Yıllar Boyunca Kobe Bryant - 2



"PHIL DÖNEMİ"

-- 1999

Phil Geldiğinde:

Harris, Lokavt yüzünden kısa süren sezonda pek iyi değildi ve, Kobe'nin üçüncü sezonunda artık ilk 5 çıkıp takıma daha da yardımcı olmasına rağmen, gelecek Lakers koçunun, onun talepkar kişiliğini ve açgözlülük derecesindeki şut atma isteğini törpülemesi gerektiği açıktı. Efsanevi koç, daha yeni Michael Jordan'ın Bulls'uyla iki kere "three-peat" yapmış olan Phil Jackson, her ne kadar Bryant'la uğraşmanın kendisi için apayrı bir sınav olacağını itiraf etmiş olsa bile, iş için mükemmel tercihti.

Jackson, Los Angeles Times'ın alıntıladığı gibi, Eleven Rings isimli kitabında "Kobe, basketbolun gelmiş geçmiş en iyisi olma konusunda Jordan'ı geçmeyi kafaya takmıştı" şeklinde yazmıştı. "Onun Michael Jordan takıntısı galebe çalıyordu. O sezon (99-00) Chicago'da oynadığımızda, Michael'ın, Kobe'nin paylaşımcı takım oyununa karşı tutumunu değiştirmesine yardımcı olabileceğini düşünerek, ikisi için bir buluşma ayarladım. El sıkışmalarının ardından, Kobe'nin ağzından şu sözler döküldü: 'Biliyorsun, bire birde senin eline verebilirim.'"

Zamanla, Bryant, Jackson'ın medya önünde ona gösterdiği sert tavırların da etkisini itiraf ederek, onun motivasyon yöntemlerini daha iyi anlamaya başladı. "Secretariat olmak için potansiyel taşıyan bir vahşi at gibiydim, ama çok vahşi, amına koyim" demişti geçen yıl GQ'ya. "Bunun bir parçası beni evcilleştirmeye çalıştı. [Basında benim hakkımda çıkan yorumları] beni çılgınca bir hıza sürükledi. Çünkü kasıtlı ya da kasıtsız, verimli ve harika olmak adına benim üzerimde muazzam derecede bir baskı uyguladı."


-- 2000

Kobe'nin İlk Şampiyonluğu:

Jackson'ın gelişi, sonuçlara derhal yansıdı: Lakers onunla ilk sezonunda 67 maç kazandı; O'Neal sayı krallığını kazanıp normal sezon MVP'si oldu; ve Bryant, sezon başında el sakatlığı geçirmesine rağmen, o zamana kadarki kariyer rekoru olan 22.5 sayı ortalaması ile sezonu bitirdi.

Playoff'larda, Lakers'ın kabiliyetleri, Batı Konferansı Finalleri'nin 7. maçında Blazers'la oynadıkları maçta parıldadı. Sezon onlar için hüsranla sonuçlanmak üzereyken, Lakers çift hanelerdeki farkı yok edip, geri dönüşü ikonik Kobe-Shaq alley-oop'uyla taçlandırdı. Süperyıldız-süperyıldız bağlantısı, Kobe'nin zerafeti ve Shaq'ın öfkesinde birleşerek durdurulamaz hale geliyor; Shaq, o sonradan klasikleşen sahnede tribünleri göstererek sahayı bir uçtan ötekine kat ediyor, salon adeta yıkılıyordu. Finaller henüz başlamamış olmasına rağmen, bu ikilinin kaderinde şampiyonluğun yazdığına dair çok az şüphe vardı. 

Pacers'a karşı oynanan altı maçlık bir serinin ardından Lakers, "Showtime" döneminden bu yana ilk şampiyonluğuna ulaştı. Bu arada Bryant, zamanında Jordan'ın yedi, ilerde Lebron''un dokuz sezona ihtiyaç duyacağı ilk yüzüğü sadece dördüncü sezonunda kazanıyordu. "Bu benim 21 yıllık ömrüm boyunca hayalini kurduğum şeydi" diyordu, ilerde kaç tane daha kazanacağını da düşünerek. 


-- 2001

Bir Kez Daha:

2000-2001 sezonunu kendi stillerinde geçirmelerine rağmen --Derek Fisher'ın meşhur, Kobe, Shaq ve Jackson'ın arasındaki tansiyona dayanarak soyunma odasındaki havayı "bir yumurta kadar kırılgan" diye adlandırması-- hiçbir şey geçen sezonun şampiyonunu durdurmaya muvaffak olamadı. Bir gece Kobe, bir gece Shaq'ın sazı ele almasıyla Lakers, Playoff'u 15-1'lik dereceyle ve ortalama 12.8'lik (üç sayı çizgisi geldiğinden beri playoff'lardaki en yüksek) sayı farkıyla bitiriyordu. Allen Iverson'ın liderlik ettiği Sixers'ın hiçbir şansı bulunmuyordu. 

Bryant için, 2001 faslı yeni bir açılımı simgeliyordu: Yeni kariyer rekoru olarak 28.5 sayı ortalaması tutturdu, 22 şut kullandığı göz alıcı bir gece geçirdi, Playoff'larda birkaç kez 40 sayılık performanslar ortaya koydu, ve günümüzde onu NBA'in gelmiş-geçmiş en çok yönlü yetenekleri arasında olup olmadığı tartışmalarına sokan seviyeye yükseldi. Eski NBA koçu Paul Westphal "Kim Kobe'nin Michael Jordan'dan daha iyi olmayacağını söyleyebilir?" diyordu Los Angeles Times'a. "Bunu şimdi bir kenara bırakın. Jordan'ın aynı yaştaki halinden çok daha iyi durumda."

Ama Bryant, ilaveten O'Neal'a (tembellikle ilgili) ve Jackson'a (güven eksikliği) karşı duruşunu katılaştıyordu ve kendisini geri çekiyordu. Nisan ayında Bryant, Güney Kaliforniya'da gerçekleşen düğününe hiçbir takım arkadaşını davet etmedi. O'Neal-Bryant ortaklığı parkede yenilmez bir görüntü sergiliyordu, ama egolar ve kişiliklerin işin içine girmesi, manzarayı çok değiştiriyordu.


-- 2002

Üçleme:

Batı Konferansı Finalleri'nde Sacramento Kings'e karşı iyi şansın yardımıyla da olsa, O'Neal-Bryant ikilisi, bir yüzük daha kazandı.

Gerçi hem O'neal, hem de Bryant, All-NBA 1. takımına seçilse de --Kobe'nin kariyerinde ilkti-- 4. maçta Sacramento'ya karşı günü kurtaran, Rober Horry oldu. Başa baş geçen dakikalarda, önce Kobe turnikeyi kaçırdı, O'Neal ribaundu alsa da tamamlayamadı ve top, üçlük çizgisindeki Horry'ye sekti -- maçı kazandıracak üçlüğü kullanacak olan Horry'ye.

Sonra, 3-2 geriye düşmenin ve elenmenin eşiğindeyken Lakers, Rick Adelman'ın maç sonu hakem yönetimiyle ilgili eleştirilerine hedef olan, ünlü 40 faul atışı kullandıkları maçı kazandı. Başkan adayı Ralph Nader, David Stern'e hakemlerin "tarafsızlık ve profesyonellik duygularının ciddi şekilde sarsılmış olduğunu" belirten bir mektup yollayarak olaya müdahil oldu. Yıllar sonra, ligden atılmış eski hakem Tim Donaghy, iki meslektaşının seriyi uzatmak için NBA yönetimi adına tezgah kurduğunu ima etti.

O'Neal, Bryant ve Lakers, gürültülere kulağını tıkadı, deplasmandaki 7. maçı uzatmada aldı, ve Finaller'de Nets'i ince kıyım doğrayıp üçlemeyi tamamlamak üzere yoluna devam etti. Bu sayede Lakers, Jordanlı Bulls'tan sonra, üç sayı döneminde arka arkaya 3 şampiyonluk kazanan tek takım oldu. "Los Angeles arka arkaya kaç tane kazanabilir?" diye merak ediyordu Sports Illustrated yazarı Jack McCollum, o dönem. "Dört? Beş? On? Shaq ve Kobe daha ne kadar iyi olabilir? Jordan ve Pippen'dan daha iyi? Montana ve Rice'dan? Kahretsin, Lennon ve McCartney'den?" 


-- 2003

İhtilaf Doğuyor:

İnatçı? Kesinlikle. Soğuk? Şüphe yok. Fakat suçlu?  Spor dünyası, 2003'te Colorado'da yaşanan bir olayın ardından tecavüz ile suçlanması üzerine, Bryant'a yeni bir yafta vurmakla yüz yüze gelmeye zorlandı. Sports Illustrated, Bryant'ın karakolda çekilmiş bir fotoğrafını kapağa koydu: "Kobe Bryant: Sanık."

Takip eden süreç, suçlamalar düşmeden önce bir yıl kadar sürdü ve Bryant, bir karşı dava açtı. Bu noktada, Bryant'ın itibarı ve popülaritesi belirgin bir darbe aldı, sponsorluk anlaşmalarını kaybetti, takım arkadaşlarıyla (özellikle Shaq) olan gergin ilişkileri daha da kötüleşti, ve Lakers bir daha şampiyonluk seviyesinde bir takım olamadı.  Ancak, yanında eşi Vanessa ile birlikte, kamuoyu önünde gözyaşlarıyla özür dileyerek evliliğini kurtardı. Çoğu hayranı onu affetmedi. 


-- 2004

Shaq Takası:

Temmuz 2004'te, sekiz sezon ve üç şampiyonluğun ardından, Bryant nihayet Lakers'da dümene geçmişti. Bryant ile sürtüşme içinde geçen yıllarından ardından O'Neal, Lamar Odom ve Caron Butler'ı da içeren bir paket karşılığında Miami'ye takas edildi. "Takım doğru istikamette gitmiyordu, ve ben de bunun bir parçası olmak istemedim, böylece takas edilmeyi talep ettim" diyordu Shaq, o dönem. 

Shaq için kırılma noktalarından biri: "Bryant'ın Jim Gray'le Ekim 2003'te yaptığı röportaj. "Madem bu takım ,onun takımı, o zaman öyleymiş gibi davranacak" diyordu Bryant, O'Neal'den bahsederken. "Yani, takım saha içi ve dışında size güvenirken, siz kampa götü göbeği salmış ve formsuz bir şekilde gelemezsiniz. Ayrıca, takım kötü giderken diğerlerini suçlayamazsınız, ya da sen kondüsyon eksikliğin yüzünden sakatlandığın zaman, sağlık ekibini olayı büyütmediği için suçlayamazsın." İlaveten, Shaq'ı "her pozisyonda top eline gelmezse, savunma yapmayacağı ve ribaundlara el uzatmayacağına dair tehdit etmekle" itham ediyordu.

O'Neal'ın ayrılışı, Jackson'ın 2004 Finalleri'ni kaybtmelerinin ardından bıraktığını açıklamasından bir süre sonra gerçekleşti. "Eğer o hâlâ burda olursa, seneye takımı yönetmeyeceğim" diyordu sezon boyunca Mitch Kupchak'e. "Kimseyi dinlemeyecek. Bunu daha önce bu çocukla yaşadım."

Jackson bu konuşmaları, Bryant'ın ona Shaq'a "yancı olmaktan bıktığını" söylediğini ve bu iki yıldızı sıkça, çocukça hallerde yakaladığını da ekleyerek  "Son sezon: Ruhunu Arayan Takım" isimli kitabında tekrar anlatıyordu.
Bu ayrılıklar, Bryant'a 2004-2005 sezonu için bütün kontrolü ele geçirmeyi sağlıyordu, ama aynı zamanda, beş sezonda dört final ve üç şampiyonluk getiren o dominant Lakers döneminin de bitişi anlamına geliyordu. Artık kendi takımına sahipti, ama pek de iyi bir takım değildi.  


Yıllar Boyunca Kobe Bryant - 1

Kobe yazılarına devam ediyoruz. Bir çeviri var şimdi. Kobe'yi, NBA'e girdiği ilk yıldan bu yana, her sezonunu bir nevi özet halinde (5 ana başlık altında) anlatan bir yazı. Oradaki gibi başlıklara bölerek yayınlamak daha doğru olur dedim.


"ÇOCUK"

-- 1996

Draft:

Bryant --playoff'lar dahil-- 1.500'ten fazla maçta oynadı; fakat favori ânı, parkeden değil, sahneden. "Hiçbir şey draft olmayı geçemez" dedi bir muhabire, geçen sonbahar. "Hiçbir şey bunu aşamaz. Bu an için hayaller kuruyorsunuz. Bu, her şeyin başlangıcı."

26 Haziran 1996'da, Charlotte Hornets, Kobe Bryant'ı 13. sıradan seçti ve Komisyoner David Stern onu NBA için resmen karşıladı. Her ne kadar 17 yaşındaki Bryant, koleji es geçip, Lower Merion Lisesi'nden doğrudan drafta girse de, ancak saf bir ergendi. Süper menajer Arn Tellem tarafından desteklenen Bryant, hedeflerine etki etmesi amacıyla draft öncesi workout'larını sınırlı tuttu. Nihayet bu yaklaşım işe yaradı ve Hornets, Vlade Divac için Bryant'ı Lakers'a takas etmeye karar verdi. Yaz sonu, Lakers, Divac'ın yerini serbest durumdaki Shaquille O'Neal ile dolduracaktı.

Kobe ve Lakers arasındaki evlilik, 20 yıl sürecekti. Tipik Kobe stiliyle, olayları bir motivasyon unsuruna dönüştürerek, draft günü takasını yeniden yazmayı yeğledi. 2014'de "Hornets, hemen draftın ardından beni kullanmayacaklarını ve takas edeceklerini söylemişti" şeklinde yazmıştı Twitter'a. "Teşekkürler."



-- 1997

Utah'taki Airball'lar:

Bütün 18 yaşındaki çaylaklar için büyüme sancıları kaçınılmazken, Bryant ilk olarak yeni ortamına ayak uydurmaya çalışıyordu? Sezonun büyük kısmını Del Harris yönetiminde yedek olarak geçirmesine rağmen, Slam Dunk'ı kazanıp sezonun All-Rookie 2. takımına seçilerek dikkatleri üzerine çekti. Taşaklı olduğunun kanıtları en başından beri vardı: Bryant, kazandığı Slam Dunk boyunca,  birkaç ay önce mezuniyet balosuna beraber gittiği  (ayrıca o anda tribünde ona tezahürat yapan) şarkıcı Brandy gibi saçlarını düzeltti. "Tarzına bakın, ahengine bakın" diyordu TNT yorumcusu Reggie Theus, yarışma boyunca. "Yürüyüş şekline bakın.  Havalı. Çok havalı görünüyor."

Birkaç ay sonra, Bryant'ın tez canlılığı, galibiyette olduğu gibi mağlubiyette de sahnedeydi. Jazz'a karşı oynanan 2. tur 5. maçında 14'te 4 şut isabetiyle oynadı ve uzatmada kaybedilen maçın son anlarında dört airball'a imza attı. Buna rağmen O'Neal, Bryant'ın şut kullanmak için gösterdiği hırsı övdü, ve Bryant'ın maç kazandıran şutları kullanmak için gösterdiği kararlılık, imajının ve basketbol karakterinin temel öğelerinden oldu. "Şimdi geriye bakınca hoş hatıralar olarak görüyorum" diyor Bryant, Los Angeles Daily News'e göre. "O zamanlar ızdırap vericiydi. Şekillenmeme yardımı oldu."



--1998

Tomurcuklanan Yıldız:

Harris tarafından hâlâ altıncı adam olarak kullanıldığı ikinci sezonunda, Bryant, taraftarlar tarafından All-Star oylama süreci boyunca daha olumlu bir muamele gördü. Lakerslı guard, John Stockton, Stephon Marbury, Jason Kidd ve Clyde Drexler gibi oyuncuları geride bırakarak,  400.000'e yakın oy aldı ve Batı takımında kendine yer buldu. 1998'de All-Star olmasıyla Bryant, 18 yıl sürecek bir seriye başlamış oldu (Lokavt sebebiyle 1999'da All-Star maçı oynanmadı).

19 yaşında, Bryant, tarihte All-Star maçında oynayan en genç oyuncu oldu ve 18 sayıyla Batı takımına liderlik ederken, bu sezon ortası vitrininde Michael Jordan'la ilk düellosunu da yaşamış oldu (Madison Square Garden'da, söylemeye gerek yok). Bir maç sonu demecinde New York'taki üst düzey performansın ardından Harris'in "Ağırdan al" şeklindeki tavsiyelerine uymasının daha zor olup olmadığı sorulduğunda, Kobe sırıttı ve şunu dedi: "Umarım."


Nerden Nereye 199





Kobe Anıları...



Kobe Bryant... Seveni ve nefret edeniyle bir basketbolcu...  Dün sabah bu basketbolcunun kariyerinin son maçıydı. Ve o maçtan sonra Twitter'a "Yeteri kadar yaşarsam ileriki nesle anlatacağım" demiştim. Peki ilk olarak neyi anlatırım? Kesinlikle son maçını. Bu adamın son maçını anlattıktan sonra, anlattığım kişinin gözlerindeki o heyecanı görürsem, anlatmaya da devam ederim. Çünkü bu adamla ilgili her şeyi Wikipedia'da vs. bulamazsınız... Onu izlerken ne zaman sıradışı çılgın bir şey görsem "İleride bunu anlatacağım" demiştim hep. Peki neden son maçı? Çünkü hayatımda gördüğüm en sıra dışı normal sezon karşılaşmasıydı. 2015-2016 sezonunun sonuna geldiğinde, sezon içinde sadece 16 maç kazanabilmiş bir oyuncunun hem basketbola hem takım arkadaşlarına hem de tüm insanlara, "İsterseniz/istersek yapabiliriz, geri adım atmayacağız" mesajı vermiş olması belki biraz gözardı edildi. Maçı bir yandan takip ederken bir yandan da @lappappa ile duygularımı paylaşıyordum. Maçın başında "Kobe çıksa bir 50 sallasa ne güzel olurdu" demiştim... Bu arada duygularımı paylaşmak derken cidden bir 'duygu seli' vardı ortada... En son Reggie Miller'ın vedasında böyle garip hissetmiştim kendimi. Vücut titriyor ve şapşal bir tebessümle ESPN'in kaçak canlı yayındaki piksellere mal mal bakıyordum. Maç sonunda Kobe'nin basın açıklamalarını da dinledikten sonra Youtube'a saldırdım. Saatlerce Kobe videoları izledim. İzledim ve gülümsedim. İzledim ve hüzünlendim. Sanki kabullenemiyordum bu defterin kapanmasını. Bir yandan da Twitter'daki muhabbetlere kızıyordum. Sanki adam ölmüş gibi üzülenler var. Ama onları da anlayabiliyordum. Bandwagon'undan tutun da uzun yıllardır ölümüne bu adamı sevenler, hatta ondan nefret edenler bile tek bir çatı altında buluşmuşlardı sanki: #MambaOut...

Sayfalarca Kobe Bryant hakkında bir şeyler yazmak yerine, sadece bu oyuncunun bendeki etkisini anlatacak, aklımdan asla çıkmayan ve çıkmayacak bazı anları listelemek istiyorum:


1) J.R Smith'e ders niteliğinde

2009 Batı Konferansı Finallerinde seri 1-1 iken, maçın bitmesine 1 dakika 11 saniye kala J.R Smith'in üzerinden kaldırıp attığı şut. Topun fileden geçtiği anda heyecandan ayağa kalkıp ağza alınmayacak küfürler ettiğimi hatırlıyorum. VİDEO


2) Hayvansın

Suns'a karşı 2010 Batı Konferansı Finalleri'nde Grant Hill'in üzerinden fake vererek attığı şut. Sanırım Kobe'yi bundan daha iyi savunmak imkansız, çünkü Hill, Bryant'ın fake'lerine hiç sıçramamıştı fakat Kobe yine de şutu sokup farkı 7 sayıya çıkarmıştı. O maç 37 atan Kobe bu şutla da Suns'ı mental olarak yıkmıştı. Maçı canlı izlediğimde "Hayvansın abi ya!" dediğimi hatırlıyorum. VİDEO


3) Alo uyanın lan!

İstanbul'da 22 Ocak 2006 sabahı... Kar yağıyor dışarıda. Sabah Raptors-Lakers maçını izliyorum. O aralar Chris Bosh hayranıydım biraz ve fırsat bu fırsat izleyeyim dedim. Her şey normal ilerliyordu aslında. Tamam, Kobe harika bir sezon geçiriyor ve ilk yarıda 26 sayı atmış olmasının ardından bu maçın sonunda kafayı yiyeceğimi o sıralar tahmin etmiyor olabilirim, ama 3. periyodun ortalarından itibaren tırnaklarımı yemeye başladığımı hatırlıyorum. Kobe 81 attığında direkt telefonla  @lappappa'yı aramıştım ve "Alo uyanın lan Kobe 81 attı aloo!" diye bağırmıştım. Nasıl gaza gelmişsem, uyumadan da Nişantaşı'ndaki Gerekli Şeyler'e gidip 3-5 tane NBA figürü almıştım. VİDEO



4) İstersen 3 metre sıçra

2009 NBA Finalleri... Kobe, Shaq olmadan ilk kez bu kadar yakındı bir yüzük daha kazanmaya. Lakers maçta öndeydi ama Magic momentumu yavaş yavaş elde etmeye başlıyordu. Fakat Mamba, o yıllarda ligin en iyi pota altı oyuncusu olarak kabul edilen Dwight'ın üzerinden havada süzülerek şutu sokmayı başardı. "Lan bu adam kaç saniye havada kaldı?!" gibi sorular soruyordum kendime. .VİDEO


5) Vay babanın...

NBA Live 2003'le iyice manyağı olduğum bu sporu düzenli olarak izlemeye başladığım yıllarda canlı yayında tanık olduğum bir durum. Los Angeles, evinde Dallas'la oynuyor. 24 saniye bitmek üzereyken topu Devean George'un ellerinden alan Kobe sol köşeden sol eliyle üçlüğü atıp sokuyor. Bunu bir kez de MSG'de New York'a karşı yapmıştı ama tarihi çıkartamadım. Maçtan sonra Google'dan Kobe görselleri toplayıp ufak bir fotoğraf arşiv yaptığımı hatırlıyorum. VİDEO


6) Zzzzzz

2012 Batı Konferası Playoff'larında Los Angeles, Denver'la oynuyor. Maçı uyuklayarak izliyordum ve Kobe birden 1991 Finalleri'nde Jordan'ın turnikesine benzer bir hareketle yine havada asılı kalarak akrobatik bir turnike atıyor JaVale McGee'nin üzerinden. Kobe havada asıl dururken, Lakers spikeri Bill McDonald'ın "Kobeee" diye bağırmasıyla yarı kapalı gözlerimin bir refleksle açılması ile gördüğüm bu pozisyon sonrası tek bir şey anladım. Kobe'yi izlerken asla uyuma! VİDEO


7) İnsana saygı yok

Eskiden internet dünyasında Yinka Dare isimli bir adam NBA oyuncuların kısa video kliplerini yapardı. İşte Kobe'nin bu insanlık dışı smacını Dare'nin videolarından birinde görmüştüm. Sprewell'in yanından jet gibi geçip ters değirmen vuran Kobe'nin bu hareketini belki canlı izleyememiştim ama Yinka'nın bu videosu ile Kobe'ye olan sevgimin artmasının yanında basketbol için ölüp biten bir spiker, Kevin Harlan'ı tanımıştım... "No Regard for Human Life!"... Potadan çıkan o sesi de unutamam! VİDEO




8) Trash Talk sona erdiyse...

2000'lerin başında Türkiye'deki Iverson furyasından pek haz hazzetmezdim. Ama Iverson'ı severdim. O dönem Kobe'nin en dişli rakibinin Iverson olduğunu düşünürdüm hep. NBA TV'den top 10 videolarını izlerken görmüştüm bu smacı. Lakers molası sonrası Iverson, Kobe ile laf dalaşına girdiği sırada Brian Shaw'ın pasıyla aniden potaya doğru fırlayıp alley oop'u oldukça yukarıya sıçrayarak bitirmişti. Iverson ise hâlâ Kobe ile trash talk yaptığı yerde duruyordu. VİDEO

Kobe her şeyin tam ortasındaydı... Üçgen hücumdan, üçlük üzerine kurulmuş setlere... Yaşımız ilerledikçe NBA basketbolunun ne denli değiştiğine tanık olduk... Şahsen kariyerinin tamamına tanık olamasam da uzun yıllar onu izleyerek büyüdüm. 2000'lerin Türkiye'nin spor basınında NBA'e verilen değer şimdiki gibi olmasa da, okul defterlerimiz, klasörlerimiz hatta çantalarımızda bile bu adamın fotoğrafı vardı. Belki de ülkedeki ('Yok artık LeBron James'çi akımı bir kenara bırakırsak) kaliteli basketbol taraftarının oluşumunda büyük rol oynamıştır... Burada paylaştığım videolar gibi yüzlercesi vardır belki hafızamda sizde de belki binlercesi... Her birisi farklı zaman dilimlerinde bize değişik duygular hissettirmiştir. Yanımızda eşimiz, dostumuz, sevgilimiz, ailemiz ekrana şaşkın şaşkın bakarak izlediğimiz Kobe... O herkesin gözünde 'ama'sız bir efsane. Hatalarıyla, günahlarıyla bir efsane.... Artık bir dönem kapandı. Denecek tek söz, "Teşekkürler Kobe Bryant". Çünkü sen olmasaydın ve seni izlemeseydim günün birinde belki de sevdiklerime anlatacağım tek şey askerlik anılarım olacaktı.

(Utah'a da ayrıca teşekkürler.)




60


Tam yukardaki âna kadar asıl ilgilendiğimiz Kobe'nin kaç atacağı olduğundan, skora yarım yamalak bakıyorduk. O ara skorun ne olduğunu da sonradan açıp bakınca anladım doğru düzgün.

Şuradan itibaren atılan 15 sayının 13'ü onun, diğer ikinin de asisti ondan. Herif gider ayak 60 attı ve MAÇI ALDI -- son gün için de gereksizlerden sahneyi çalmış oldu. İstatistiklere falan girmeye hiç gerek yok, tonla şey var. Daha güzel bırakamazdı sanırım. İzleyebilenler epey şanslıydı, şükür Acun da maçı verdi de...

Kobe’ye Veda



Hepinizin bildiği gibi Kobe Bryant bu gece kariyerindeki son maçına çıkıyor. Şu ana kadar Kobe’ye tapan birçok kişinin görüşünü okudum. Fakat Kobe’den kariyerinin büyük bir bölümünde nefret eden kimsenin, düşüncelerini yazdığını görmedim. Dün gece Kobe’nin kariyeriyle ilgili yazıları yavaş yavaş okumaya başlayınca, birkaç senedir gözden ırak olması sebebiyle aslında basketbolu bırakacak olmasına hakkettiği ilgiyi göstermediğimi fark ettim. Nefret etsem de, gıcık kapsam da ve hatta NBA tarihinin LeBron’dan sonra görüp görebileceği en büyük ilgi manyağı olduğunu düşünsem de Kobe, 80 sonu ve 90’larda doğan bizim jenerasyon için kült bir figür. Onun artık ligde olmayacak olması ise bizim jenerasyon için, diğerlerine oranla alışması çok daha zor bir durum. Dün geceden beri kafamda bu yazıyı tasarlıyorum ve klavye başına geçmeden, 4 sene önce bitirdiğim ve o günden beri de ara ara bazı bölümlerini tekrar okuduğum Bill Simmons’ın “ The Book of Basketball” kitabına bir kez daha göz attım. Açıkçası Simmons’in özellikle Shaq’tan ayrildiktan sonraki dönemi hakkında yazdıklarıyla birçok noktada örtüştüğümü fark ettim. Belki de Simmons’ın kitabını okuduktan sonra Kobe’yle ilgili düşüncelerim pekişmiştir veya yeniden şekillenmiştir, hangisi bunu tam olarak kestiremiyorum. Yine de 20 sene boyunca unutulmaz birçok anı bırakmış bu kült figür hakkında yazmadan geçmek istemedim.


Kobe’nin ismini ilk olarak, Kanal D’de hafta sonu yayınlanan çizgi film kuşağını izlemek için erken kalktığım sabahlarda, sonuna yetişebildiğim birkaç maçtan anımsıyorum. NBA’le bugün içli dışlı olmamın sebebi o sabahlar olsa da, henüz basketboldan pek bir şey anlamadığım için, "Kobe’nin gençliğini bilirim" gibi bir iddiada bulunamayacağım. Ama bundan kısa bir süre sonra oynamaya başladığım NBA Live serisinden ve yavaş yavaş filizlenmeye başlayan NBA’i yakından takip etme merakından dolayı Kobe’den gıcık kapmaya başladım. Bunda Shaq ile yaşadıkları kavganın payı da kesinlikle var. İtiraf etmek gerekir ki, çocuk yaştaki biri için Shaq’i sevmek, Kobe’ye sevmekten çok daha kolay ve o kavgada benim tarafım Shaq’ti. Bu nefretin tepeye ulaştığı sene ise 2003-2004 senesi. Yukarıda saydığım NBA’i takip etme serüveninin sonucu olarak, Kevin Garnett’in etkisiyle Minnesota taraftarı oldum. Digiturk’ün NBA TV’yi alması ve Minnesota’nin tarihindeki tek başarılı sezonun, o seneye denk gelmesi sebebiyle manyak gibi NBA’i takip eder oldum. O sezonun başından sonuna kadar ana hikaye Payton, Malone, Shaq ve Kobe’yi aynı çatıda toplayan Lakers’ti. Tecavüz davası ve Lakers’in nasıl parçalandığını hatırlarsak, o andan sonra Kobe’nin bu imajı düzeltmesi çok çok zordu. Aykırı olmak bence kabul edilebilir bir şey. Kobe’ninki ise, açık seçik sabotajdı. 



Kobe kariyerinin son sezonuna kadar bu nefreti teşvik etti. Jordan, ulaştığı statü sebebiyle kimsenin nefretini çekmek istemese de, Kobe’nin alttan alttan bazen de körükleyerek bu nefreti istediğini düşünüyorum. Bu nefretten doğan ilgiyle hep beslendi. Bir noktadan sonra kişisel markasının da bir parçası oldu. Takım arkadaşları bile kendinden uzaklaştı bu sebeple. Michael Jordan’in Steve Kerr’ü antrenmanda yumrukladığı ve 92 Olimpiyatları'nda Drexler’i antrenmana iki sol tek ayakkabı getirecek kadar yıprattığı hikayeleri duymuşunuzdur. Objektif olmayabilirim, ama Jordan’a bunları yaptıran gerçekten rekabetçi duygusuydu. Kobe ise uyumsuzun tekiydi. Jordan’in takım arkadaşları onu yarı yolda bırakmamak için oynar hale gelmişti. Jordan’ın mesela takım arkadaşlarıyla arasının bozulma sebebi, onların kendine yardım etmek için yeterli seviyeye gelmesini arzulamasından dolayıydı. Bunu yazarken de Jordan’in cok yumuşak başlı, kuzu gibi bir adam olduğunu iddia etmiyorum. Kobe’nin kariyerindeki 3 senelik bir dönem dışında, şampiyonluğa oynadığı dönemde kadro kalitesi açısından bu sıkıntısı hiç olmadı. Rajon Rondo’nun, hala ligde adı elit seviyede geçtiği zamanlarda ilginç bir istatistiği vardı. Ulusal Kanalda verilen maçlarda ortalaması nerdeyse Triple Double’a yakındı. Kobe’de ise buna benzer bir durum 2003-2004’te yaşanmıştı. Tecavüz suçlamasından yargılandığı donemde, mahkemeden sonra çıktığı her maçta coşuyordu. Kobe, kendisine ilginin yüksek olduğu dönemlerde bundan çok iyi besleniyordu. Ve kesinlikle yuhalanmaktan, insanların nefretini görmekten zevk alıyordu.

Amerikanların artık cılkını çıkarttığı “competitor” kelimesi Kobe için sayısız kez söylenmiştir. Bu kelimenin İngilizcedeki anlamı kadar zeminini dolduran Türkçe karşılığı bence yok, ama hırslı ve rekabetçinin karısımı olabilir. Kobe’nin Jordan’a bugüne kadar en yakın atlet olduğunu düşünsem de bu kategoride Jordan’a biraz fazla yanlamaya çalıştığını düşünüyorum. Kobe kesinlikle hırslı bir adam, ama onun bu yönünün Jordan’a gereksiz derecede ve hatta cogu zaman gereksiz yere ayni metaforlarla benzetildi. Bunun için kimseyi akademik yazılar yazıp ikna edecek delilim tabii ki yok. Mesela Jimmy Kimmel gecen sezon Nick Young’in kazanılan nadir maçlardan birinin sonundaki fazla mutlu röportajını Kobe’ye gösterdikten sonra yorumları. Son olarak da “competitor” karakterinin pazarlaması için 2011’de kaybedilen Miami maçı sonrası gecenin bir yarisi gidip sut çalışması falan. Bana yapmacık geliyor. Kobe her zaman çevresinde olan bitenden rahatsız ve uyumsuz bir tip gibi geldi bana. Bunları tabii ki sadece yaptığım gözlemler ve okuduklarım ölçüsünde söylüyorum ve bunlar son derece sübjektif görüşler, aksini iddia etmiyorum. 



Kobe’yle Jordan hep aynı cümle içinde kullanılır. Hatta 81 attığı sene ESPN’in “Like Mike... Just better” gibisinden bir baslığı atmayı düşündüğüne dair bir şeyler okuduğumu da hatırlıyorum. Jordan tarihin gelmiş geçmiş en büyük sporcusu. Kobe, ona benzeyen yönleri olan, ona çok benzemek istediği yönleri olan ama biraz fazla kasan biri gibi gelmiştir bana. Jordan’in doğuştan sahip olduklarına, Kobe sonradan sahip olmak istedi. Phil Jackson, yanlış hatırlamıyorsam Lakers’in rezalet 2004 sezonunu anlattığı kitabında, Kobe ile Jordan’in ilk buluşmasını anlatır. Kobe, Jordan’i ilk gördüğünde "Seni bire birde yenerim" demiş. Tabii ki Jordan çok ciddiye almamış. Jordan lige girdiğinde yarattığı etkiyle ve devamındaki başardıklarıyla, elde ettiği statüyü organik olarak almış bir sporcu. Kobe ise, o statüyü hak ettiğini gözümüze sokmaya çalışan bir sporcuydu. Ama bu paragraftaki tüm negatif olduğunu düşünebileceğiniz cümlelere rağmen, Kobe’nin daha kariyerinin çok başında kendine çıta olarak Jordan’ı görmesi takdire şayan bir olay bence. Kobe, Jordan olamazdı; kimse de olamaz. Ama ona oyun olarak en yakın elde edebileceğimiz buydu. 1992 Dream Team’i hiçbir zaman maçın tehlikeye girdiği bir duruma girmedi. Ama girse topu kimin alacağını biliyoruz. 2008 Takımı ise o duruma girdi. Ve o İspanya maçını Kobe aldı.

Tüm bu nefret söylemlerine rağmen, Kobe’nin bu oyuna verdiği öyle büyük bir saygı var ki, işte o noktada benim gibi nefret edenler bile bugün ona sempati duyar hale geliyor. Garnett sayesinde Minnesota taraftarı olduğum için, 2008 ve 2010 finallerinde kimi tuttuğumu az çok tahmin edebilirsiniz. 2008 finali 6. maçında, fark yirmilere çıkmışken bile tam olarak güvende hissedemiyordum. Bu rahatsız edici, sürekli “başımıza ne gelecek acaba” hissini, taraftarı olduğum United'ın 2011 CL finalinde Barcelona ile oynadığı maçta hissetmiştim mesela. Kobe o derece büyük bir topçuydu. Fifa oynarken 2-0 öne geçsen dahi nanik çekmekten korktuğun arkadaşındı Kobe. Shaq sonrası dönemde en akılda kalan Playoff performansı benim için maalesef 2010 7. Maçıdır. Kobe, maçı, neredeyse şampiyonluğu eliyle verecek duruma getirse de şutu ne zaman kaldırsa gireceğini düşündüm.

Kobe, "peak"ini yaşadığı dönemde, ligde yetenek bakımından tek değildi. Carter, T-Mac, Iverson ve hatta LeBron en az onun kadar yeteneklilerdi. LeBron biraz da medya ve mahalle baskısıyla kendini geliştirmek zorunda kaldı. Ama Kobe’yi, mesela diğer üçünden ayıran iş ahlakıydı. Kobe, öyle ya da böyle hepsinden daha çok çalışarak, emek harcayarak, 20 senelik bir kariyere ve mükemmel bir CV’ye sahip oldu. Diğerlerinin de gıpta edilecek CV’leri var tabi ki, ama Kobe’ninki tartışma kabul etmeyecek kadar üstün. Kobe’nin takım arkadaşlarını bezdiren yönlerini yazsam da, kabul etmek gerek ki Kobe’nin yöntemi bir şekilde başarılı oldu. 2012-2013’te aşil tendonunu kopardığı zamana dönelim. Kobe’nin yerine T-Mac olsa, o takım Playoff yapabilir miydi? Ya da Carter, aşil tendonunu koparacak kadar kasar mıydı? 



LeBron James, ilgi konusunda her cebinden birer Kobe çıkaracak kadar büyük bir psikopat. LeBron emekliliğe ayrılacağı zaman bu kadar ilgi çekecek mi, onu bilemiyorum. Şahsen Kobe’ye duyduğum saygıyı ona hiçbir zaman duyamayacağım galiba. Bugünlerde benim gibi nefret duyanlar bile hafiften sevgiye kaçmışken, Lebron’da bunun olacağını sanmıyorum. Burada Lebron ismini kullanıyorum, çünkü Jordan-Kobe ile baslayip bugün Steph Curry olan "ligin yüzü" oyuncu halkasının bir önceki parçası LeBron. LeBron’a dair pek dile getirilmeyen şey ise, onu izlemenin o kadar da estetik olmaması. Kobe’yi izlemek ise son birkaç seneki dönem dışında hep heyecan verdi. Özellikle 81 attığı sezonki fiziksel durumu inanilmazdi. Sahada her istediğini yapan, Pes 6’da Adriano’yu kontrol edermiş gibi esneyebilen ve fade awayleri, post oyunu ile eskisi kadar zıp zıp oynamasa da, basketbol puristlerine çok zevk veren bir hale geldi. Kobe’yi izlerken “Ya şunu yapsa” diye salisede aklıma gelen ne varsa Kobe onları yapıyordu. Deli gibi spor takip ettiğim hayatım boyunca bu Messi, United’daki Ronaldo, son iki yıldır birazcık Curry , Hagi ve Federer dışında hiç olmadı. Ben açıkçası, 2006 Kobe’den daha iyi bir kişisel performans izleyebileceğimize inanmıyorum. 81’in ise Wilt’in 100’unden daha değerli ve görkemli bir performans olduğunu düşünüyorum. Ve hatta, Kobe sırf bunun için uğraşsaydı, 2006 veya 2007 yılında 100 sayıya ulaşabilirdi diye tahmin ediyorum. 81’in geçilebileceğini de sanmıyorum. 

Kobe’nin aşil tendonunu kopardığı maçın ertesini de en az 81 attığı maç donemi kadar iyi hatırlıyorum. Basın toplantısını ve Facebook postunu gerçekten çok üzülerek takip etmiştim. Garnett, Duncan, Kobe, Iverson, Kobe döneminin artık yavaş yavaş kapandığını ilk kez orada düzelerek fark ettim. Kobe’nin o yaşında öyle bir sakatlık yasadıktan sonra bile, dönmek için gösterdiği bu irade, onun kariyerinin en az dile getirilecek başarılarından biri. Bu görkemli kariyer içinde bu pek basari gibi gelmeyebilir, ama gerçek bir irade ve başarı öyküsüdür bence.

Kobe’den nefret ettim, gıcık kaptım, basarisiz olmasını istedim. Daha sonra ona saygı duydum, sempati duydum ve galiba sevmeye başladım. League pass’i açtığımda, Lakers’ta Kobe’nin oynamıyor olmasına bir süre alışması zor olacak. Zaten insanı en çok, varlığını garanti gördüğü şeylerin gitmesi garip hissettiriyor. Onun başarısız olmasını istemek bile zevkliydi, çünkü bu hep düşük ihtimal oldu. Onu formunun zirvesindeyken izlemek ise beni, Jordan’ı, Maradona’yı kariyerinin zirvesinde izleyip anlatanlar kadar şanslı hissettiriyor. Kobe bu gece tarihin en büyük Lakers oyuncusu olarak kariyerini sonlandırıyor. Ve galiba bizim jenerasyonun, artık yavaş yavaş orta yaşlara gelmeye başladığını kabul etmesi gerekiyor.


Vino


Bugün (artık) son. Kobe hakkında yarını takip eden günler içerisinde, çoğu çeviri olmak üzere, birçok yazı yayınlayacağız. Bu da giriş olsun. Mart '98, Fast Break dergisi. Genco Kobe. Henüz Adidas giyiyor. Üstünde isminin baş harfleri ve numarası bulunan parmaklık kullanıyor. Saçlı.





Yukarıdan devam edilebilir aslında belki:

5 yüzük kazanmaması gerekiyordu.
Mvp olmaması gerekiyordu.
18 kere All-Star olmaması gerekiyordu.
81 sayı atmaması gerekiyordu.

Daha da gider.
Ulan tam reklam metni gibi ha bu da. Böyle siyah bir fon. Kobe görünüyor arada. Sonda da Mamba logosu falan. Aha yazdık işte 30 saniyede. Çeksin birileri. Belki de vardı zamanında böyle bir şey.

Nerden Nereye 198




Sokak


90'lar futbolunu seven ya da azıcık bilen biri için "Mediolanum" kelimesinin manası vardır. Bir şirket ismi (ki hem de Berlusconi'nin şirketi) olduğunu bilmese bile, tahmin etmesi zor değildir. Forma-reklam özdeşleşmesinin en ileri örneklerinden birine ortaklık yapmıştır Mediolanum. Meğer mevzu daha da derinmiş:


Düşünsenize, doğrudan kentin eski ismini bir reklam olarak göğsünde taşıyan bir takım. Hem de tarihin en iyi takımlarından biri. Kulübün altın döneminde (87-92) giyilen forma. 

Bir de şöyle bize yakışan bir işe imza atmışız, bu formayla ilgili, onu da ekleyelim.

(Tiviti alıntıladığım Burçin bey'in hesabını da naçizane öneririm. Hele de tarih, diller, etimolojiye merağınız varsa. Şuradan başlanabilir.)

Bahar



Turuncu ve benzeri renklerin kramponlarda sık kullanımıyla ilgili son günlerden iki örnek.

Peter


1. İki ilave renk fazla. Turkuaz tamam, hem bize kültürel olarak ve ismen daha "yakın", ek olarak bir kere de olsa önceden kullanmışlığımız var, yani bir göz aşinalığı bulunuyor. Fakat siyah da olunca, fazla. Böyle diyorum ama, kırmızı forma birinci formamız olduğu için, belki de tersini söylemeliyiz. Eğer kırmızıya ek renk getirilmek istendiyse, beyazı sade yapabilirlerdi.

Şu var: Eğer bu formaları herhangi bir kırmızı-beyaz renklere sahip takım için düşünecek olursak, alternatif tercihlerle geçirilecek bir yıl sayabiliriz. Ve şahsen güzel bulurum/buldum. Fakat, söz konusu milli takım olunca, hayır. Son dönemde çok sayıda milli takımda deplasman formalarında "alakasız" renkler gördük. Dönem trendi diyebiliriz. Bunu iki formaya yayınca olmaz.

2. Bana mı öyle geldi bilmiyorum, ama forma satışı için Federasyon ve Nike biraz daha harekete geçmiş gibi. Talihsizlik şu ki, eldeki formalar cesur tercihler, ve talebi azaltacaktır.

(Ek: 80 bin rakamı açıklanmış. Fena değil. Dahası da gelecektir turnuvaya doğru ve turnuva esnasında.)



3. Tanıtım fotoğraflarında, kırmızı formada yer alan bayrağın etrafında bir siyah çerçeve görüyoruz. Dünkü maçta ise gördük ki, bu çerçeve yokmuş aslında. Bunun ne önemi var, şu var: Biz normal milli takımlar gibi federasyon logosunu kullanmadığımızdan, kırmızı forma üstünde bu bayrağın başlayıp bittiği yer (çok yakından bakmadan) genelde belli olmuyor. Etrafına beyaz bir çerçeve konması lazım, konmuyor.

Manzara üstteki fotoğrafta olsa bile çok fark etmez, çünkü zemin yüzünden (siyah katkısıyla daha koyu bir kırmızı) görünürlüğü azalacaktır.

(Ek: Bir yerlerde Spiderman yakıştırması vardı, kırmızı forma için...)

4. Bayrak demişken, şunu da eklemeli: Bizim milli takım formamızın bir kendine haslığı varsa, bu da ortadaki şeritten ibaret. Onun haricinde iç saha formamızın (yani kırmızı) İspanya, Çek Cumhuriyeti, Çin, yahut Belçika'dan pek farkı olmuyor. 4 dönemin ardından (ki son ikisinde de beyaz değildi şerit, koyu kırmızı ya da desenle vurgulanmıştı) şerit bu kez yok. Bunun vazgeçilebilir bir ayrıntı olarak görülmesi iyi değil.

En azından birinde kalabilirdi. Bu da (aslen beyazda olmasına rağmen) madem iç saha formamız kırmızı, onda olmalıydı. Beyazı yine turkuazlı yaparsın. Aynen Euro 2008'de olduğu gibi yani.



5. Beyaz-turkuaz birlikteliğinin kırmızıyla oluşturduğu kontrast çok hoş duruyor.

6. Kırmızı formadaki çorap güzel, diğer takımlarda da gördüğümüzden. Fakat beyazda nedense farklı; son 2 sezonda Nike giyen çoğu takımda gördüğümüz tasarım var. Bu olumsuz.
(Bunu iptal edebiliriz. Dün oynanan Karadağ maçında, diğer formadaki tasarıma sahip çorabı kullandılar. Beyaz-turkuazın giyildiği ilk maça ya yetişmedi, ya da unutuldu filan.)



7. Daha önce burada milli takımla alakalı yazdıklarımda kombinasyonla ilgili cümleler de vardı. Bizde gelenek olarak bu yok. Arada giyiliyor, bir kısmı zorunluluktan. Bu kez iki formada da farklı şekilde kombinasyona gidilmiş, ki bu da olumlu hanesine yazılır. İkisini de aynı şekilde, kakalar gibi bir muamele olmamış. 

8. Ve bütün bunların gelip dayandığı yer: Yazıya ilk başladığımda soru olarak yer vermiştim, Fatih Terim'in karar aşamasında ne kadar eli olduğuna dair. Ve tahminimi yazmıştım. O arada bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinme şansım oldu ve emin oldum. Diğer Nike giyen takımlar çok benzer tasarımlara sahip formalar giyerken (gerek o göğüsteki zırh deseni, gerek omuzlarda farklı renk olması, gerek kombinasyonların şort yerine çorapla yapılması), bizde işin kendine has durumda olması da, bir kanıtı. Bu aslında bir yerde güzel, çünkü bir şekilde o tekdüzeliğe bulaşmamışız. Ama sonuç genel olarak olumsuz. 

Sonuçta "Türkiye Futbol Direktörü" ünvanına sahip adam. Sanırım şu da kendilerinin başının altından çıkma. Ayrıca Galatasaray'daki ikinci dönemi ve Euro 2008'den sonra üçüncü kez turkuazı devreye soktuğunu görüyoruz Terim'in. 

(Bilgin Gökberk, olayı başka açılardan ele almış. Ve birçok kişinin de buna aklı yatacaktır. Keşke çıkıp "Hocamız karar vermiştir, tasarım ve renklere" diye açıkama yapılsa, ama olmayacağını hepimiz biliyoruz. Yanlış bilindiğiyle kalacak bu da, birçok şey gibi.) 

Nerden Nereye 197




Tekrar


3 sene önceki Nike'ın hakem formaları gibi. Logoyu aynı renk yapıp yedirmişler -- ve yakından bile zor görünüyor. Bunu bilmediğin zaman da, "markasız" sanıyorsun, gözünde konumu değişiyor: Kalitesiz, ne idüğü belli olmayan ürün sanıyorsun.