en başarılı kulüplerinden biriydi.

CHARLOTTE HORNETS


Charlotte'ın 2004'teki takıma-isim-ver yarışmasındaki üç finalist; Bobcats, Dragons ve Flight idi. Takım sahibi Bob Johnson, BOBcats'i sevmişti, ama ligdeki bazı oyuncular, bundan pek etkilenmiş gözükmüyorlardı: Steve Kerr, gazetecilere "Kulağa bir kız softball takımı ismi geliyor" demişti o dönem. "Bence bu, takımlar için pek fazla iyi isim kalmadığına delalet." Belki de Kerr Haklıydı. Bobcats, 2014'te kulübün ilk kurulduğu şehre geri dönerek, tekrar Charlotte Hornets oldu.

Peki "Hornets" ismi nereden geliyor? 1987'de, George Shinn'in sahibi olduğu grup, Charlotte'ta kurulacak muhtemel takımın isminin "Spirit" olacağını duyurdu. Taraftarlar rahatsızlıklarını belirttiler; ve bu, bazı taraftarların, bağış toplama faaliyetleri için, Charlotte Observer gazetesi tarafından hakkında araştırma yapılan Charlotte merkezli evanjelik tv programı PTL Club ile ortaklık kurmasına engel olamadı.

Shinn, bir takıma-isim-ver yarışması düzenlemeye karar verdi ve altı seçenek sundu. Gelen 9000 oyun sonucunda Hornets ismi, ezici bir üstünlükle, Knights, Cougar, Spirit, Crowns ve Stars isimlerini geride bırakarak seçildi. Sonrasında, Shinn, seçilen ismin bazı tarihî atıflar da içerdiğinden söz etti: Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında bir İngiliz komutanın, bölgeden "bir eşek arısı yuvası" olarak bahsetmişti.


CHICAGO BULLS


Chicago Bulls Ansiklopedisi'ne göre, takım sahibi Richard Klein, 1966'da yeni takım için isim arıyordu ve Chicago'nun, dünyanın et başkenti olduğunu anlatan bir isim istiyordu. Oğlu, "Baba, bunlar bir sürü boğa!" diye haykırdığında Klein, Matadors ve Toreadors isimlerini düşünüyordu. Gerisi --biraz şüpheli de olsa-- tarih.

CLEVELAND CAVALIERS


Taraftarlar 1970'de Cleveland Plain-Dealer'ın yaptığı anket sonucunda Cavaliers ismini seçti Diğer finalistler arasında, Jays, Foresters, Towers ve Presidents vardı. The Presidents ismi muhtemelen, o güne kadarki Amerikan başkanlarından yedi tanesinin Ohio'da doğmuş olmasına bir göndermeydi. Yarışmada Cavaliers ismini öneren Jerry Tomko, şöyle yazmıştı: "Cavaliers ismi, bir grup korkusuz, cesur, asla vazgeçmeyen, ne olursa olsun geri adım atmayan bir grup adamı temsil ediyor."

DALLAS MAVERICKS


Dallas'taki bir radyo istasyonu, bir takıma-isim-ver yarışması düzenledi ve finalistleri, en sonunda Mavericks ismini Wranglers ve Express'in önünde seçecek olan  takım sahibi Donald Carter'a yolladı. Mavericks ismini öneren 41 taraftar, sezon açılışı için bir çift biletle ödüllendirildi, ve aralarından biri olan Carla Springer, sezonluk kombine için yapılan çekilişi kazandı. Bir serbest yazar olan Springer, Mavericks ismi için "bağımsızlığı ve Dallas halkının gösterişli tarzını temsil ediyor" diyordu. Bu kesinlikle takımın şu andaki sahibi Mark Cuban için de çok yerinde bir tanımlama. 

DENVER NUGGETS



Denver'ın ABA takımı esasen Rockets olarak biliniyordu. Takım 1974'de NBA'e geçmek için hazırlanırken,  yeni bir isme ihtiyaç duydu, ki Rockets ismi zaten Houston tarafından kullanılıyordu. Nuggets ismi, şehrin madencilik geleneğine ve 1850'lerin sonundaki Altına Hücum akımına bir gönderme olarak, bir takıma-isim-ver yarışması sonucunda seçildi.


DETROIT PISTONS


Pistons'ın izlerini, Fort Wayne, Indiana'ya, Zollner Pistons olarak bilindikleri yere kadar takip edebiliyoruz. Bir "Zollner Piston" nedir? O zamanki takım sahibi Fred Zollner tarafından üretilen, işinin ardından takıma da ismini veren bir piston. Takım 1957'de Detroit'e taşınınca, Zollner kendi ismini geri çekti, fakat Pistons adı sabit kaldı. Bu isim, "Motor City" lakabına cuk oturuyordu. 


Nerden Nereye 202





Ek olarak da şu.

Ad


Her sene en az bir tane böyle "pişti" olacak ya. Bu seviyede iki takımda gerçekleşmesi de, artık "talihsizlik" diyelim. Bir de karşılaşırlarsa sezon içinde, tam olur.


Nerden Nereye 201

2015:


2016:


Yıllar Boyunca Kobe Bryant - 5



ALACAKARANLIK YILLARI

-- 2011

Kobe’nin Hakaret Cezası:

Bryant’ın anlık öfke patlamaları ve şeffaf yaklaşımları, her zaman kariyeri adına başlıklar olmuştur, ama Colorado davasından beri yüzleştiği en büyük ihtilaf, 2011’deki bir Spurs maçında kendini küfürle ifade etmesi ve ağzından çıkan anti-gay hakaretlerdi. Bir faul düdüğüne sinirlendikten sonra, sandalyeyi tekmeledi ve hakem Bennie Adams’a doğru “siktiğimin ibnesi” diye bağırdı. Daha kötüsü, bu sözler, ulusal kanal televizyonu tarafından, ağzından çıkarken yakalanmıştı.

NBA Komisyoneri David Stern bu olaya Kobe’ye 100.000 $ ceza keserek ve yeni bir beyan sunarak cevap verdi. “Basketbolun ne kadar duygusal bir oyun olduğunun farkında olsam da, bu kadar tatsız bir olay asla tolere edilmemeli,” dedi Stern ve devam etti “Kobe ve NBA ile ilişkili diğer herkes bilmelidir ki, duyarsız ve aşağılayıcı söylemler kabul edilemez ve bizim topluluğumuzda bunlara yer yoktur.” Bryant, hareketlerini “oyunun sıcaklığıyla yapılmış bir hayal kırıklığı” olarak tanımlasa da eylemci grupların, resmi olarak özür dilemesi gerektiği eleştirileriyle karşı karşıya kaldı.

Bu çileden sonra, zaman içinde Kobe, homofobik dilin karşısında daha proaktif bir vaziyette yer aldı. 2013’te “Birisinin moralini bozmak için ona ‘gay’ demek kabul edilemez” diye tweet attı. Aynı yıl, Magic Johnson’ın homoseksüel oğlundan da destek gördü. “Tahammül edemediğim şey insanların tahammül eksikliğidir” dedi Bryant. Daha sonraki günlerde Jason Collins olayı ortaya çıkacak, ve gay olduğunu resmiyete döken ilk NBA oyuncusuyla ne kadar “gurur” duyduğunu tweet’leyecekti.


-- 2012

Sallanmış Ama Yıkılmamış:

30’lu yaşlarda tam gaz ilerlerken, Jackson, Lakers’tan ikinci kez ayrılıyor, Lebron NBA’in alfa oyuncusu olmayı sahipleniyor ve Bryant’ın yeniden şampiyonluk ihtimalleri yavaşça azalıyordu. Dwight Howard ve Steve Nash’in gelişi, yeni bir şampiyonluk yarışı ihtimalini dürtmek niyetiyleydi, ama o çekirdek, karakter, kimya ve sağlık sorunları sebebiyle başarısızlığa mahkum gözüküyordu. 2012’de Kobe, rekabetçi bir winner olduğu kadar, vücuduna aldığı darbelerle de ün yapmıştı. 

Orlando’daki All-Star maçında, Heat guard’ı Dwyane Wade’den aldığı darbeden sonra burnu kırıldı. Kariyeri boyunca irili ufaklı geçirdiği onlarca sakatlıktan biri olan bu olay, Kobe’yi 11-12 sezonunun belirli bir bölümünde maske takmaya (siyah ve beyaz olmak üzere iki renk) zorladı. Bryant, sakatlık sonrası akıllıca bu acı eşiğini, popülerliğini de kullanarak paraya çevirdi, maskeyi imzalı bir şekilde bir internet sitesinde açık arttırmaya çıkardı ve 67.100 $’a sattı.

Daha sonra, 2012 London Olimpiyat Oyunları’nda Bryant bir kez daha Pau Gasol’ün İspanya’sını devirerek, kariyerinin ikinci Olimpiyat Altın Madalyası’na ulaştı. Londra yolculuğunda Bryant, 2012 Dream Team’in Jordan’ın 1992 Dream Team’ini yeneceği açıklamasını yaptı. Jordan bu fikri “son derece komik” olarak değerlendirdi ve bütün bunların ancak Kobe’nin hayal dünyasında olabileceği imasında bulundu. Bryant ise Jordan hakkında “Benim ne kadar kötü bir piç olduğumu biliyor” dedi: “Kafam güzel değil, yenebileceğimizi biliyorum.”

Bu atışma, tipik Jordan’dan ve tipik Kobe’den, yani CV’leri yüzüklerle ve madalyalarla dolu iki efsane oyuncudan bekleyebileceğiniz türden bir atışmaydı. Jordan hala şampiyonluk sayısında Kobe’nin önünde olabilirdi (6-5), ama bu, Kobe’nin herhangi tarihsel bir tartışmada geri adım atacağı anlamına gelmiyordu.


-- 2013

Kobe’nin Aşilleri Pes Ediyor:

Kaç Hall of Fame oyuncusu, kariyerinin özetinin, sezon bitirten korkunç sakatlık esnasında ortaya çıktığını söyleyebilir? Çoğu değil ama, Bryant onlardan biri. Lakers’ı son bir gayretle 2013 Playoff’larına sokmak için sırtlarken, sıradan bir potaya drive’da aşillerini kopardı Kobe Bryant. İki gece önce Portland’a karşı alınan galibiyette rakip potaya 47 sayı yağdırmıştı, şimdiyse 34 yaşındaki efsanenin kariyeri risk altındaydı.

Bryant, maçtan sonra soyunma odasında bunun kariyerinin “açık ara” en büyük hayal kırıklığı olduğunu ima ettiği son derece duygusal bir röportaj verecekti, ama önce işe devam etmesi gerekiyordu: Acı verici sakatlığa rağmen Kobe faul çizgisine yöneldi ve kenara gelmeden önce iki serbest atışını da sayıya çevirdi. Bryant’ın rekabetçiliğini bundan iyi özetleyen bir an olamazdı.

Hala, bu sakatlık, izlerini taşıyor, ve sadece Nike spor ayakkabılarının topuk kısmına kırmızı dikişlerle süslediği ve aşil sakatlığını simgelediği iz değil, gerçek anlamda Bryant’ın oyunu bir daha asla tam olarak iyileşmedi. Hem 2013-14’te hem de 2014-15’te Kobe sezonu, sezon bitiren sakatlıklarla kapatmak zorunda kaldı. Kariyerinin son virajını ani bir şekilde dönmüş olduğunu farkediyor gibiydi.

“Saçmalık bu! Bütün bu antrenmanlar ve fedakarlıklar, daha önce milyon kez gerçekleştirdiğim bir adım atma yüzünden uçtu gitti. Bu düşkırıklığına katlanılamaz,” yazdı Bryant o unutulmaz Facebook post’unda, “Sinirlerim köpürmüş durumda, bu saçmalık neden başıma geldi?!? Hiçbir anlamı yok. Şimdi bundan kurtulmak ve 35 yaşında döndüğümde aynı oyuncuya dönüşmek zorundayım?!? Nasıl bir dünyada bunu gerçekleştirebilirim?? Hiçbir fikrim yok. Bu şeyin üstesinden gelebilmek için istikrarlı mı olmalıyım?”

“Belki de sıramı savmamın ve kariyerimi bu sakatlıkla anmamın vakti geldi. Belki benim kitabım bu şekilde bitiyor. Belki babalık kariyerim beni yendi… Ve belki de hayır!”

Lakers sözleşme konusunu olabildiğince Kobe’ye bıraktı ve iki yıl 48 milyon dolarlık bir anlaşma imzaladılar. Solmak üzere olan bir yıldız veya değil, Kobe NBA’den ligin en fazla maaş ödenen oyuncusu olarak ayrılacaktı.


-- 2014

Kobe, MJ’i Geçiyor:

Jordan’ı idol alarak ve onunla kıyaslanarak harcanan bir kariyerin sonunda Bryant, Aralık ayında eski Bulls yıldızına karşı en büyük galibiyetini perçinledi. Timberwolves’a karşı atılan iki serbest atış sonrası, Bryant Jordan’ın 32.292 sayısını geçerek tüm zamanların en fazla sayı atan üçüncü oyuncusu ünvanına erişti. Buna ulaştığında Jordan’dan yaklaşık 200 maç fazla oynamış olsa bile, bu başarı, Kobe’nin uzun ve istikrarlı kariyerinin, agresifliğinin ve gösterişliliğinin, yükselen oyunun altını çiziyordu. Aşil sakatlığından geri dönebilmesi için gereken kararlılıktan bahsetmeye gerek bile yok.

"Bu çok büyük bir onur, benim için çok uzun yolculuktu,” dedi Bryant maçtan sonra ESPN’e “Her şey çok hızlı gelişti. Bu noktada olabilmek harika hissettiriyor. Jordan’dan çok şey öğrenmeye çalıştım. Bana tavsiyeler vererek ve mentörlük yaparak çok şey kattı, başarımın ve kariyerimin büyük bir kısmı onun sayesinde şekillendi. Bu ilişki, benim için her şey anlamına geliyor.”

Daha sonra Bryant, 33.000 sayıyı geride bıraktı ve kariyerini guardlar arasında bu alanda zirvede noktalayacak. Sadece Kareem Abdul Jabbar ve Karl Malone onun önünde. Jordan da Associated Press’e verdiği röportajda onun bu başarısını “Kobe’yi bu kariyer taşına ulaştığından ötürü tebrik ederim” diyerek onurlandırdı: “Kesinlikle harika bir oyuncu. Oyuna karşı çok güçlü bir iş ahlakı ve aynı düzeyde güçlü tutkusu var.”


-- 2015 

Kobe, Emekliliğini Açıklıyor:

Zaman geldi.

Kasım sonunda, 37 yaşındaki Bryant şu başlığı verdiği şiiriyle beraber tüm dünyaya 2015-2016 sezonu sonunda emekli olacağını açıkladı: “Sevgili Basketbol”

“Bu sezon elimde olan her şeyi verdim.” diye devam etti Bryant, “Kalbim bu ritmi kontrol edebilir, aklım bu eziyetin üstesinden gelebilir ama vücudum biliyor ki artık veda zamanı geldi.”

Akşamındaki basın toplantısında Bryant muhabirlere bu emeklilik açıklamasının ona rahatlama hissiyatı verdiğini belirtti.

“Artık bunu daha fazla yapmak istemediğimi kabul etmek zorundaydım” dedi, “Ve buna tamamım, omuzlarımdan büyük bir yük kalktı. Bu doğru bir karardı ve bu kararımla barışığım.”

Ligin en savaşçı kişiliklerinden birinin yaşlılığa boyun eğdiğini kamuoyu önünde kabullenişini duymak tuhaf olsa da, Bryant, emekliliğini açıklamaya çalışırken olaya optimist açıdan bakan bir filozofa dönüşmüştü.

“Artık karşımdaki savunmacıların canına okuyamayacağım gerçeğindeki güzelliği görebiliyorum. Sabah kalkınca vücudumda oluşacak ağrıların güzelliğini görebiliyorum. Bütün bu sıkı çalışmalar sizi bu noktaya getiriyor, biliyorum. Bu konuda üzgün değilim. Bu konuda minnettarım.”

Kobe, kariyerindeki zıtlıkları benzer oranda kabullenmekten çekinmeyen biriydi: Şampiyonluklar ve mağlubiyetler, popülerlik ve kötü şöhret, kilometre taşları ve yüzleşmeler.

“Buraya ulaşmak için çekilen çileler bu serüveni tamamlayan kısmı oluşturuyor.” dedi Bryant. Eğer sadece şampiyonluklarınız varsa, bir düşmanınız olamaz. İnişler ve çıkışlar olamaz. Bu hikayedeki güzellikleri en çirkin anlarınız oluşturuyor. İşte minnettar olduğum bölüm o anlar.”


-- 2016

SON DURAK:

Bir anda, Bryant’ın emekliliğini açıklamasıyla beraber içinde bulunduğu durum bir sürü yeni viraj ve dönüm noktasıyla bucaktan bucağa kat edilen veda turuna dönüştü. Kevin Durant, Lebron James ve Draymond Green için imzalanan ayakkabılar, Philadelphia ve Boston gibi şehirler dahil rakip takım taraftarlarından gelen ayakta alkışlamalar, Andrew Wiggins ve Devin Booker gibi geleceğin yıldız adaylarıyla girilen düellolar, Toronto’daki All-Star haftasonunda Drake ve Magic Johnson’ın da rol aldığı bir övgü töreni.

Bir şekilde, dışarıdaki maçları gösteriye dönüştürüp, içerideki maçlarda genelde oturarak, Kobe finiş çizgisine gelme işini iyi idare etti. Bu süreçte kariyerinin en kötü saha içi isabetiyle oynadı ve en acı verici mağlubiyetini tattı (Mart ayında Utah deplasmanında 48 sayı fark).

13 Nisan 2016’da, Bryant Lakers’ın Jazz’ı konuk ettiği karşılaşmada Staples Center parkelerine son defa çıkacak. 3 Kasım 1996’daki başlangıcından tam 7.101 gün sonra finalini oynayacak. Bu sürecin kafamızda yer edebilmesi için hatırlayalım: Kobe’nin ilk maçından iki gün sonra yapılan seçimi Başkan Bill Clinton kazanmıştı.

Nerden Nereye 200

Kobe Durdurucuları: Black Mamba'yı Savunma Görevini Benimsemek

(Son olarak, bir de bunu çevirelim dedik. Yazının orijinali şurada.)



Kobe ile ilgili unutmayacağım anlardan biri, 2010 Playoffları ilk turunda Oklahoma'ya yenilmeleriyle alakalı -- ya da Phil Jackson'ın bir gezegen ya da eyaletmiş gibi alaycı şekilde zikrettiği, "Oklahoma".

Kevin Durant ve Russell Westbrook'un etrafında kurulan, yükselişteki Thunder, beklenmedik şekilde, büyük, kötü, büyüleyici Lakers'a karşı seriyi 2-2'ye getirmişti. Bunun sebeplerinden biri, Kobe'yi 10'da 5 gibi bir şut isabetine zorlayan Thabo Sefolosha'nın boğucu savunmasıydı.

Daha sonra, Chesapeake Energy Arena'daki gergin soyunma odasında Bryant'a, Sefolosha'nın ligin en iyi perimetre savunmacılarından biri olup olmadığı soruldu.

Bryant bunun üstüne, bugünün Westbrook'unu kıskandıracak, imalı bir bakış attı, ardından gözlerini devirerek "Elbette" diye cevap verdi.

Black Mamba, defansif övgüleri yalnızca hak edildiği zaman dağıttı, çoğu kez de mücadelenin tam içindeyken.

Sefolosha, aslında, kariyerinin bu noktasında Kobe'nin karşı karşıya geldiği en zorlayıcı oyunculardan biri olabilirdi. Fakat Kobe'nin defansif onur listesinde bir yer kazanmak --sadece ufak bir grup onun horgörüsüne, trash talk'una, karşı hareketlerine ve saygısına mazhar olur--  zaman alır.

Gary Payton, Ray Allen, Shane Battier, Ron Artest, Bruce Bowen, --kendi kendini "Kobe durdurucusu" olarak nitelendiren-- Ruben Patterson -- ve Raja Bell, birkaç isim. Ve kesinlikle, Kobe'nin veda sezonunda "karşılaştığım en iyi savunmacı" diyerek övdüğü Tony Allen.

"Benim amacım, onu tek bir yola zorlamaktı" demişti CBS Sports'a Allen. "Bu işe yaramadığı zaman, başka bir yol dene. Biraz daha uğraş. Dripling yapan eline uzanmaya çalış. Dikkatini dağıtmaya çalış. Yapabilirsem, formasını çekerim -- mutfaktaki her şeyi tezgaha döküp, eldekilerden bir şey çıkarmaya çalışır gibi."

Bryant ve Tony Allen bilindiği gibi, Bryant'ın kazandıkları arasında en önemli ve anlamlı saydığı şampiyonluğuna ulaştığı 2010 Finalleri'nde kapışmışlardı. İki yıl önce, Celtics fiziksel açıdan Lakers'ı ezdi, onları altı maçta devre dışı bıraktı ve onlara, kendilerini yenmek için nasıl bir dayanıklılık göstermek gerektiğine dair bir ders verdiler.



Paul Pierce, Ray Allen ve Rajon Rondo'ya ofansif güç için ihtiyaç duyulan yerde Tony Allen, Kobe ile başa çıkma görevini, çoğunlukla, tek başına üstleniyordu.

"Herhangi bir yardım istemiyordum" diyordu. "Yalnızca bunun benim görevim olduğunu biliyordum ve bunu mümkün olan en iyi şekilde yürütmek istiyordum."
İkilinin arası genelde kavgalıydı ve Bryant ile Bell arasındaki gibi gelişti. Bell'in de 2006 ve 2007'deki efsanevi kapışmalarda görevi, Kobe'yi durdurmaktı.

"Onu savunmaya çalışmaya devam ettim" diyordu, şimdilerde CBS'te yorumcu olan Bell. "Benim işim buydu. Ve sanırım, bir noktada --bilmiyorum ne zaman-- elimden geleni yapmaya çalıştığım gerçeğine dair en azından birazcık olsun saygı görmüştüm."

Bryant ve Bell, ilk olarak 2001 NBA Finalleri'nde, Bell, 10 günlük kontrat ile sonradan Larry Brown'ın 76ers'ına katıldığı zaman karşı karşıya geldi. Lakers, beş maçın sonunda yüzüğe ulaştı: Bu, Kobe'nin ikinci şampiyonluğuydu.

Bell önce Dallas, sonra Utah'a gitti, seneler içinde birçok kez daha kendini Kobe'yi savunma cümbüşünün içinde buldu -- patlayan dudaklar ve incinen duygular işin içinde olmadığı sürece tabii. Bu ikili, medya önünde de ağız dalaşına girdiler; Bell, bir ara Bryant'a "kibirli ve götü kalkmış" dedi, ve Kobe'nin cevabı da "Bu çocuğu tanımıyorum. Bu çocuğu tanımam gerekmiyor. İstemiyorum da. Belki çocukken ona yeteri kadar sarılmamışlardır."

Aralarındaki çekişme, 2006 Playoffları, ilk tur 5. maçında, Bell'in Bryant'ı indirdiği şu (aşağıdaki) meşhur pozisyonda zirveye çıktı.



"Kobe, topla boyalı alanın üst köşesinde buluşmuştu, Lakers'in üçgen hücumlarından 'Blind pig' setini oynuyorlardı." diyor Bell. "Bu pozisyonda, sahadaki bir oyuncuyu savunmak oldukça zordur, çünkü bu sete karşı savunduğunuz kişi savunmayı görmezden gelir ve savunduğunuz kişiyle aranızda mesafe bırakırsanız, topu kafanızın üzerinden atıp, savunduğunuz kişiyle buluşturabilirler. Bu durumda her dört savunmadan en az üçünde buna dikkat etmelisiniz, eğer savunduğunuz kişi böyle bir pasla topla buluşup sizi geçerse, arkanızda sizi koruyacak kimse yoktur. Ben o pozisyonda omuzumla Bell'i itip savunmasından biraz kurtulmaya çalışıyordum; ve bu yaptığım, beni bir an boşa çıkardı. O an kafasında düşündüğü şey muhtemelen, ben topla buluşurken beni sol dirseğiyle durdurmaya calışmam ve topu diğer elimle almaya çalışmamı sağlamaktı. O sırada, bir yandan dirsek darbelerini yiyordum."



"Birkaç defa dudağım patladı" diyordu Bell. "Gerçekçi olalım: NBA'de, insanlar Kobe'nin tonla sayı attığını görmek için para ödüyor. Tony Allen ya da Bruce Bowen'ın bir oyuncuyu düşük şut yüzdesinde tutmasını izlemek için ödemiyor. Hakemler bunun için bir bok yapmıyordu. Bilmiyorum. Bildiğim şu ki, ağzıma darbe almaktan bıkmış usanmıştım." 

Suns 5. maçı kazandı, ve Bell, 6. maç için cezalandırıldı -- ki Phoenix zaten 126-118 kazandı. Bell'in 7. maçta Bryant'ın karşısına 40 dakikadan fazla bir süre alarak dönüşüyle, Suns maçı 121-90 aldı ve seriyi kazandı. 

"O her arkasını döndüğünde kendim olarak karşısında durdum, belki yarattığı o saygınlık yüzünden.  Onun etrafını sarmaladım ve o da "Siktir, ne kadar hızlı ellere sahip olduğunu unutmuşum" dedi. "Bir dahaki sefer, onu yine sarmalayacaktım, o da bana hiç beklemediğim bir karşılık verecekti. Stratejileri belirleme ve karşı saldırılar konusunda, olduğumuz yerde sayıyorduk. Her zaman bazı boktan durumların ortaya çıkabileceğini hesaba katmanız gerekir." 

Bryant ve Bell, Suns zirveyi zorlarken, 2007 ilk turunda bir kez daha karşı karşıya geldi -- bu kez, Bryant yüzde 46 ile 32.8 sayı ortalaması tutturmasına rağmen, beş maçta bitti. Haftasına, Kobe, açık bir şekilde takasını istedi. 

"Asla NBA'de oynamayacağını düşünen biri için" diyordu Bell, "bunun bir parçası olmak oldukça güzeldi."

Sezonun bitimine sadece bir maç kala, 20. ve sonuncu sezonunda Bryant, artık daha cana yakın bir görünüm sergiliyordu -- eski hasımlarla yeniden karşılaşmaları kullanarak, hatıralar denizine doğru gezintiye çıkmak.

Lakers'ın bu sezon Memphis'le oynadığı ilk maçta Tony Allen, Bryant'tan bir imzalı formasını istedi. Bryant da ona "Senin için bir şeylerim var" diye cevap verdi. 

"Onlarla ikinci maçımızda, yoktu" diyordu Allen. "Üçüncü maçta, yine yoktu. Onlarla oynayacağımız son maçta, bana oradaki çocuklardan birini yolladı: 'Kobe Bryant, senin için bir hediyesi olduğunu söyledi. Seni unutmadığını söyledi.' Çünkü beni unuttuğunu düşünmüştüm."

Hediye, Kobe tarafından imzalanmış, kendi ayakkabılarından bembeyaz bir çiftti: "Tony'ye, karşı karşıya geldiğim en iyi savunmacıya!"

"Başımı önüme eğdim, neredeyse ağlıyordum" diyordu Allen. "Benim gözümde neredeyse Michael Jordan kadar vardı. Onun için tartışılabilir şekilde, oyunun gördüğü en büyük oyunculardan biri için, sahiden 'Kim olduğumu bilen adam' diyebilirim."

Nihayetinde, "Kobe Durdurucusu" yanlış bir adlandırmaydı. Kimse gerçekten Bryant'ı durduramadı, fakat şânı getiren, çabalarıydı -- ve rekabetçilikleri.

"Maçtan sonra" diyordu Allen, "Ona bütün hatıralar için, bütün o mücadeleler için minnettar olduğumu söyledim. Onu özleyeceğimi söyledim."