Onlar
Blog İnsanları
-
-
-
-
-
-
-
-
Yirmi Beş Sözcük4 yıl önce
-
-
-
-
-
-
NBA'de Poster Gecesi6 yıl önce
-
-
-
-
-
.8 yıl önce
-
-
-
-
-
-
sene sanki ispanya 829 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Doctors Northern Virginia10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIK11 yıl önce
-
Mutluluk Oyunu11 yıl önce
-
Keane vs Vieira11 yıl önce
-
Babylon Dergisi Röportajı11 yıl önce
-
-
OKUYABİLSEYDİK FARKINDA OLACAKTIK.11 yıl önce
-
Kynodontas11 yıl önce
-
-
-
-
-
Wellness Weekend is great as a gift12 yıl önce
-
-
Making music in the winter12 yıl önce
-
GROUND ZERO12 yıl önce
-
-
-
-
-
-
ONCA ET13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Rejected13 yıl önce
-
-
-
-
-
Şirazesi Bozuklar14 yıl önce
-
-
-
Dolduuuu :D14 yıl önce
-
-
-
Taşınıyoruz!14 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Seninki kaç santim? - Greenpeace14 yıl önce
-
-
-
NTV TARİH / EKİM 201014 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Etiketler
- futbol (2111)
- nba (1023)
- basketbol (925)
- forma (749)
- retro (358)
- galatasaray (346)
- nerden nereye (314)
- çıkartma (228)
- barcelona (204)
- kitap (180)
- falan filan (154)
- imaj (129)
- medya (107)
- hayat (99)
- müzik (99)
- san antonio spurs (77)
- fenerbahçe (67)
- güzel formalar (63)
- real madrid (56)
- çeviri (55)
- video (51)
- Beşiktaş (45)
- dünya kupası (45)
- blog (41)
- güzel ikili (38)
- notlar (36)
- transfer (36)
- siyaset (35)
- jenerik (33)
- los angeles lakers (33)
- playoffs (31)
- rap (31)
- sözlü tarih (31)
- euro 2012 (28)
- maskot (25)
- tv (22)
- tbl (21)
- tarih (20)
- dime (18)
- euroleague (18)
- internet (18)
- ncaa (18)
- dergi (17)
- diğer (17)
- güzel (17)
- Kobe (15)
- din (15)
- formula 1 (14)
- tribün (13)
- dizi (12)
- draft (12)
- euro 2008 (12)
- iğrenç formalar (12)
- premier league (12)
- sinema (12)
- kayıp formalar (11)
- baykerahet (10)
- hakan günday (10)
- trabzon (10)
- wnba (10)
- all star (9)
- nfl (9)
- şampiyonlar ligi (9)
- edebiyat (8)
- euro 2016 (8)
- taraftar (7)
- the book of basketball (7)
- bisiklet (6)
- eurobasket 2011 (6)
- kıyamet alametleri (6)
- olimpiyatlar (6)
- tdf (6)
- atletizm (5)
- kitap için (5)
- mizah (5)
- nostalji (5)
- timmy (5)
- lig (4)
- miami heat (4)
- voleybol (4)
- Arda Turan (3)
- Tsubasa (3)
- aforizma (3)
- atar (3)
- direniş (3)
- fantazi lig (3)
- hakem (3)
- obstage (3)
- oyun (3)
- röportaj (3)
- caps (2)
- deron williams (2)
- gezi (2)
- kültür (2)
- lebron (2)
- stat (2)
- tenis (2)
- 2014 (1)
- Rook (1)
- Rookie (1)
- ali sami yen (1)
- and1 (1)
- boks (1)
- brooklyn (1)
- dallas (1)
- doping (1)
- fiba 2010 (1)
- filenin sultanları (1)
- giyim (1)
- gurme (1)
- hip-hop (1)
- howard (1)
- ismet özel (1)
- kadın voleybol (1)
- kurgu (1)
- kırmızı (1)
- mark cuban (1)
- mhk (1)
- mlb (1)
- otomobil (1)
- shaq (1)
- son (1)
- tff (1)
- ultrAslan (1)
- west ham (1)
- world grand prix (1)
- İngiltere (1)
Nerden Nereye 217
Gönderen
L
on 6 Ekim 2016 Perşembe
Etiketler:
futbol,
hayat,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Source
Güzel set, ama yine, maalesef "yine", bir fazla var. Brezilya'da falan ne zaman ana iki renkten iki düz, bir de (takımın tarihine göre neyse artık o işte) desenli yapmayı bırakıp, bir düz, bir de diğer rengin hakimiyetinde desenli yapmaya başladılar acep; bizde çok zaman alacak gibi. Beşiktaş yaptı, kalıcı olur inşallah.
Yeşili şurada kendimce övmüştüm, beyaz da şık. Çubuklu, önceki çubuklularına benziyor, tanıdık manzara. Mavi de güzel, fakat, çok benzediği bir forma var:
Sırf ben, son 4-5 yıldır bu şekilde en az 10 tane "çakışma" fark etmişimdir. Bu işin içinde olan adamlar bu kadar mı kötü hafızaya sahip, ya da nedir, bilmiyorum. 2 sene öncesinin forması yalnızca, 2014 Dünya Kupası. Etraftan kimsenin gözüne de mi çarpmıyor mesela.
Nerden Nereye 216
Gönderen
L
on 29 Eylül 2016 Perşembe
Etiketler:
nerden nereye,
siyaset
/
Comments: (0)
Moon
Nerden Nereye 215
Gönderen
L
on 24 Eylül 2016 Cumartesi
Etiketler:
Beşiktaş,
futbol,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Sucka
Geçenlerde Shaq'ın (nasıl olup da dilimize çevrildiğini merak ettiğim) otobiyografisini okuma imkanım oldu. Zamanında muhterem Atlas bey zaten en mühim yerleri çevirip paylaşmıştı. Ben de haricinde kalan, dikkatimi çekmiş olan yerleri alıntılayayım dedim.
(Söylemeden edemeyeceğim -- muhtemelen daha önce de burada mızmızlandım ama, olsun: Bu dahil [ki son dönemde basketbolla ilgili en çok kitabı da aynı yayınevi çevirdi, NBA'le ilgili olanları en azından] birçok basketbolla alakalı kitabı çeviren kişiler, genelde basketbolla ilgisiz kişiler oluyor. "Point"i "puan" olarak çevirmek başta olmak üzere, birçok temel hata. Hadi çevirmen böyle bıraktı, editör falan? Bir bilene sormak? Yani zaten böyle kitap az çevriliyor diye ben gözardı etmeye çalışıyorum, ama yok yani. Fazla özensiz iş yapılıyor gibi.)
"Dedemin zengin olma hayalleri vardı ve bu yüzden her gün bana ve kuzenim Andre'ye bir dolar verip, bizi Quick Pick piyango bileti almaya yollardı. Ekmek almamız için de bir dolar daha verirdi. Kuzenim ve ben girişimci ruhlara sahiptik. Quick Pick aldıktan sonra, bir dolarlık ekmek yerine daha ucuz olan altmış sentlik ekmekten alır ve kalan kırk sentle de sakız alırdık. Ev halkından biri "Neden bu ekmek bir kere olsun taze olmuyor?" diyene kadar bunu birkaç kez yapmıştık. Yalanımız ortaya çıkınca, çılgın dede pataklama konusunda övgüye değer bir performans sergilemişti." Sayfa 23
"(Philip'in) Bana verdiği ilk kitaplardan biri, Kareem Abdul-Jabbar'ın otobiyografisiydi. Tamamını okudum. Kitabın bir bölümünde, Kareem'in soya fasulyesine yatırdığı tüm parasını nasıl kaybettiğinden bahsediliyordu. Kendi kendime dedim ki, 'Zengin olunca bu benim başıma gelmeyecek.'" Sayfa 24
(...)
Kalabalık coşmuştu. Tribünde oturuyordum ve etrafım çılgına dönen yirmi bin kişi ile sarılıydı. Bu insanlar beni tanıyor, dedim içimden. Çevreme bakındım ve o güne kadar gördüğüm en yaramaz kızları gördüm. Bana el sallıyorlardı. İçlerinden birine, 'Buraya gelirsem, sen ve ben arkadaş olur muyuz?' dedim. Bana göz kırptı, öpücük attı ve 'Kesinlikle' dedi.
İşte bu kadardı. Louisana Devlet Üniversitesi ile anlaşmayı imzaladım." Sayfa 55
"İlk albüm sırasında herkes benimle bir şeyler yapmak istiyordu. Şimdiyse, arayıp iki yüz bin dolar karşılığında yapacaklarını söylüyorlardı.
Diğerleri gibi olmayan sadece iki kişi vardı. Biggie Smalls ve Jay-Z gerçekten kral adamlardı. Benden tek kuruş istemediler. 'Dostum, senin müziğini seviyoruz. Sen gerçek bir rapçisin' demişlerdi." Sayfa 107
Polis Akademisi'nde eğitim aldığı dönemden: "Polisler bana bok gibi davranıp verdikleri emirlerle, kulağıma bağırarak büyük bir zahmete katlanmışlardı. Ben zaten bu şekilde büyümüştüm. Bana göre hava hoştu.
Psikolojik olarak beni mahvedemediklerinde, 'Yere yat ve yirmi şınav çek' diye bağırıyorlardı. İçimden gülüyordum; çünkü 'Eğer babam olsaydı yüz tane çektirirdi' diye düşünüyordum." Sayfa 197
Araka arkaya üç maç kazanıp durumu 3-2 yaptıktan sonra tekrar Dallas'a gidip bu işi bitirmeye çalışacaktık. Pat içeri girdi ve 'Herkes yanına sadece bir takım elbise alsa iyi olur. Bu işi tek maçta bitireceğiz' demişti. Gayet ciddiydi. Çocuklara 'Eğer iki valiz alırsanız, evde kalmanız daha iyi olur. Sizi bu otobüse bindirmem' demişti ve gerçekten de otobüse binerken, yanımıza aldığımız giysileri kontrol etti." Sayfa 238
"Sanırım, Tim Duncan hakkında düşündüklerimi (önceki sayfalarda) net bir şekilde ifade ettim. Gelmiş-geçmiş en iyilerden biri. Spurs, biraz da Timmy'yi korumak için hücumunda değişikliğe gitmişti. Her zaman bir taım oyuncusu olduğu için onu hiçbir zaman yakınırken göremezdiniz. 2010-2011 sezonunun baharında tuvalette Gregg Popovich ile karşılaştığımda ona Timmy'nin nasıl olduğunu sormuştum. Pop da, "Dizinde eklem aralığı daralması var" demişti. Muhtemelen bir-iki yılı kalmıştır." Sayfa 330
Nerden Nereye 214
Gönderen
L
on 19 Eylül 2016 Pazartesi
Etiketler:
Beşiktaş,
futbol,
hayat,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Nem
Yukardaki, 13-14 Chelsea iç saha.
Aşağıdaki ise, bu sezonun, yani 16-17 iç saha forması.
Oldukça az fark var. Hatta fotoşop falan, üç çizgiyi omza koyup da görsek, "La aynısı" desen dersin. Sadece 3 sezon sonra bunu yapabilmelerinin sebebi, bu sezon üç çizginin (muhtemelen bir sezonluğuna) omuzdan terk-i diyar eylemesi. Ama bunu da önlemenin yolu yok mu, var; yakayı farklı tip yapardın, olur biter.
0
Bursa'nın bu sezonki yeşili, reklam falan derken öyle bir hâl almış ki, armayı çıkarıp Werder'e giydirsen, zerre sırıtmaz. Ki zaten 2010'ların başında buna benzer 1-2 iç saha da giydiler hani.
Nerden Nereye 213
Gönderen
L
on 8 Eylül 2016 Perşembe
Etiketler:
fenerbahçe,
futbol,
galatasaray,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Herif aşırı çabuk geri döndü ama, yine de.
Ayrıca şöyle bir şeye de rastgeldim (bu da 213-b olsun):
En en fazla "sempati" düzeyinde bir şey vardır, o da belki. Yine de güzel.
San
Bu ara Gol'ü okuyorum da, oradan birkaç alıntı:
"Taa en başta formalarımıza insancıl mesaj içeren sloganlar koyma fikri aklımıza geldi. Ancak, o ilk dönemde kulübün içinde bulunduğu mali koşullar nedeniyle bu alanı bir miktar reklam geliri elde etmek için kullanmamız gerektiğinden, bu düşünceden hızla vazgeçtik. FC Barcelona, formasını iyi bir gelir kaynağı olarak değerlendirmeyen tek büyük kulüptü. Paraya ihtiyacımız vardı ve o günlerde eğer ticari bir sponsorluk anlaşması yapmadıysak, bunun nedeni, üyelerimiz tarafından çok değer verilen bir geleneği bozmak pahasına da olsa FC Barcelona tarihinde ilk kez formamıza reklam almayışımızdan değil, istediğimiz kadar parayı verecek bir şirket bulamayışımızdandı." Sayfa 66-67
"Bu oyuncuların ortak paydası, mutlak kazanma arzularıydı. Yaradılıştan gelen güçlü güdüleri vardı ve ayrıca hem bireysel, hem de ekip olarak bir yenilmezlik ruhu yaratıyor ve zaferin bizim olacağı inancını veriyorlardı. Ronaldinho'nun bie zaferi getireceğine inanmakta ne kadar haklı olduğumuzu hatırlıyorum. 2003 yılında, Camp Nou'da art arda aldığımız üç yenilgi, yani ezeli rakiplerimiz Real Madrid, Valencia ve Deportivo'ya karşı bozgunlardan sonra, Brezilyalı yıldızın zafere olan inancını yinelemesi, herkesi heyecanlandırmış ve bir coşku seli yaratmıştı. 'Neden bu kadar endişe duyduğunuzu anlamıyorum. Biz çok iyi bir takımız ve sonuçta kazanacağız. Her şey istediğimiz gibi olacak.' Soyunma odasından sahaya çıkan koridorda 'Vamos! Vamos!' diye haykırarak adanmışlığını arkadaşlarına ilan etti. Ve öyle de oldu. Her şey mükemmel gelişti ve sonunda biz kazandık." Sayfa 75-76
(...)
"Frank Rijkaard da 2003'te aynen böyle davranmıştı. Talepkar ancak adil bir teknik adamdı. Slovakya'da SK Matador Puchov takımına karşı oynanan bir UEFA Kupası maçını anımsıyorum. Maçtan hemen önce, sahaya çıkacak takım açıklandıktan sonra, maçta kilit bir rol üstlenmesi beklenen Gerard Lopez, soyunma odasındayken çalan cep telefonuna yanıt vermişti. Bu durum, takım içi kurallara aykırıydı. Sonuç olarak Rijkaard kendisini yedek başlatarak cezalandırdı. Bu cezayı, Gerard'ın o gün Slovakya'ya götürülen kadrodaki tek oyun kurucu orta saha oyuncusu olmasına ve oynatılmamasının takım için ciddi sıkıntılar yaratabileceği gerçeğine karşın vermişti. Maç pek iyi gitmedi ve Barcelona, kendisinden çok zayıf olan rakibiyle berabere kaldı. Rijkaard, takımdaki mevcut disiplini korumanın, maçın sonucundan çok daha önemli olduğu görüşündeydi. 'Gerard bir hata yaptı ve ben de bu hatayı görmezden gelemezdim' dedi. Rövanş karşılaşmasında Gerard'lı Barcelona, maçı 8-0 kazandı." Sayfa 80
"FC Barcelona'nın Geovanni Deiberson ve Fabio Rochemback adlı, pek tanınmayan ve Avrupa futboluna yabancı iki genç Brezilyalı oyuncuyla sözleşme imzaladığı dönemin futbol şube sorumlusu ile yaptığım bir görüşmeyi anımsıyorum. O zamanki şube sorumlusuna bu işi neden yaptığımızı ve niçin o kadar para ödediğimizi (birincisi 18, ikincisi 12 milyon euro) sordum. Şu yanıtı verdi: 'Bana Rochemback'ın Neeskens'e benzediği ve Geovanni'nin yeni Garrincha olduğu söylendi. Bu kadar hata yaptıktan ve bu denli şanssızlık yaşadıktan sonra artık bir şeylerin yolunda gitmesi gerektiğine, bu transferlerin yararlı sonuç vermesinin adil olacağına inandım.' Bir başka deyişle, belli ki ilahi adalet sayesinde kendilerinin daha önceki hatalarının ve şanssızlığının telafi edileceğine kanaat getirmiş ve bu gerekçeyle FC Barcelona'nın iki genç ve görece tanınmamış oyuncu için 30 milyon euro harcamasına karar vermişti." Sayfa 3-4
(...)
"Biraz ileri giderek söyleyebilirim ki, Cesc Fabregas'ın o günlerde FC Barcelona'dan ayrılmasının temel nedeni, kulüpte kimsenin onun gelecekteki kariyeriyle ilgili bir plan yapmamasıydı, oysa Arsenal'in açıkça teklif ettiği şey buydu. FC Barcelona, 2011 yılında Fabregas'ı 40 milyon euro ödeyerek Arsenal FC'den geri aldığı için, bu oldukça özgün bir vakadır. Messi ve Bojan'da daha iyi iş yaptık. Yalnızca sözleşmeye ilişkin konular ve kulüpteki konumlarını değiştirmekle kalmadık, ayrıca teknik adamların değerlendirmesine bırakılan asıl takıma geçiş dışındaki tüm kategorilerde oynayabilmeleri için, oyuncunun yaşı yerine performansını ve potansiyelini baz alan esnek grup uygulamalarıyla kariyer akışlarında değişikliğe gittik." Sayfa 134-135
(...) Riquelme'yi bir süre önce evine bırakan bir kulüp çalışanı, onun Barcelona'ya geldiği ilk günden itibaren, yani bir yıldır yaşamını sürdürdüğü ortamı anlattı: 'Dairesi hemen hemen boştu. Salonda yalnızca, üzerinde kareli örtüsüyle bir masa ve birkaç sandalye gördüm. Bir sürahi de mate vardı, hepsi o kadar. Fotoğraf falan yok, sadece birkaç kişisel eşya.' Bir başka deyişle Riquelme, Barcelona'da tam bir tecrit ortamında, ailesinden uzakta, içe dönük ve çekingen kişiliğiyle, aşılması zor olan sürekli bir moral bozukluğuyla yşaıyordu ve bu durumun Van Gaal'in kendisini karşılama şekliyle artık bir ilgisi yoktu. Kulübe de, kente de uyum sağlayamamıştı ve bu koşullar altında kişinin mutlu olması veya futbolda --aslına bakarsanız, yaşamın hiçbir alanında-- başarı göstermesi olasılığı yoktur.
(...)
Riquelme, 1996'da Boca Juniors'la sözleşme imzaladı. İlk kez o zaman tüm yaşamını geçirdiği mahalleden ayrılarak, oradan 35 kilometre uzaklıkta, stadyum ve antrenman tesislerinin bulunduğu kent merkezine yakın, şık bir semte taşındı. Onu iyi tanıyan ve futbol geçmişinin ayrıntılarını bilenler, kendisinin bu değişikliğe asla uyum sağlayamadığını söylerler. Daha sonra Don Turcuato'da, doğduğu yerden yalnızca birkaç yüz metre uzaklıktaki El Viejo Vivero semtinde çok hoş bir ev yaptırdı. Buenos Aires'e uyum sağlayamadığı için, geldiği yere geri döndü." Sayfa 119-120
"Teşvik ödüllerini doğru belirlemek son derece önemlidir. Futbol gibi bir takım sporu, ekip ödülleri oluşturmayı gerektirir. 2003'te, Arjantinli oyuncu Javier Saviola'nın sözleşmesinde, attığı her gol için 6.000 euro ek prim alacağına ilişkin bir madde vardı. Bu maddeyi gördüğünde Frank Rijkaard'ın ne kadar öfkelendiğini hatırlıyorum: 'Bu bazı şeylerin nedenini açıklıyor!' diye haykırmıştı. Rijkaard, Saviola'nın sahadaki tavrını, teşvikle ilgili o maddeye bağlamıştı. Bir futbolcunun sahadayken kazanacağı paraya değil, galibiyete odaklandığı varsayımıyla, ilk bakışta bu uygulamada bir sorun olmadığı düşünülebilir; ancak Saviola'nın, belki de farkında bile olmadan, pas vermekle şut atmak arasında kararsızlı yaşayabileceğini, yani 6.000 euro gol atma priminden etkilenip etkilenmeyeceğini bilemezsiniz. Gerçek ne olursa olsun, Frank Rijkaard bu durumdan hiç boşlanmamıştı." Sayfa 143
(...)
"Bu durumu, 2006-07 sezonunda uyguladığımız stratejiyi açıklayarak sizin için örnekleyeceğim. Duyumlarımıza göre, büyük kulüpler çok sayıda transfer yapacaklardı ve fiyatların yükselmesi bekleniyordu. Portekiz'e giden Manchester United, o dönemde 30 milyon euroya Porto kulübünden genç Anderson'u ve 20 milyon euroya da Nani'yi renklerine bağlamıştı. Bu gelişmeler nedeniyle, çok hızlı harekete geçmeye ve transferleri ilk bitiren olmaya karar verdik. Kulübün futbol şubesi, istedikleri futbolcuları saptayabilmek için sezon boyunca çalışmalarını sürdürmüştü. Biz de, sezon bitişinin hemen ertesi gününde, kulüp ve oyuncularla görüşmeleri başlatıp, birkaç hafta içinde transfer işlemlerini noktaladık.
Çabuk davranmamız sayesinde 24 milyon euroya Henry, 15 milyona Abidal, 9 milyona Yaya Toure ve 17 milyona da Milito transferleri gerçekleşti. İlerleyen günlerde, rakiplerimiz çok daha yüksek bedeller ödemek zorunda kaldılar. Örneğin Real Madrid, Robben için 36 milyon, Pepe için 30 milyon ve Drenthe için ise 13.5 milyon harcadı. Atletico Madrid, Forlan karşılığında 26 milyon euroyu gözden çıkardı." Sayfa 151
"Bir rakibin fikirleri önemli görünmezse onları hiç dikkate almazdık. Örneğin, o dönemde Real Madrid, sözleşmeli oyuncularının görsel kullanım haklarından doğan kazançlarını kulüple paylaşmalarını gerektiren bir anlaşma maddedi oluşturmuştu. Kendilerine daha yüksek maaş ödemeleri karşılığında, oyuncuların kişisel reklam gelirlerinin yüzde 50'sine, sözleşmeye dayalı olarak kulüp el koyuyordu. İlk bakışta iyi bir fikir olduğu izlenimi veriyordu. Bellibaşlı medya yıldızları, aldıkları ücrete denk ya da onları aşan tutarlarda reklam geliri elde etmeye alışıklardı. Bu nedenle kulübün, söz konusu gelirlerin yarısını almanın iyi bir iş olduğundan kuşkusu yoktu.
Ne var ki, bunun kötü bir fikir olduğu ortaya çıktı ve sürekli bir anlaşmazlık kaynağına dönüştü. Futbolcuların dikkatlerini asıl önemli konulara; antrenman, maç ve galibiyete odaklamaktan uzaklaştırdı. Bir oyuncunun reklam etkinlikleri, antrenman programıyla çakışırsa, antrenörün kararıyla, ikincisi öncelik kazanmalıdır; ancak eğer reklam gelirlerinin yarısını alacak olan kulüple antrenör arasında bir çıkar çatışması oluşursa, bu onun ekip üzerindeki hakimiyetini daha da zorlaştırır. Galacticos dönemindeki eski Real Madrid hocası Mariano Garcia Remon --bence biraz da abartarak-- her şeyin futbolcuların ticari işler ve reklam günlüklerine bağlı oluşu nedeniyle antrenman programı bile planlayamadığını söylüyordu." Sayfa 177
(...)
"Futbolda durum hep böyle değildi. Ben biraz daha ileri gidip diyeceğim ki; Real Madrid, Galacticos zamanında, beklendiği kadar başarılı değildi, çünkü kazanamadılar, yani yeterli sayıda maç ve kupa kazanamadılar. Aslında, ürün yeterince iyi değildi. Bir seferinde, üst düzey bir Real Madrid yöneticisinin, işin püf noktasının kadroda yıldız oyuncular bulundurmak olduğunu söylediğini duymuştum. Sanırım, ambalaj ve ürün birbirine karıştırılıyordu. 2010'da, Jose Mourinho'yla imzaladıkları sözleşme, konuya yaklaşımlarında yeni bir mantık oluştuğunu gösteriyordu: Acilen kupa kazanma ve ezeli rakipleri FC Barcelona'nın şampiyonlu serisine son verme gereği. Manchester United'ın 2003'te hız kestiğini ve kulübün ancak yeniden kazanan bir takım oluşturması sonrasında toparlanmaya başladığını görmek de ilginçtir. Futbolda iyi olan ürün, kazanan bir takımdır." Sayfa 193
Nerden Nereye 212
Gönderen
L
on 1 Eylül 2016 Perşembe
Etiketler:
futbol,
hayat,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Nerden Nereye 211
Gönderen
L
on 29 Ağustos 2016 Pazartesi
Etiketler:
futbol,
hayat,
nerden nereye
/
Comments: (0)
Kırmızı, Beyaz ve Bronz: Amerikan Basketbol Milli Takımı'nın Çöküşü ve Yeniden Doğuşu (4. Bölüm)
Gönderen
L
on 25 Ağustos 2016 Perşembe
Etiketler:
basketbol,
çeviri,
nba,
olimpiyatlar,
sözlü tarih
/
Comments: (0)
(İlk üç bölüm için:)
Bölüm 3: "Bir kültür yarattık"
Atina'da altına ulaşamamanın neticesinde, Milli Takım'da bazı sıkıntıların olduğu açıktı. Dünya, onları yakalamıştı. Artık Birleşik Devletler, 12 All-Star'ı bir araya getirip, onların zaferi getirmesini bekleyecek konumda görünmüyordu. Ama bu sadece saha içinde hallolacak bir şey değildi; takımın etkisi, hem yurtiçi, hem de yurtdışında azalmış vaziyetteydi.
Amerika takımı, prestij kaybına uğramıştı. Dream Team aurası silinip gitmişti. Milli takım, Atina'da ülkelerini temsil etmek isteyen oyuncular bulmakta zorlanmıştı. Eğer Birleşik Devletler tekrar basketbol dünyasının zirvesini geri almayı umuyorduysa, yapılacak işleri olduğunu biliyorlardı.
Stern: Neredeyse ülkeni temsil etmenin anlamsız hale geldiği bir ortam oluşmuştu, ve milli takımın için oynamanın tekrar havalı bir şey olmasını sağlayacak şeyler yapma kararı almıştık.
Jackson: Yunanistan'ın ardından her şey incelemeye alınmıştı. Her şey değerlendirme altındaydı: oyuncu seçimi, antrenman, ihtiyacımız olan, bizi uluslararası başarı seviyesine ulaştıracak ve bunu sürdürecek oyuncu tipi.
Stern: Jerry’nin (Colangelo), 2004 Atina sonrası nasıl seçildiğini size anlatacağım. Buna NBA’e karşı olan tutum çok kötü olduğunda, bir şeyler yapmalıyız diyerek karar vermiştik.
Granik: Amerika Basketboluyla alakalı insanlara takım oyuncularının komite tarafından seçilmesi yerine, ki 92’den beri bu böyleydi, gerçekten başka birini bulmayı denemeyi ve bu kişinin de koçların kendisinin genel menajerliğini kabul ettiği ve takım üzerinde tartışmasız otorite olan ve en azından oyuncu seçimi konusunda birinci ses olarak kabul görecek bir lider olması gerektiğini önerdik.
Tooley: Bir genel menajer getirmek hakkında konuştuk. Kanada hokey takımının Wayne Gretzky'yi programın başına getirip denetleme yaptırmasını hatırlattım -- buradakinin benzerini.
Stern: Yapının başına getirmek için en uygun kişinin Jerry Colangelo olacağını düşündük.
Tooley: Kimsenin Jerry ile bir sıkıntısı yoktu ve herkes Jerry'nin profesyonellerle ve kolej oyuncularıyla açıkça uyumlu, itibarlı biri olduğunu hissediyordu. Aynı zamanda lise sıralamalarını da dikkate alan bir isimdi.
Stern: Jerry, bütün basketbol çevrelerinde saygı uyandıran biriydi.
Nelson: Jerry ile Phoenix'te 3 yıl boyunca çalışma memnuniyetine eriştim ve size onun spor yöneticileri arasında standardı belirleyen kişi olduğunu söyleyebilirim. İpleri elinden bıraktığı zaman, bence, birçok kişi rahatlayacaktır.
Jackson: Jerry ikonik bir NBA figürü -- çok çok iyi bir lider, çok zeki, yenilikçi ve Amerikan basketbolu hakkında tutkulu biri.
Stern: Onu çağırdım ve "Hey Jerry, harika bir fikrim var. Ne düşünüyorsun?" dedim. Hemen evet diyip demediğini ya da "Sana döneceğim" dediğini hatırlamıyorum, ama eğer bana döneceğini söyleseydi, blöf yaptığını anlardım, çünkü o, bu iş için yaratılmıştı.
Ford: Onu arıyorduk ve dolaylı olarak, bilmese de, o da bir nevi bizi arıyordu.
Colangelo: David kontrolü ele aldı ve beni aradı. "Bak, bütün milli takım programını yeniliyoruz, başına geçmek ister misin?" dedi. Ve benim cevabım şu oldu: "David, bunu yaparım, ama bazı şartlarım var." İlk şartım, özerklikti. Yani koçları seçmek, oyuncuları seçmek, ve şunu söyledi: "Tamam. İkinci şartın nedir?" Ben de şunu dedim: "Bütçe hakkında olumsuz bir şey duymak istemiyorum."
Ford: Mart 2005'te, Jim Tooley ve ben Phoenix'e, Jerry'nin ofisine gittik. Bütün günü onunla geçirdik. Bizim hakkımızda sorular soruyordu. Takımı nasıl bir araya getirdik? Bu ne anlama geliyor, o ne anlama geliyor? Ne doğru gitti, ne yanlış gitti? Nasıl bir tecrübeydi? Yalnızca öğrenmek istiyordu.
Colangelo: Temel olarak, profesyonel sporlardaki deneyimime dayanarak benim için gayet açıktı ki, bir nevi baştan başlamaya, kültürü değiştirmeye ihtiyacımız vardı.
Tooley: Kültürümüz yoktu. 92'den beri yaptığımız, All-Star takımları kurmak ve oyuncularla takımı parlatmaktı. Milli takım programı yoktu, devamlılık yoktu, kültür yoktu. Jerry geldi ve biz bir kültür yarattık.
Ford: Bir buluşma ayarlanmasını istedi: Eski koçlar, oyuncular, herkes. Herkesi bir araya getirmek, takım hakkında konuşmak, insanlardan ne düşündüklerini duymak ve bir şeyler öğrenmek istiyordu. İşte o zaman kiminle anlaştığımızı fark ettim. Jerry büyük düşünüyor, ve büyük davranıyordu; böylece büyük sonuçlar alırdınız.
Colangelo: 1960'tan bu yana çalışmış olimpik koçları bir araya getirmek için Chicago'da bir buluşma ayarladım; sadece iki tanesi gelemedi. Böylece Michael Jordan, Larry Bird ve Jerry West'i de içeren, eski koç ve oyunculardan mürekkep, harika bir grupla eskiyi ve o anı konuştuk.
Tooley: Michael Jordan oradaydı, Dean Smith, John Thompson, Lenny Wilkins, Larry Bird bir oyuncu olarak oradaydı, (Clyde) Drexler, Chris Mullin...
Ford: Jerry West, çok duygusal bir şekilde, milli takımın (kendisi için) öneminden bahsetti. Şöyle dedi: "Evimde, duvarda asılı olan tek forma, ABD forması. Ruslar'a karşı oynamak için sabırsızlanırdım." Kardeşi ordudaydı, ve kendisi de bir olimpik sporcuydu; düşünceleri bunlardı.
Colangelo: Her biriyle olimpik deneyimleri hakkında konuştum, ne gördükleriyle ilgili görüşlerini aldım, ne yapılması gerektiğini dinledim. Koçlar hakkında konuştuk, oyuncular hakkında konuştuk.
Tooley: Neye ihtiyacımız olduğu hakkında konuştuk, nasıl oynamamız gerektiği hakkında, kimlerin koç adayı olduğu hakkında; ve Koç K'nın (Mike Krzyzewski) ismi ortaya çıktı.
Colangelo: Dean Smith'in şunları dediği an sürrealdi: "Bakın, bu işi alıp da hakkını verebilecek saygınlıkta tek bir kolej koçu var, o da Koç K." Ki kendisi, onun en büyük rakibiydi.
Mike Krzyzewski: Dean Smith'i asla düşmanım olarak görmediğimi biliyorsunuz --kariyerimin ilk yıllarında görmüş olabilirim, evet--, ama daha sonraları, Dean Smith, benim için harika bir dost oldu; Michael Jordan, keza öyle. İşin aslı şu ki, herhangi bir sporda herhangi birinin başına gelebilecek en iyi şey bu seviyede bir destek almasıdır. Sana inanmaları ve güvenmeleri… Ne zaman bir kişi sana bu derece güvense, bu, bu harika bir şey.
Stern: Coach K, repütasyon açısından hem uluslararası basketbol birliğinde hem de ABD basketbol topluluğunda eşsizdi. Birçok iyi oyuncunun onun adına oynamak isteyeceğini düşündük.
Krzyzewski: Jerry Colangelo bana sorduğunda ilk olarak eşime danışmam gerektiğini biliyordum, ama bundan daha büyük bir onur olamayacağını da. Bana güvenilmesi, “seninle yan yana çalışıp bunu inşa edeceğiz” denmesi ve hep birlikte bu işin devam edecek olması benim adıma büyük bir tecrübeydi.
Colangelo: Dünya üzerinde olan en iyi uygulamalara baktım, Arjantin ve İspanya gibi. Ulusal takım kadrosu seçme açısından güzel poliçeleri vardı, bizim düştüğümüz ülkenin All-Star kadrosunu oluşturma hatasına düşmemişlerdi.
Tooley: Başlangıçta Jerry, belli isimlere gitmektense, bir oyuncu havuzu belirlememiz gerektiğini söyledi. Değişken olacaktı. Kadroya girecek ya da çıkacak oyuncularımız olacaktı. Bazı oyuncular uygun olmadığı gerekçesiyle ya da sakatlık mazeretiyle çıkabilirdi. Kadronun değişken olmasını istiyorduk.
Tomjanovich: Milli takımda iki ayrı dönemde görev aldıktan sonra, camiadaki bütün arkadaşlarıma bu işin ne kadar zor olacağını söylemek ve öyle herhangi birini takıma alamayacaklarını bilmelerini isterim. Gerçek bir takımınız olmalı.
Jackson: Oyuncu seçimi, bir uluslararası maçta göstermeleri muhtemel olan performansa göre belirlenmişti. Bunu yeterince anlatamayabilirim: pick-n-roll savunması yapabiliyorlar mı, orta mesafe şutları var mı, üçlük sokabiliyorlar mı, pick-n-roll oynayabiliyorlar mı, potayı koruyabiliyorlar mı, hepsine baktık.
Jasikevicius: Bence hangi oyuncuların Avrupa basketboluna ya da uluslararası basketbola uygun olduğunu anladılar, hangi oyuncuların uluslararası basketbolda zorlandığını anladılar. Bence "Hadi 12 All-Star'ı bir araya getirelim" kafasına karşı bir çözüm bulmaya başlamışlardı.
Colangelo: İşin sonraki safhası, her oyuncuyla birebir görüşmek, ne yaptığımı açıklamak, bunu niye yaptığımı anlatmak, onlardan ne istediğim, ve olumlu bir şekilde bu tip, daha sonra olumlu etki yaratacak şeyleri konuşmak oldu. Yaptığımız buydu.
Anthony: Jerry ile olan konuşmamı hatırlıyorum. Wizards'la oynamak için DC'deydik, ve oraya geldi. Hotelde tanıştık; plan ve diğer oyunculardan, herkesi bir araya getirmekten bahsediyorduk; bir nevi, Milli takımla ilgili her şeyi baştan kurmaktan.
Kidd: Bana, benim takımdaki rolümü nasıl gördüğü ve bunun hakkında ne düşündüğüne dair planından bahsetti, ve bence Jerry hakkında söyleyebileceklerim şunlar: Hedefine direkt ateş ediyor, ona güvenebilirsiniz, ve ne diyorsa arkasında duruyor.
Miller: Bence oyuncularla görüşmesi ve onları ikna etmesi, Jerry'nin itibarını arttıracak bir şey: "Bulaştığınız şey bu, ve eğer programın bir parçası olacaksanız, böyle bir şeye dahil olacaksınız." Dümenin başındaki adamla konuşabildiğiniz zaman, sanki bir tutam takımın sahibiymiş gibi hissediyorsunuz.
Tomjanovich: Jerry Colangelo görevi devraldığında sistem değişmişti ve artık daha fazla iletişim vardı. Jerry, yıl içinde bütün oyuncularla görüşüyordu, bir sürü kişiyle ve söz sahibi koçlarla temasta kalıyordu, hepsi iletişim halindeydi, ve böylesi çok daha iyiydi.
Anthony: Bence takımı bir araya getirme şekli ve o süreç; Jerry Colangelo tüm vaktini vererek ve herşeyi bir araya getirerek harika bir iş başardı.
Kidd: Bence Colangelo'ya ve yaptığı işlere baktığınız zaman, o bir rekabetçi ve işe getirdikleri zaman, onun ruhu ortalığı esir almıştı. Kararlı olmak, devamlılık göstermek, Koç K’nın göreve sadece tek seferliğine değil de istikrara dayalı bir şekilde getirildiği bir sisteme sahip olmak, benim düşünceme göre onlar tarafından istenen güvenildiğini ve herkesin anlayacağı bir sisteme sahip olduğunu göstermekti.
Breen: Jerry Colangelo'nun yaptığı, orayı bir güven ortamı haline getirmekti, ve diğer yıldız oyuncularla bağ kurabildiğiniz, Olimpik altın madalyanın Amerikan oyuncular adına olduğu kadar diğer dünya oyuncuları için de ne anlam taşıdığını anlayabildiğiniz bir ortam olmuştu.
Sheridan: Colangelo, biraz küstah bir şekilde gelmişti. "Japonya'ya gideceğiz, Dünya Şampiyonası'nı kazanacağız, Olimpiyatlar'a kalacağız, ve ait olduğumuz yere geri döneceğiz" dedi. Hepimizin bildiği gibi, işler tam olarak öyle yürümüyor.
Anthony: 2006'da, Dünya Şampiyonası'ndan elenmiştik; yani bu, Milli takım oyuncuları için başka bir hançer yarası demek oluyordu.
Tooley: Hayatımdaki en canlı hatıralardan biri, Yunanistan'a yarı finalde kaybettikten sonra, Carmelo Anthoy'nin soyunma odasında söyledikleriydi: "Ouv. Şimdi Venezuela'ya gitmek zorundayız." 2008 Pekin olimpiyatları için elemelerin yapılacağı yerdi Venezuela. O söyledikleri gösteriyordu ki, bu işin içindeki herkes, neyin parçası olduklarını biliyordu.
Sheridan: Jerry için mütevazi bir kayıptı. Koç K için de keza. Olumlu tarafından bakarsak, bundan ders çıkardılar. Bir adım geri attılar, aynada kendilerine baktılar ve şöyle dediler: "Biliyorsun, düşündüğümüzden daha zor olacak. O zaman hadi bundan ders çıkaralım ve bunun üstüne bir şeyler yaratalım."
Tomjanovich: Hemen hemen her zaman tecrübe kazanarak öğrenmek zorundasınızdır, ve onlar da öyle yaptılar. Gerçekten olumlu bir programa dönüştü.
Miller: Altın madalya kazanmamış olsak bile (Dünya Şampiyonası'ndan bahsediyor), bence oyuncular sonraki yıl, yerleşmekte olan kültürün nasıl bir şey olacağını bilerek geleceklerdi.
Stern: Şunu açıklığa kavuşturalım ki, arkanızda bayrak varken oynarsanız, bundan fazlasıyla gurur duyarsınız. Milli takımın durumu bu değildi, ve özellikle Arjantin’e veya Brezilya’ya veya İspanya’ya kıyasla hiç değildi. Onların yaklaşımı bu yöndeydi. Altın madalyayı kazansın veya kazanmasınlar, ülkeleri adına oynadıkları için kendilerini iyi hissettirmenin daha önemli olduğunu düşünüyordum.
Nelson: Uluslararası platformda NBA harici oyuncularla yer almamızla caka sattığımız bir dönem vardı, ve bu pek iyi karşılanmadı. Kendimize fazla güveniyorduk.
Tooley: O zaman dilimi içerisinde takımımıza görgü kurallarını öğretme anlamında iyi bir iş çıkaramadık, nasıl bir elçi olunur, rakiplere nasıl saygı duyulur, uygun şekilde nasıl hazırlanır... İnsanların, ülkemizin bizi desteklemesinden emin olmamız gerekiyordu.
Miller: En sevdiğim nokta, saha içinde ve dışında bir kültür değişimi yaratmaya çalıştık, ve Jerry ile Koç K bunu çok net bir şekilde başardı.
Ford: Koç K bir kültür eksperi. Bir kültür yaratmakta ve insanları ne yaptıklarına inandırma konusunda üstüne yok; ve onları ne yaptıklarının farkında kılıyor. Orduyla buluşma fikrini bulan kişi oydu.
Stern: Koç K ve Jerry, oyuncular ve acemi askerler arasında bir buluşma ayarladı. Ülkeni temsil etmenin nasıl bir şey olduğunu anlamak istiyorduk. Bu adamlar ülkelerini temsil ediyorlar, savaştalar, siz çocukların ülkenizi iyi bir şekilde temsil etme şansınız var ve bence bu çok verimli olmuştu.
Miller: İnsanlar sürekli "Milli takım formamı çok seviyorum" diyip duruyordu, ama biz Kore'deki askerleri ziyarete gidip, onların ne kadar heyecanlı olduğunu görene dek bunu tam olarak anlayamadılar. Bence bu, oyuncuların ülke ile ordu arasındaki bağı anlamasına yardım etti ve buna biraz sahip çıktılar.
Jackson: Jerry'nin felsefesi, Koç K tarafından, şaşılacak bir kusursuzlukta vücuda getirilmişti. Onu harekete geçiren tutku, Birleşik Devletler'i temsil etmekle birlikte yükselmişti;
Breen: Bence Milli takım bu işi tekrar önemli hale getirerek mühim bir olaya imza attı; tekrar burayı oynanmak istenen bir yere dönüştürdüler ve parçası olunmak istenen bir yapı oluşturdular. Bence yapılan en önemli şey, zihniyeti değiştirerek, ülkeleri için gelip oynamanın ne kadar mühim olduğunu vurgulamaktı.
Tomjanovich: Bence (Koç K ve Colangelo), --ki abarttığımı sanmıyorum-- bence onlar halk kahramanı gibi bir şeyler.
Bölüm Dört: "Kendimizi affettirmiş gibi hissediyorduk"
Colangelo ve Koç K, bir parçası olmanın ayrıcalık haline geldiği bir sistem yarattı ve 2008 Pekin Olimpiyatları'ndaki takım, NBA'in en iyileri tarafından oluşturulmuştu.
Dört oyuncu, 2004 ekibinden kalmaydı: Hepsi All-star kalibresinde yetenekler olan, Dwyane Wade, LeBron James, Carmelo Anthony ve Carlos Boozer. Jason Kidd, Atina'yı diz sakatlığı sebebiyle kaçırdıktan sonra, ikinci olimpiyat oyunları için dönüyordu. Chris Paul, Chris Bosh, Dwight Howard, hepsi formlarının zirvesinde şekilde takıma atılıyordu. Ama en büyük ekleme, açık ara, Kobe Bryant'tı.
Milli takım, İspanya'yla finali oynamadan önce, grup aşamasını ve sonraki turları, maçları ortalama 30.2 sayı farkla kazanarak geçti.
Sheridan: Telafi gerekiyordu ve onların istediği şey de buydu.
Tooley: Canlı izlediğim en iyi basketbol maçlarından biri, ABD-İspanya finaliydi; inanılmazdı.
Pau Gasol: Çok çekişmeli bir maçtı, birçok kez liderlik el değiştirdi. Yumruklar yiyorduk, ama yere düşmüyorduk. Son dakikalara ve Kobe kontrolü alana kadar, gerçekten oynaması zevkli bir maçtı.
Miller: Bence 2008 takımının bıraktığı mirasta, İspanya ile oynanan o harika finalin --ki muhtemelen gelmiş-geçmiş en iyi final, rekabet açısından-- büyük payı var. Büyük oyuncular tarafından ortaya konan büyük oyun. Hepsi İspanya potasında biten olağanüstü birkaç Kobe ve LeBron, birkaç da D-Wade oyunu hatırlıyorum.
Gasol: 2004'te asıl adamlarını getirdiklerini düşünmüyorum, onlar (ligdeki) en üst düzey oyuncular değillerdi. 2008 ve 2012'de gerçek kadroyu getirdiler. Farkı yaratan buydu.
Tooley: Herkes bunun büyük bir şey olduğunu biliyordu ve bir şekilde "Redeem (Kurtarıcı) Team" olarak etiketlenmiştik. İspanya'yı yenip şampiyon olduğumuzda, ilk kez eğlencenin rahatlamaya üstün geldiğini hissetmiştim.
Miller: Bence (bu lakap) onlar için cuk oturmuştu. "Dream Team"den ne daha az, ne daha çok uygun.
Kidd: "Kurtarıcı Ekip"in bizim için harika bir isim olduğunu düşünmüştüm, çünkü biz dünyaya, takım halinde ve üst seviyede oynayabileciğimizi göstermeyi istemiştik.
Breen: Müthiş bir arkadaşlık vardı ve bence onlar gerçekten ""Biz en iyisi olarak hakiki yerimizi geri almak adına buradayız" düşüncesiyle birbirlerine bağlanmışlardı ve bu bence gerçekten onları bir araya getirdi.
Miller: 2008'de bunu gerçekten hissettim, 2004 enkazının ardından, ortada daha güçlü bağlar vardı, daha güçlü bir oyun ortaya konuyordu, daha bir ciddiyet bulunuyordu -- ve tekrar, 2004'te gayriciddi bir durum olduğunu sanmıyorum, ama bence bu adamlar bu işi bitirmek için biraz daha tahrik edilmişlerdi.
Kidd: Dört sene öncesine kıyasla değişen şeyin oyunu en üst seviyede oynamak olduğunu düşünüyorum. Ama bu sefer doğru şekilde oynamak istedik ve sadece bir kişiye dayalı oynamadığımızı, bir takım olduğumuzu göstermek istedik.
Sheridan: Bu oyuncular için, tam bir rahatlama ve mutluluk hissiydi; ve gurur ve kutlamalarının hakikiliği.
Ford: Bu gerçekten, gerçekten onlar için anlamlıydı.
Anthony: 2008'deki gibi bir takım yarattığınızda, etraftaki herkesten heyecanlanıyorsunuz, çünkü her bir kişi, farklı bir şey ortaya koyuyor ve rakiplerin güçlü ve zayıf yanlarını anlamak için yollar buluyorsunuz.
Kobe Bryant: Bence takım olarak ortaya koyduğumuz anlayış, altın madalyadan çok çok daha önemli ve kayda değer bir şeydi. Ülkeni temsil etmek, ve ülkeni doğru şekilde temsil etmek. Güzel bir deneyimdi, çünkü birçok genç oyuncumuz vardı, bir sürü. Bence Koç K ve Colangelo bu kültürü yaratarak harika bir iş başardılar.
Breen: Bence dünyadaki en iyi oyuncular açısından standardı belirlediler, NBA'deki en iyi oyuncular bu takımdaydı, ve hepsi kendi bireysel oyunlarından fedakarlık ederek, sadece yeteneğiyle karşısındaki oyuncuya üstünlük sağlamak isteyen yıldız değil de hep bir arada bir “takım” olmayı becerdiler.
Kidd: Bence olay Koç K ile başladı. Bence takım olmaya başlayacağımız ilk günden oluşmaya başladı, bütün ihale tek kişinin üstünde olmayacaktı, birbirimizi motive edecek ve eğlenecektik.
Tooley: Takım inanılmazdı --inanılmaz bir takım-- ve harika bir seriye imza attık.
Ford: Bu oyuncular için sihirli bir şeydi, çünkü sahip oldukları her şeyi bu işe adamışlardı.
Anthony: Bir nevi borcumuzu ödedik gibi hissediyorduk. Biliyorsunuz, uluslararası anlamda, takımın dibe vurmasına sebep olmuştuk. Dünyanın geri kalanı bizi yakalayacakmış gibi hissediyordu, biz de gidip 2008'de kazandık; kazandık ve hatamızı telafi ettiğimizi hissediyoruz.
Üç
Gönderen
L
on 22 Ağustos 2016 Pazartesi
Etiketler:
galatasaray,
kitap
/
Comments: (0)
Özhan Canaydın, Lucescu döneminde kulübe başkan olduğu zaman, ligin bitmesine sekiz hafta vardı. Dört hafta kala ise takım liderdi. Şampiyonluğa sadece dört maç vardı. Galatasaray bir kez daha şampiyon olursa, formasına üçüncü yıldızı takacaktı. Başkan Canaydın, forma satışından para kazanmak için erken hazırlık yaptı. Dört hafta kala üç yıldızlı formalar hazırlandı. Yanındki yöneticiler kendisin uyardı. "Sayın başkanım, ya şampiyon olamazsak bu formaları ne yapacağız?" dediler.Galata Sarayı Efendileri, Halil Özer, sf. 336.
Ama başkanın formülü hazırdı. Eğer Galatasaray şampiyon olamasaydı, formalar Makedonya'ya gönderilip, buradaki Galatasaraylı taraftarlara dağıtılacaktı. Türkiye'de hiç kimse üç yıldızlı formaları göremeyecekti.
Birincisi, O dönemden hatırladığım (ilaveten biraz eski fotolara bakınıp, akranlarıma da sorduğum), maç sonu giyilen üç yıldızlı "tişört"ler, forma değil. İkinci olarak, rahmetli Canaydın'ın tekstilci olduğunu hesaba katınca da, yukardaki cümlelerde asıl kastedilenin tişört olduğunu anlarız.
Bungun
Bu sezon Southampton da, yarak varmış gibi şu nevzuhur markalardan biriyle anlaşmış. İç saha tasarımı da, yukarda gördüğünüz gibi. Ama Nike de, elitler değil de, altındaki o geniş havuz için, bu sezon şöyle bir tasarım hazırladı:
Birçok takımda göreceksiniz bu tasarımı. Antalya'da var hatta bizim.
Mesele şu: Son 3-4 yıldır, her sezon başında böyle çakışmalara/paralelliklere rastlıyoruz. Zamanla azalır mı, artar mı, aynı düzeyde mi gider, göreceğiz.
Nerden Nereye 210
Gönderen
L
on 14 Ağustos 2016 Pazar
Etiketler:
hayat,
nerden nereye,
olimpiyatlar
/
Comments: (0)
Kırmızı, Beyaz ve Bronz: Amerikan Basketbol Milli Takımı'nın Çöküşü ve Yeniden Doğuşu (3. Bölüm)
Gönderen
L
on 12 Ağustos 2016 Cuma
Etiketler:
basketbol,
çeviri,
nba,
olimpiyatlar,
sözlü tarih
/
Comments: (0)
(İlk bölüm. İkinci bölüm.)
Tooley: Acı verici bir deneyimdi.
Miller: Belki Vince'in Frederic Weis'ın üzerinden vurduğu smacı hatırlıyorlar, belki rekabet edecek seviyeye gelene dek gözlerine çok kolay göründü, ve sonra şöyle demeye başladılar: "Uluslararası platformda tecrübeli olan yetişkin adamlara karşı oynayacağım ve artık ABD ile karşılaştığımızda içimizde korku yok."
Anthony: Porto Riko maçı, hâlâ içimde bir yara diyebilirim. Malum, Amerikan Milli Takımı'nın gidişatını değiştirdi denebilir.
Arroyo: Bence bu hayatımı değiştirdi. Kariyerimi olumlu yönde etkiledi.
Jackson: Carlos, NBA'de oynamış bir oyuncuydu; hisleriyle ve sağlam oynayan biri, uzaklardan iyi şutları var, takım arkadaşlarını oyuna sokar. Yani, her şeyi yapabilen biri. NBA'de bir All-Star değildi belki, ama böyle bir maça imza atabildi.
Arroyo: Ve biliyor musun, bu eğlenceliydi? Olimpiyatlar'da ilk maçımızdı ve, başta vali olmak üzere, bir sürü taraftardan mektuplar almıştık. Bu maçın sonunda altın madalyayı kazanmış olmak isterdik, ama öyle değildi.
Jose Calderon (2004-2016, İspanya): Oldukça tuhaftı, herkesin beklediği "Pekala, ABD kötü bir maç geçiriyor" şeklindeydi. Yani bu, turnuvadan önce pek öngörmediğimiz bir şeydi.
Okafor: Mağlubiyeti beklemiyordum açıkçası, bayağı hayal kırıklığına uğramıştım, ama hâlâ aklım altın madalyadaydı.
Granik: Ve biliyorsunuz, Porto Riko pek zorluk çıkaracak bir takım olarak görülmüyordu. 2-3 tane NBA oyuncuları vardı. Yani eğer onlara kaybettiysek, bunun devamının gelme ihtimali de vardı.
2. maçta ABD, evsahibi takım Yunanistan'a karşı, 77-71'lik bir galibiyet aldı. 3. maç ise Avustralya'ya karşı, 10 sayı farkla kazanıldı. Sonra Litvanya geldi; neredeyse ABD'yi turnuva dışına itiyorlardı.
Jasikevicius: Onların mağlup edilebilir olduğunu düşünüyordum, hele de Sydney'in ardından. Onlara karşı yine harika oynamamız gerektiğini anlamıştık, ama birçok zayıflıkları olduğunu düşünüyorduk.
Breen: Dürüst olmak gerekirse, oyunlara giderken, Litvanya'nın bize karşı bir şansı olabileceğini düşünmüştük. Litvanya, ve bir de Arjantin. Sydney'de karşılaşacağımız en güçlü rakipler onlardı ve bize yine zorluk çıkaracaklardı, yani bana göre, endişelenmemiz gereken maçlar bunlardı.
Sheridan: Sarunas Jasikevicius için basitçe bir intikam maçıydı, çünkü Sydney'deki yarı final maçında o son saniye üçlüğü girseydi, ABD'yi yeneceklerdi ve o maçta 28 sayı atmıştı.
Jackson: Muhteşem bir oyuncu, ve bunların sonucunda NBA'den bir kontrat kaptı. 2004'te, bütün turnuvada en iyi iki oyuncudan biri olabilirdi.
Breen: Jasikevicius, uluslararası platformda iyi bir oyuncu değildi; o, büyük maçlarda daha bir ortaya çıkan, harika bir oyuncuydu.
Nelson: Uluslararası maçlar, daha bir kısa maçlar oluyor. Devreler 20'şer dakika. Göz açıp kapayıncaya dek bir devre bitiyor. Bir daha gözünüzü kırpıyorsunuz ve rakibiniz bir seri yakalıyor, ya da Jasikevicius her yerden şut sokmaya başlamış oluyor. Bazen toparlayamıyorsunuz.
Jasikevicius: Maçın en başından beri kendimi gayet iyi hissediyordum.
Songaila: Düşünüyorum da, bu durumda belki ufak bir ülkeden gelmek ve Litvanya'nın ulusal gururu olmak, ülkeni temsil etmek; hepsini bir araya getirdiğinde, bence birkaç Olimpiyat için yeterli motivasyonu sağlayabiliyorsun.
Jackson: Litanya, sadece üç milyonluk nüfusa sahip bir ülke. Ülkenin elit oyuncuları, belirgin bir şekilde, uzun zamandır birlikte oynuyorlardı.
Jasikevicius: 12 All-Star'a ihtiyacınız yok. Bir takıma ihtiyacınız var.
Jackson: Özellikle üçlük çizgisi civarında çok yetenekliydiler, hem de her oyuncuları. Uzunları dışarı çıkabiliyor, guardları çok iyi pick-and-roll oynayabiliyor, ve biz de hücumda onlara cevap verebilecek gibi görünmüyorduk.
Songaila: ABD maçında, biliyorsunuz, Jasikevicius bazı inanılmaz şutlar soktu; kısa beşle oynuyorduk, ben 5 numara oynuyordum ve çok tepeden pick-and-roll'ler oynuyorduk.
Jasikevicius: Timmy'nin orada olması, yıllar boyunca olduğu kadar harikaydı; ama o, Avrupa basketbolu için, belki de pick-and-roll savunmasında yeteri kadar uygun değildi.
Jackson: Bizim ön alan oyuncularımız, uluslararası müsabakalarda, potadan uzaklaşma özellikleri bulunan oyuncuları savunmaya alışık değillerdi. Takım olarak savunma yapma yetersizliğimizin ortaya çıkmaya başladığını düşünüyordum.
Songaila: Bir sürü süper atletten oluşan bir grup oyuncuydu. Sırayla gidersek, Dwyane Wade, Carmelo, LeBron, Stoudemire, Boozer, bütün hepsi oradaydı, ama biz o kadar değildik, yapmamız gereken çok şey vardı. Onları dış şutlarla, orta mesafe oyunuyla yenebilirdiniz. O dönemde güçlü oldukları noktalar değildi, ve bu bizim işimize yaradı.
Nelson: Koçluk yaparken ve onlara madalya kazanmaları için yardım ederken, en deli rüyalarımda bile göremeyeceğim, asla başıma gelmeyeceğini düşündüğüm şey, ABD'yi yenme şansını elde etmekti.
Jasikevicius: Güzel bir galibiyetti, başka bir şey değil. Güzel galibiyetti. Yani, sonucunda madalyayı kazanmadık. Bir kariyere baktığınızda, en önemli şey, kupalar ve madalyalardır ve biz bu galibiyeti taçlandıramadık, çünkü yarı finalde İtalya'ya elendik.
Birleşik Devletler, sonraki maçta geri dönerek turnuvayı 12. bitiren Angola'yı biraz hırpaladı: 89-53. B Grubu'nu 4. bitiren ABD, A Grubu'nun lideri, 24 yaşındaki Pau Gasol'ün sürüklediği İspanya ile eşleşti.
Stephon Marbury, o dönemin rekoru olan 31 sayıyla patlama yaptı ve, İspanya'yı yenip yarı finale giden yolda takımına liderlik etti. Geri dönüp bakınca, Gasol bu maçı, Marbury'nin kariyerinin en iyi maçlarından biri olarak tanımlıyordu. Madalyalar menzile girdiğinde, Birleşik Devletler'in rakibi, Manu Ginobili ve Luis Scola'lı Arjantin'di.
Fabricio Oberto (1996, 2000-2004, Arjantin): Maçı kazandık ve maç bittiği gibi, Nocioni'nin soyunma odasına gidip her şeye vurarak ve bağırarak şunları söylediğini hatırlıyorum: "Yarın ABD'yi yeneceğiz!"
Jackson:
Oberto: Yalnızca oynamaya devam ettik ve onları yanlış pozisyonlara zorlayıp kötü şutlar kullanmalarına ve kötü kararlar almalarına yol açmaya çalıştık. Sadece bir çeyrek oynayamazdık; oynayacak 40 dakikamız vardı ve 40 dakika boyunca gerçekten iyi oynadık.
Andres Nocioni (2004-2016, Arjantin): Benim kafamda, bütün maçı kontrol etmiş gibiydik. Bunu gerçekten başardık. Bence ABD'nin maçı alma ihtimali hiç olmadı.
Tooley: Devre arasında bile, hâlâ bir şansımız var diye hissediyordum. Geri dönebileceğimizi düşünüyordum.
Ford: İlk 10 pozisyonun yedisinde skor bulduklarını söyleme istiyorum. Hücumları gerçekten, gerçekten işliyordu. Pepe Sanchez, Scola iyiydi, Ginobili iyiydi. Cidden çok iyiydiler.
Nocioni: Sağlam olmaya çalıştık, iyi savunma yapmaya çalıştık, oyunu kendi tempomuzla oynamaya çalıştık. Çoğu kez alan savunması uyguladık. Onlara birçok şut imkanı verdik ve kaçıracaklarından emin olmaya çalıştık, ribaundları kontrol ettik ve koşmaya çalıştık.
Sheridan: Arjantin, ABD'ye pick-and-roll'lerle, back-cut'larla ders verdi ve maç yakın bile geçmedi. Arjantin onları neredeyse ezdi geçti.
Jackson: Bizden daha iyi bir takıma yenildik. Bireysel olarak onlardan daha iyiydik, ama daha iyi bir takıma yenildik.
Breen: Oyun hâlâ daha beş oyuncunun organize bir şekilde oynamasıyla en iyi şeklini alıyordu, ve Arjantin'de beş oyuncu neredeyse birbirine bağlanmış şekilde sahadayken, ABD bu anları çok nadir görebiliyordu.
Jefferson: En yetenekli takım her zaman kazanmaz. Birlikte oynayabilen takım kazanır.
Ford: Arjantin'le elimizden geldiği kadar sıkı oynadık. Gerçekten iyi takımdılar.
Jefferson: Bu saçmalık. En iyi takımımızı bir araya getiremedik, ikinci en iyi takımımızı bir araya getiremedik, muhtemelen en iyi beş takımımızdan birini bir araya getiremedik. Geri dönün ve bakın, aynı Arjantin takımıyla, dokuz ay önce Amerika Turnuvası'nda oynadık ve devrede 40 fark atmıştık. Dokuz ay ileri sarın, onlar aynı takımla burada, biz ise --bazıları ilk kez birbiriyle tanışan-- dokuz farklı adamla; bu korkunç bir reçete.
Breen: En iyi takımlarının ellerinde olmadığına şüphe yok. Jason Kidd yok, Ray Allen, Kevin Garnett, Shaq yok, Vince Carter yok, Kobe yok. Oyunun en iyilerinden bahsediyorsunuz. Farkı yaratan, kadro oldu --birçok kritik oyuncu yoktu-- ama bu, Arjantin'in bir arada ne kadar iyi oynadığını değersiz kılmaz.
Oberto: Milli takıma gidip de orada sağlam bir ekip kurmak çok zor. Mesela Manu bazen maç boyunca iki şut kullanabiliyor, ve en mutlu kişi o olabiliyor. Belki ben hiç şut kullanmıyorum, ama mutluyum. Sadece bir arada olmaktan keyif alıyoruz.
Luis Scola (2004-2016, Arjantin): 15-16 yaşlarından beri birlikte oynuyorduk. Basamakları beraber çıkmıştık, turları geçmiştik ve sonunda altın madalyaya ulaşmıştık. Dürüst olmak gerekirse, 1999'da eğer bana ya da herhangi birine, 5 yıl sonra yapacaklarımızı söyleseydiniz, herkes size götüyle gülerdi.
Oberto: En olumlu, en iyimser kişi bile altın madalya alacağımızı tahmin edemezdi.
Sean Marks (2000-2004, Yeni Zelanda; Brooklyn Nets Genel Menajeri): Bana kalırsa, sürpriz takıma destek verme olayı, insanın doğasında var. Bence taze kan gelmesi, yeni insanlar görmek, spor için iyi bir şey.
Nocioni: Büyük bir şoktu. NBA oyuncularını sahada kaybetmiş halde görmek, her zaman büyük bir şoktur. ABD, basketboldaki en iyi ülke. Bütün dünyaya hakimler. Böyle olunca, ABD kaybettiği zaman, bu hem basketbol için, hem de FIBA için bir şok.
Anthony: Maçı kaybettiğimizi, ve ardından bununla ilgili gelecek yazıları düşündüğümü hatırlıyorum. Bir bütün halinde, benim için, oyuncular için ve ülke için oldukça inciticiydi.
Okafor: En iyi oyunumuzu sergilemediğimizi hissediyordum. Altın madalyaya ulaşabilirdik ama elimizden gelenin en iyisini ortaya koyamadık. Yanına bile yaklaşamadık.
Jefferson: Olimpiyatlar'a gitmeden birkaç hafta önce Lebron ile, Amar'e ile, D-Wade ile ilk kez tanışmıştım. Larry Brown ile ilk kez tanışıyorlardı. Hangi takım, hangi formül? Evet, 92'de Dream Team ile işe yarayabilirdi bu, ama bu kez karşında yıllardır birlikte oynayan Arjantinliler ve İspanyollar vardı.
Stern: Kazanamadığınız vakit, bu bir başarısızlıktır, ama ben Arjantin'e hayran oldum. ... 12 yaşından beri bir arada oynayan bir grup oyuncudan taşan bir basketbol coşkusuydu.
Sheridan: Vaziyet şu şekildeydi: "Bu bir felaket." Yarı finalde Arjantin'e kaybettikten sonra, takımda "Bu daha ilk günden bu yana fiyaskoydu" diyen bir sürü oyuncu vardı.
Okafor: Üçüncülük maçında hava "Bu maçı alıp, bronz madalyayı kazanmalıyız" şeklindeydi. En azından bronz madalya ile oradan ayrılmalıydık.
Anthony: Evet, bronz madalyayı almamız gerektiğini biliyorduk. Hedef buydu. Madalyayı alıp, oradan gitmeliydik.
Birleşik Devletler, bronz madalya için çıktığı maçta, Litvanya'yı 104-96 yendi. O günlerde üç iyi maç oynamak, onlara yetecekti; ama ancak iki maça çıkabildiler. Eve bronz madalya ile döndüler; ama daha mühimi, eve "altın madalya kazanamama" tecrübesi ile döndüler. ABD, Atina'ya kusurlu bir kadroyla gitti, ve bunun bedelini altın madalyadan olarak ödediler.
Jefferson: Yüzde yüz başarıdan öte her şey bir başarısızlıktı. Gümüş, başarısızlık; bronz, başarısızlık.
Tooley: Bu deneyim ne kadar zorlu olursa olsun, hiç madalya kazanamamaya karşılık bir madalya kazanmak, Olimpiyat Oyunları'nda madalya alamamaktan çok farklı bir hikaye. Biz dahil, herkes altın bekliyor, ama bu kamburu sırtımızdan atamadık. Bir madalya ile dönmek önemliydi.
Jackson: Yani orta ölçekte bir teselli ödülüydü, kesinlikle, çünkü bizim için başarının anlamı, altın madalyaydı. Ama üçüncülük maçında oynamak, ve bronz madalyayı kazanmak, ufak çaplı bir teselliydi. Ama bizim beklentilerimizle bağdaşmadı tabii.
Breen: Geri dönmeleri iyi oldu, çünkü onları Arjantin'e kaybetmelerinin ardından ve yüzlerinde o hüsranı görebiliyordunuz: "Vay be, altın madalya gitti."
Ford: Bu takım yine de, benim için, kimse bunun hakkında konuşma istemiyor, ama
Jasikevicius: Nasıl geçindikleri gerçeğiyle alakalı olup olmadığını bilmiyorum ama, turnuvayı ciddiye almadıkları belliydi. Bence forma satmaya çalışıyorlardı, bilmiyorum, bir takım yaratmaktan farklı bir olaydı. Takım hazır durumda değildi.
Marks: Ciddiye almadıklarını söylemeyeceğim, çünkü kesinlikle aldılar, ama bu bir takım sporu.
Sheridan: Federasyondaki insanlar, oyunculara kızgındı. Koç ve ekibine kızgındılar. Koç ve ekibi de federasyona ve oyunculara kızgındı. Oyuncular, koç ve ekibinden rahatsızdı. Her yerde işlevsizlik vardı ve bu, işlerin neden kötü gittiğine dair sebeplerden biriydi
Jefferson: ... Bu hep sizde kalacak bir leke, çünkü basketbol oyununu biz yarattık, ve en dominant takım olmalıyız.
Tomjanovich: Her Amerikan, basketbolda kazanmayı umar. Kaybedemeziniz, kaybederseniz de, bu, hayatınızdaki en korkunç şey olur. Ve oyuncular bunun hakkında konuşmayacak, ama akıllarının bir köşesinde duracak, çünkü NBA seviyesinde hiçbir grup şimdiye kadar kaybetmemişti.
Tooley: Takımda olun ya da olmayın, yahut NBA'de bile oynamayın, ne olursa olsun bir Amerikan olarak bundan rahatsız olursunuz. Bunu asla unutmayacağız.
Anthony: Bunun ardından Milli Takım için, bir nevi her şeyi yıkıp yeniden yaratmak zorunda olduğumuzun farkındaydık.
(Dördüncü bölüm için şuraya tıklayınız.)
Kırmızı, Beyaz ve Bronz: Amerikan Basketbol Milli Takımı'nın Çöküşü ve Yeniden Doğuşu (2. Bölüm)
Gönderen
L
on 10 Ağustos 2016 Çarşamba
Etiketler:
basketbol,
çeviri,
nba,
olimpiyatlar,
sözlü tarih
/
Comments: (0)
(İlk bölüm için şuradan.)
2. Bölüm: Yenilmezlik Elden Gitti
Amerika ile dünyanın geri kalanı arasındaki fark, sonraki turnuvada tamamen kapanacaktı. Indianapolis'te düzenlenen 2002 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası'nda Amerika, üç maç kaybetti ve turnuvayı altıncı sırada bitirdi.
Ama Amerikan Milli Takımı'nın küstahlığı, soru işaretlerini ortadan kaldırmak için yeterli değildi. 2002 kadrosu, birçokları tarafından "B takımı" olarak nitelendirildi ve ucu ucuna All-Star olan oyuncular ile milli takımda ne işi olduğu anlaşılmayan birkaç genç oyuncu da içeriyordu.
Arjantin pivotu Fabricio Oberto şöyle diyordu: "Hayatımda bu kadar gösteriye dayalı bir oyun izlemedim." Fakat o 2003 takımı, bir arada kalamayacaktı.
Craig Miller (USA Basketball İletişim Koordinatörü, 1990-günümüz): 2004'teki plan, bir yıl önceki takımı alıp dönüştürmek ve o yıl oynatmaktı. Sanırım sadece bir ya da iki tanesi bizimle kalacaktı.
Tooley: O 2003'teki takımdaki 12 oyuncudan 9'unu kaybetmiştik. Aralarında sakat olanlar vardı; oynamak istemeyenler vardı, çünkü güvenlikle ilgili kaygıları bulunuyordu.
Emeka Okafor (2004, ABD): Kimsenin güvenlikle ilgili çekinceleri yüzünden gelmek istemediği zamanlardı.
Granik: Olay, terör korkusundan ibaretti.
Mike Breen (NBC spikeri): Daha önce Olimpiyat Oyunları'na ailemi getirmiştim, ama onları Atina'ya götürmedim. Gerçekten bir şeyler olabileceği ihtimali bulunan, yüksek tansiyonlu bir ortam vardı.
Sheridan: 11 Eylül vakasından sonraki ilk Olimpiyatlardı. Herkes Yunanların gerekli önlemleri almadığı, ve tehlikeli bir ortam olacağına dair şeyler duyuyordu.
Richard Jefferson (2004, ABD): "Evet" diyen kişilerden biri olduğum için gururluydum. "Hayır" demenin daha popüler bir cevap haline geldiği zaman, ben de ne olacağını hiç umursamadan gidip ülkem için oynamaya karar verdim, ne pahasına olursa olsun. "Hayır" demenin popüler olduğu bir zamanda bu fırsat için "evet" diyenlerden olmak istedim.
Sheridan: Farklı kişiler, oynayamayacaklarına dair farklı nedenlerle geliyorlardı. İşin sonunda, Vince Carter gitmişti. Ray Allen gitmişti. Jason Kidd gitmişti. Jermaine O'Neal gitmişti. Elton Brand gitmişti. 2003'te San Juan'da oynayan takımdan dokuz kişi gitmişti.
Tooley: Devamlılığı sağlayamamıştık, ve bu bizim için önemli bir kelimeydi.
Granik: Bence birçok kişi, kurduğumuz takımı kusurlu buldu, ama biz riskin ne olduğunu kavrayan ve ne olursa olsun gitmek isteyen oyuncuları kullanmak zorundaydık, ve onlar bunun için alkışlandılar. Gerçekten ikinci sınıf bir takımla gideceğimize, böyle yaptık.
Sheridan: Şimdi elinizde o ezici, tutkuyla oynayan milli takım yoktu. Hangi oyuncuların gelip oynayacağı ya da seçileceği hakkında bir program yoktu. Olay daha çok "Hadi seçebildiğimiz en iyi 12 oyuncuyu seçelim ve onları kadroya koyalım. Bakın, biz Amerika'yız; yenebileceğimiz herkesi yeneceğiz.
Stu Jackson (Dönemin yöneticisi): Biri takımdan ayrıldığında, yenisiyle değiştiriyorduk; o yenisi ayrıldığında, onu da yenisiyle değiştiriyorduk. Elimizden geldiğince, kalanlar arasındakş en iyi yetenekler bütününü bir araya getirmeye çalışıyorduk. Sadece en iyi oyunculardan kurulu değil, aynı zamanda en yüksek IQ'lu oyuncuları da arıyorduk ki, teknik kadroyla uyum sağlayabilsinler.
Tooley: Bazı oyuncuların takımdan çıkacağını ya da gelmekten vazgeçeceğini öngörebilmeliydik. Ve sonra bu duruma "Tamam, bu bir yama çalışması --birini kaybet, yenisini dik-- değil, buna bir bütün olarak bakmalıyız" şeklinde yaklaşmalıydık.
Granik: "Bu takım nasıl beraber form tutacak ve uluslararası platformda kim daha iyi olabilir?" demek için imkanımız azdı. Daha çok "Bunu yapmayı isteyecek kadar iyi oyuncu gerçekten kim var?" demek gibiydi.
Jefferson: 13-14 kişilik kadroyu doldurmak için 30 oyuncu --30 farklı oyuncu-- istediler. Dürüst olalım, bu 15 adamdan kaçı listenin ilk 15 sırasındaydı? Muhtemelen ben ilk 10'da yoktum mesela. Kadrodaki bir sürü adam muhtemelen ilk 10'da yoktu.
Jerry Colangelo (USA Basketball idari yöneticisi, 2005- günümüz): Geleceğini taahhüt eden bazı oyuncular, sözlerinden caydılar. Ve sonra yerlerine dört genç oyuncu koyduk: Carmelo Anthony, Lebron James, Dwyane Wade ve Amar'e Stoudemire. Hepsi bunu hak eden, genç çocuklardı.
Miller: Tam anlamıyla kamp başlamadan birkaç gün önce, biz hala oyuncu ekliyorduk. İnsanlar kadroda Lebron James, Carmeloo ve D-Wade'i görüp "Nasıl kaybedebildiniz?" diyorlardı. Bu adamların 18-19 yaşında olduklarını ve ilk kez uluslararası platforma çıktıklarını unutmamanız gerekir.
Jefferson: Sanırım, bir ara gelmiş en genç takımı oluşturmak üzereydik.
Sheridan: Larry Brown takımı sevmemişti. Larry Brown tecrübeli oyunularla çalışmayı sever. Takımdaki en yaşlı oyuncu, 28 yaşındaydı.
Okafor: Takım son anda bir araya gelmiş gibiydi. Herkes --onların yapmak istediğinden biraz farklı olan-- Koç Brown'ın stilini anlamaya çalışıyordu. Koç Brown gerçekten genç oyuncularla oynamak istemiyordu. Hem de hiç. Bence LeBron, D-Wade ve Melo bile pek oynamadılar. En az süre bulan, biz genç oyunculardık.
Jackson: Larry Brown takıma danıştı ve birkaç belirli durum hatırlıyorum, bazı oyuncuların takıma eklenmeleriyle alakalı endişelerini açığa vurması.
Sean Ford (USA Basketball takım direktörü, 2001-günümüz): Bu kadro, koçların ortak kararlarıyla kuruldu, koçlara rağmen değil.
Tomjanovich: Sistemi sevmemiştim. Larry ile nasıl oldu bilmiyorum ama, bende sadece bir telekonferans yapılırdı, ve koç, oyuncular için oylama yapmazdı. Bir ön kadromuz vardı ve bana, ihtiyacım olan kadro hakkında konuşmam için 3-5 dakika falan verilmişti.
Jackson: Beraber çalışabilmenin, birbirine bağlı bir takım olmanın ve turnuvaya hazırlanmanın yolunu bulmak, koç ve oyunculara kalmıştı.
David Stern (NBA Başkanı, 1984-2014): Hatırlayabildiğim şeyin, koçun, oyuncuların medyaya nene söylediğini araştırdığı olduğunu söyleyebilirim. Ve o zamanki kayıtlarda buna olan cevabım duruyor mu bilmiyorum ama sürekli kendime "David, çeneni kapalı tutsan iyi olacak" dediğimi hatırlıyorum. Fakat yine de koçla bir kez tartıştım, çünkü koçluk yapacaksa da, yapmayacaksa da, oyuncular hakkında sürekli şikayet etmeyi bırakması gerektiğini düşünüyordum.
Tooley: Bakın, zor koşullar altındaydık. Asla bir koçu otobüsün arkasına çekip "Biliyorsun, iş sende" demem.
Ford: Dönüp bakınca, bence iyi bir kadroydu; ve bence belki, geri dönüp bakınca, takımın muhtemelen biraz daha hazırlanmaya ihtiyacı vardı.
Okafor: Diğer takımlar --Avrupa takımları-- bir süredir beraber oynuyorlardı. Aralarında uyum ve oyun stillerinin getirdiği belli bir bağ vardı. Biz bunu sağlamak için yeterince vakte sahip değildik.
Carmelo Anthony (2004-2016, ABD): Neredeyse son dakikada yapıldığını hatırlıyorum. Atina için hazır olmak adına Jacksonville'de kampa girmiştim. Açıklama yapıldığında, çok ani gerçekleşmişti. Olimpiyatlara hazırlanmak adına, bir, belki bir buçuk haftamız vardı.
Ford: Birkaç tane hazırlık maçı yapmıştık, ama bu oyuncu grubunun daha fazla hazırlığa ihtiyacı vardı.
Sheridan: Bence bütün oyuncular, hatta koçlar bile şöyle düşünüyordu: "Bakın, bir öğrenme eğrisine doğru ilerliyoruz. Bu yüzden bir hazırlık programına ihtiyacımız var. Bu yüzden Almanya'ya gideceğiz ve bu yüzden Sırbistan'a gideceğiz ve bu yüzden Türkiye'ye gideceğiz. Bir sürü maç oynamalıyız, çünkü gerçekten hiç birbirini tanımayan bir kadromuz var. Beraber oynamayı öğrenecekler. Ve Atina'ya vardığımız zaman, olması gerektiği gibi davranacağız.
Anthony: Hepimiz belli bir bakış açısına sahiptik, rekabetçi oyunculardık, nasıl oynayacağımızı biliyorduk, birbirimize karşı her gece kendi saygıdeğer takımlarımız adına mücadele ediyorduk ve bireysel olarak dabirbirimize saygıda kusur etmiyorduk. Fakat o zamanlar için bu yeterli olmamıştı.
Tooley: Hazırlık kampının iyi geçtiğini hissetmiştim. Sanırım Köln'deydik, "Tamam, bu zor geçecek" demiştim. Sonra Sırbistan'a gittik. Gayet zor bir deplasman olan Sırbistan'da onlara karşı oynadık ve 20 sayı fark attık.
Sheridan: Sırbistan'ı kendi sahasında yendik, ama bu yolculukta bazı şeyler oldu. Stephon Marbury bana geldi ve "Biliyorsun, Koç Brown oynamamıza izin vermiyor. Bizi 'doğru yoldan' oynatmaya çalışıyor. Oynamamıza izin vermiyor, oynamamız gerek" dedi. O gece, maçın ardından asistan koç Gregg Popovich, Koç Brown ve başka muhabirlere birlikte, Belgrad'ın en iyi otellerinden birinde yemekteydik, ve hikayeyi anlattım. Ve Larry, Stephon'ın söylediklerini duyunca kalkıp oradan ayrıldı. Biraz sonra, Pop da kalktı. Bir beş dakika sonra Pop geri geldi ve omzumun üzerinden eğilip "Stephon'ın sana ne dediğini söyler misin?" ve ben de hikayeyi tekrar ettim. Bunun ardından Larry Brown çileden çıkmış şekilde yöneticilerin yanına gidip "Onu takımda istemiyorum. Stephon Marbury'nin takımdan gönderilmesini istiyorum. Derhal. Onu bir uçağa koyun ve eve postalayın. Hemen şimdi."
Ford: Olimpik sporcuyu kesemezsin. Bir kere olimpik sporcu isen, olimpik sporcusun, anladın mı?
Sheridan: Bu gerçekten, Stephon Marbury ile Larry Brown arasındaki büyük anlaşmazlığın başlangıcıydı.
Stephon Marbury (2004, ABD): Benim için basitti: Yanlış koçu seçmişlerdi.
Jefferson: Açıkçası, Knicks'teki Stephon Marbury-Larry Brown olayı ortadaydı, ve bu milli takımda başlamıştı. Herkes Larry Brown ve Allen Iverson'ın durumunu biliyordu. Yani takımda çok fazla fikir ayrılığı vardı.
Marbury: Benim için Brown'ın Olimpiyatlar için koç olarak seçilmesi ve sonra Knicks koçu olmasının arasında ufak bir fark bulunuyor, çünkü hikayenin üç cephesi var: Onun tarafı, benim tarafım, ve hakikat.
Stern: Her yerde Allen Iverson ve Stephen Marbury hakkında hikayeler dönüyordu. Bence takımın daha çok kontrol edilmeye ihtiyacı vardı ve saha dışında kimsenin sözü geçmiyordu --ve sahada da işler pek iyi gitmiyordu-- ama bana kalırsa kurmaylar ve en azından Koç Brown çok fazla şikayet ediyordu.
Marbury: Gerçekten Olimpiyatlar'da Larry Brown ile kötü bir tecrübe yaşamıştık. Elinde All-Starlardan kurulu bir takım vardı; ve o, bu takımı kendi takımıymış gibi yönetmeye çalışıyordu. Altın madalyayı kazanmaya çalışmak yerine, oyunculara "doğru şekilde" nasıl oynanacağını, ne yapmaları ve yapmamaları gerektiğini anlatıyordu.
Jefferson: Bence Larry Brown, milli takımı bir araç olarak kullanmaya çalıştı. AND1 akımının canlı olduğu zamanlardı. Basketbol oyunu için bir şeyler yapmaya çalıştı, bizim yalnızca sahaya çıkıp maçları kazanmak ve bir şeyleri başarmaya çabalamamıza karşılık, kesin bir oyun stili ortaya koymaya ve kesin bir mesaj vermeye çalıştı. Eleme maçlarında Jason Kidd'e şunu dediğini hatırlıyorum: "Hey Jason, fast breaklerde iyi olduğunu biliyorum, ama faul çizgisinde durup kanatlara doğru bounce pas vermeni istiyorum." Orada oturmuş, tüm zamanların en çok asist yapan ikinci oyuncusu ve gelmiş-geçmiş en dominant oyun kurucularından birine bunları söylüyorsunuz. Doğruyu söylemek gerekirse, o dokuz oyuncunun gelmek istememesinin sebebi buydu.
Miller: Bence Larry, herkesi bir arada tutma ve işleri halletme konusunda elinden gelebilecek en iyisini yaptı.
Jackson: Bence o dönemde bizi kaygılandıran, kafa yapısıydı. Bu sadece takımın küstahlığından değil, ama daha önemlisi, koçlar arasında, ve oyuncular arasında da Yunanistan'da takımın bir arada hareket etmesi hakkında endişe hakimdi.
Breen: Diğer oyunlardan daha farklıydı bu kez, çünkü Indianapolis'te alınan altıncılıkla buraya geliniyordu. Birçok kişi buna inanamıyordu, ama açıkçası, dünyanın geri kalanın bizi yakalaması yavaş yavaş olmuştu.
Miller: Yenilmezlik, 2002'de elden gitmişti. Her şey, kusursuz bir fırtına yaratmak için uygundu.
Breen: Açık bir şekilde, birlikte iyi oynamadıklarını görüyordunuz ve birbirlerine uymuyorlardı. Bu en baştan beri bir çabalamaydı. Beraber oynadıkları ilk maçta, sadece yenilmediler, ezildiler de. Hiç rekabetçi değillerdi. Tamamen şok edici bir biçimde yenilmiştik.
Jefferson: Ne kadar sıkı çalışmamız gerektiğine dair bir işaret vardıysa, o da ilk Porto Riko maçıydı.
Carlos Arroyo (2004, Porto Riko): Yani, kimse bu maçı kazanmamızı beklemiyordu. Devrede 21 sayı öndeydik, eğer yanılmıyorsam [Editörün notu: Fark aslında 22], ve soyunma odasında kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes birbirine "Yoo, bu gerçek değil" der gibi bakıyordu.
Anthony: Bir noktada, 40 sayı geride olduğumuzu hatırlıyorum -- neredeyse 40. Tribünlere baktım ve bütün Porto Rikoluların bayraklarını deli gibi sallayıp çılgınca bağırdıklarını, salonu inlettiklerini gördüm. Hayatımdaki en utanç verici anlardan biriydi.
Jackson: Oyuna kafaca önde başladılar ve Amerika'yı yenmek istediler. Çok üst seviye oynadılar. Bir arada oynadılar. Tutkuyla oynadılar. Ve ülkeleri için oynadılar.
Granik: Arroyo inanılmaz oynamıştı, onu kimse durduramazdı.
Arroyo: Onların yetenekleriyle ilgili bir soru işaretim yok, ama o gün şut konusunda biraz kötüydüler, böylece biz de avantajı elimize geçirebildik. Bir nevi alan savunması uyguladık ve onları dış şuta zorladık; bu şekilde gidişatı elimize geçirip kendi oyunumuzu oynadık.
Jefferson: En çok zorlandığımız şeylerden biri, yeterince şut kullanmamamızdı.
(Üçüncü bölüm için şu taraftan.)
Verde
Bir hafta olmuş, Ekşi'ye bakınırken, şu başlığı gördüm. Fotoğrafı kaydedip, bir de ben yakından bakayım dedim. Biraz yakınlaştırınca, kitabın arkasında Martı Yayınları'nın logosunu görmek mümkün. Aklıma haliyle hemen, aynı yayınevinin sporcu biyografileri serisi geldi. Sonra yayınevinin yeni çıkanlarına bakınca, şu kitabı gördüm. Sayfa sayısını falan da hesaba katınca, en yakın tahmin bu gibi.
Selçuk'un bizim basketbol maçlarına falan da gittiğini biliyoruz. Okuma ihtimali hiç yok değil. Her ne olursa olsun, spor kitabı yahut değil, belli bir tanınırlığa sahip, kaptanlık sıfatı taşıyan bir oyuncuyu şöyle görmek, gayet güzel.
Ara
Arşiv
-
▼
2018
(41)
- ► 12/16 - 12/23 (1)
- ► 12/02 - 12/09 (3)
- ► 11/18 - 11/25 (1)
- ► 11/11 - 11/18 (1)
- ► 11/04 - 11/11 (1)
- ► 10/28 - 11/04 (1)
- ► 10/21 - 10/28 (1)
- ► 10/14 - 10/21 (2)
- ► 09/30 - 10/07 (1)
- ► 09/23 - 09/30 (1)
- ► 09/16 - 09/23 (1)
- ► 08/19 - 08/26 (2)
- ► 08/05 - 08/12 (1)
- ► 07/29 - 08/05 (1)
- ► 07/08 - 07/15 (1)
- ► 06/17 - 06/24 (1)
- ► 06/10 - 06/17 (1)
- ► 06/03 - 06/10 (2)
- ► 05/20 - 05/27 (1)
- ► 05/13 - 05/20 (1)
- ► 04/22 - 04/29 (3)
- ► 04/15 - 04/22 (2)
- ► 03/25 - 04/01 (1)
- ► 03/18 - 03/25 (1)
- ► 03/11 - 03/18 (1)
- ► 03/04 - 03/11 (1)
- ► 02/25 - 03/04 (1)
- ► 02/11 - 02/18 (1)
- ► 02/04 - 02/11 (1)
- ► 01/21 - 01/28 (1)
- ► 01/07 - 01/14 (1)
-
►
2017
(80)
- ► 12/31 - 01/07 (2)
- ► 12/24 - 12/31 (1)
- ► 12/17 - 12/24 (1)
- ► 12/03 - 12/10 (1)
- ► 11/26 - 12/03 (2)
- ► 11/19 - 11/26 (1)
- ► 11/12 - 11/19 (2)
- ► 10/29 - 11/05 (2)
- ► 10/22 - 10/29 (1)
- ► 10/15 - 10/22 (1)
- ► 10/08 - 10/15 (1)
- ► 10/01 - 10/08 (1)
- ► 09/24 - 10/01 (2)
- ► 09/03 - 09/10 (1)
- ► 08/27 - 09/03 (1)
- ► 08/20 - 08/27 (1)
- ► 08/13 - 08/20 (3)
- ► 08/06 - 08/13 (1)
- ► 07/30 - 08/06 (2)
- ► 07/23 - 07/30 (2)
- ► 07/16 - 07/23 (1)
- ► 07/09 - 07/16 (1)
- ► 07/02 - 07/09 (2)
- ► 06/25 - 07/02 (3)
- ► 06/18 - 06/25 (2)
- ► 06/11 - 06/18 (2)
- ► 06/04 - 06/11 (1)
- ► 05/28 - 06/04 (1)
- ► 05/21 - 05/28 (1)
- ► 05/14 - 05/21 (2)
- ► 05/07 - 05/14 (2)
- ► 04/30 - 05/07 (1)
- ► 04/16 - 04/23 (2)
- ► 04/09 - 04/16 (2)
- ► 04/02 - 04/09 (3)
- ► 03/26 - 04/02 (2)
- ► 03/19 - 03/26 (3)
- ► 03/12 - 03/19 (2)
- ► 03/05 - 03/12 (3)
- ► 02/26 - 03/05 (1)
- ► 02/19 - 02/26 (2)
- ► 02/12 - 02/19 (3)
- ► 02/05 - 02/12 (1)
- ► 01/29 - 02/05 (1)
- ► 01/22 - 01/29 (2)
- ► 01/15 - 01/22 (1)
- ► 01/08 - 01/15 (2)
- ► 01/01 - 01/08 (2)
-
►
2016
(127)
- ► 12/25 - 01/01 (1)
- ► 12/18 - 12/25 (1)
- ► 12/04 - 12/11 (1)
- ► 11/27 - 12/04 (2)
- ► 11/20 - 11/27 (2)
- ► 11/13 - 11/20 (2)
- ► 11/06 - 11/13 (3)
- ► 10/30 - 11/06 (2)
- ► 10/23 - 10/30 (1)
- ► 10/16 - 10/23 (5)
- ► 10/09 - 10/16 (2)
- ► 10/02 - 10/09 (1)
- ► 09/25 - 10/02 (3)
- ► 09/18 - 09/25 (3)
- ► 09/11 - 09/18 (2)
- ► 09/04 - 09/11 (2)
- ► 08/28 - 09/04 (2)
- ► 08/21 - 08/28 (2)
- ► 08/14 - 08/21 (2)
- ► 08/07 - 08/14 (2)
- ► 07/31 - 08/07 (3)
- ► 07/24 - 07/31 (4)
- ► 07/17 - 07/24 (2)
- ► 07/10 - 07/17 (2)
- ► 07/03 - 07/10 (2)
- ► 06/26 - 07/03 (4)
- ► 06/19 - 06/26 (3)
- ► 06/12 - 06/19 (3)
- ► 06/05 - 06/12 (3)
- ► 05/29 - 06/05 (2)
- ► 05/22 - 05/29 (4)
- ► 05/15 - 05/22 (4)
- ► 05/08 - 05/15 (2)
- ► 05/01 - 05/08 (2)
- ► 04/24 - 05/01 (3)
- ► 04/17 - 04/24 (2)
- ► 04/10 - 04/17 (6)
- ► 04/03 - 04/10 (2)
- ► 03/27 - 04/03 (2)
- ► 03/20 - 03/27 (3)
- ► 03/13 - 03/20 (2)
- ► 03/06 - 03/13 (4)
- ► 02/28 - 03/06 (3)
- ► 02/21 - 02/28 (2)
- ► 02/14 - 02/21 (3)
- ► 01/31 - 02/07 (2)
- ► 01/24 - 01/31 (3)
- ► 01/17 - 01/24 (4)
- ► 01/10 - 01/17 (2)
- ► 01/03 - 01/10 (3)
-
►
2015
(105)
- ► 12/27 - 01/03 (3)
- ► 12/20 - 12/27 (3)
- ► 12/13 - 12/20 (3)
- ► 12/06 - 12/13 (5)
- ► 11/29 - 12/06 (2)
- ► 11/22 - 11/29 (3)
- ► 11/15 - 11/22 (3)
- ► 11/08 - 11/15 (3)
- ► 11/01 - 11/08 (4)
- ► 10/25 - 11/01 (3)
- ► 10/18 - 10/25 (3)
- ► 10/11 - 10/18 (2)
- ► 10/04 - 10/11 (3)
- ► 09/27 - 10/04 (3)
- ► 09/20 - 09/27 (3)
- ► 09/13 - 09/20 (2)
- ► 09/06 - 09/13 (3)
- ► 08/30 - 09/06 (1)
- ► 08/23 - 08/30 (2)
- ► 07/05 - 07/12 (1)
- ► 06/28 - 07/05 (2)
- ► 06/21 - 06/28 (1)
- ► 06/14 - 06/21 (2)
- ► 06/07 - 06/14 (2)
- ► 05/31 - 06/07 (2)
- ► 05/24 - 05/31 (2)
- ► 05/17 - 05/24 (2)
- ► 05/10 - 05/17 (2)
- ► 05/03 - 05/10 (1)
- ► 04/26 - 05/03 (1)
- ► 04/19 - 04/26 (2)
- ► 04/12 - 04/19 (2)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (2)
- ► 03/15 - 03/22 (1)
- ► 03/08 - 03/15 (2)
- ► 03/01 - 03/08 (2)
- ► 02/22 - 03/01 (1)
- ► 02/15 - 02/22 (4)
- ► 02/08 - 02/15 (2)
- ► 02/01 - 02/08 (3)
- ► 01/25 - 02/01 (1)
- ► 01/18 - 01/25 (3)
- ► 01/11 - 01/18 (1)
- ► 01/04 - 01/11 (2)
-
►
2014
(151)
- ► 12/28 - 01/04 (1)
- ► 12/21 - 12/28 (3)
- ► 12/14 - 12/21 (1)
- ► 12/07 - 12/14 (2)
- ► 11/30 - 12/07 (2)
- ► 11/23 - 11/30 (2)
- ► 11/16 - 11/23 (2)
- ► 11/09 - 11/16 (2)
- ► 11/02 - 11/09 (3)
- ► 10/26 - 11/02 (3)
- ► 10/19 - 10/26 (2)
- ► 10/12 - 10/19 (4)
- ► 10/05 - 10/12 (3)
- ► 09/28 - 10/05 (2)
- ► 09/21 - 09/28 (4)
- ► 09/14 - 09/21 (2)
- ► 09/07 - 09/14 (3)
- ► 08/31 - 09/07 (2)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (2)
- ► 08/10 - 08/17 (2)
- ► 08/03 - 08/10 (2)
- ► 07/27 - 08/03 (1)
- ► 07/20 - 07/27 (3)
- ► 07/13 - 07/20 (2)
- ► 07/06 - 07/13 (4)
- ► 06/29 - 07/06 (4)
- ► 06/22 - 06/29 (4)
- ► 06/15 - 06/22 (4)
- ► 06/08 - 06/15 (3)
- ► 06/01 - 06/08 (4)
- ► 05/25 - 06/01 (4)
- ► 05/18 - 05/25 (2)
- ► 05/11 - 05/18 (2)
- ► 05/04 - 05/11 (3)
- ► 04/27 - 05/04 (3)
- ► 04/20 - 04/27 (3)
- ► 04/13 - 04/20 (4)
- ► 04/06 - 04/13 (3)
- ► 03/30 - 04/06 (2)
- ► 03/23 - 03/30 (2)
- ► 03/16 - 03/23 (5)
- ► 03/09 - 03/16 (2)
- ► 03/02 - 03/09 (4)
- ► 02/23 - 03/02 (4)
- ► 02/16 - 02/23 (5)
- ► 02/09 - 02/16 (4)
- ► 02/02 - 02/09 (6)
- ► 01/26 - 02/02 (3)
- ► 01/19 - 01/26 (3)
- ► 01/12 - 01/19 (3)
- ► 01/05 - 01/12 (5)
-
►
2013
(349)
- ► 12/29 - 01/05 (5)
- ► 12/22 - 12/29 (8)
- ► 12/15 - 12/22 (6)
- ► 12/08 - 12/15 (5)
- ► 12/01 - 12/08 (3)
- ► 11/24 - 12/01 (5)
- ► 11/17 - 11/24 (6)
- ► 11/10 - 11/17 (7)
- ► 11/03 - 11/10 (6)
- ► 10/27 - 11/03 (7)
- ► 10/20 - 10/27 (8)
- ► 10/13 - 10/20 (5)
- ► 10/06 - 10/13 (6)
- ► 09/29 - 10/06 (5)
- ► 09/22 - 09/29 (6)
- ► 09/15 - 09/22 (6)
- ► 09/08 - 09/15 (6)
- ► 09/01 - 09/08 (8)
- ► 08/25 - 09/01 (5)
- ► 08/18 - 08/25 (6)
- ► 08/11 - 08/18 (9)
- ► 08/04 - 08/11 (2)
- ► 07/28 - 08/04 (6)
- ► 07/21 - 07/28 (5)
- ► 07/14 - 07/21 (6)
- ► 07/07 - 07/14 (7)
- ► 06/30 - 07/07 (6)
- ► 06/23 - 06/30 (11)
- ► 06/16 - 06/23 (4)
- ► 06/09 - 06/16 (5)
- ► 06/02 - 06/09 (5)
- ► 05/26 - 06/02 (8)
- ► 05/19 - 05/26 (8)
- ► 05/12 - 05/19 (9)
- ► 05/05 - 05/12 (7)
- ► 04/28 - 05/05 (5)
- ► 04/21 - 04/28 (6)
- ► 04/14 - 04/21 (7)
- ► 04/07 - 04/14 (8)
- ► 03/31 - 04/07 (7)
- ► 03/24 - 03/31 (9)
- ► 03/17 - 03/24 (9)
- ► 03/10 - 03/17 (10)
- ► 03/03 - 03/10 (11)
- ► 02/24 - 03/03 (8)
- ► 02/17 - 02/24 (6)
- ► 02/10 - 02/17 (6)
- ► 02/03 - 02/10 (7)
- ► 01/27 - 02/03 (7)
- ► 01/20 - 01/27 (7)
- ► 01/13 - 01/20 (11)
- ► 01/06 - 01/13 (8)
-
►
2012
(496)
- ► 12/30 - 01/06 (8)
- ► 12/23 - 12/30 (6)
- ► 12/16 - 12/23 (10)
- ► 12/09 - 12/16 (9)
- ► 12/02 - 12/09 (12)
- ► 11/25 - 12/02 (10)
- ► 11/18 - 11/25 (13)
- ► 11/11 - 11/18 (11)
- ► 11/04 - 11/11 (15)
- ► 10/28 - 11/04 (9)
- ► 10/21 - 10/28 (8)
- ► 10/14 - 10/21 (10)
- ► 10/07 - 10/14 (10)
- ► 09/30 - 10/07 (11)
- ► 09/23 - 09/30 (7)
- ► 09/16 - 09/23 (11)
- ► 09/09 - 09/16 (7)
- ► 09/02 - 09/09 (6)
- ► 08/26 - 09/02 (9)
- ► 08/19 - 08/26 (10)
- ► 08/12 - 08/19 (6)
- ► 08/05 - 08/12 (7)
- ► 07/29 - 08/05 (9)
- ► 07/22 - 07/29 (8)
- ► 07/15 - 07/22 (6)
- ► 07/08 - 07/15 (8)
- ► 07/01 - 07/08 (9)
- ► 06/24 - 07/01 (9)
- ► 06/17 - 06/24 (13)
- ► 06/10 - 06/17 (14)
- ► 06/03 - 06/10 (6)
- ► 05/27 - 06/03 (9)
- ► 05/20 - 05/27 (9)
- ► 05/13 - 05/20 (12)
- ► 05/06 - 05/13 (12)
- ► 04/29 - 05/06 (5)
- ► 04/22 - 04/29 (8)
- ► 04/15 - 04/22 (6)
- ► 04/08 - 04/15 (6)
- ► 04/01 - 04/08 (9)
- ► 03/25 - 04/01 (12)
- ► 03/18 - 03/25 (8)
- ► 03/11 - 03/18 (12)
- ► 03/04 - 03/11 (6)
- ► 02/26 - 03/04 (10)
- ► 02/19 - 02/26 (10)
- ► 02/12 - 02/19 (10)
- ► 02/05 - 02/12 (10)
- ► 01/29 - 02/05 (11)
- ► 01/22 - 01/29 (12)
- ► 01/15 - 01/22 (9)
- ► 01/08 - 01/15 (11)
- ► 01/01 - 01/08 (12)
-
►
2011
(437)
- ► 12/25 - 01/01 (11)
- ► 12/18 - 12/25 (10)
- ► 12/11 - 12/18 (12)
- ► 12/04 - 12/11 (7)
- ► 11/27 - 12/04 (4)
- ► 11/20 - 11/27 (9)
- ► 11/13 - 11/20 (10)
- ► 11/06 - 11/13 (10)
- ► 10/30 - 11/06 (7)
- ► 10/23 - 10/30 (5)
- ► 10/16 - 10/23 (10)
- ► 10/09 - 10/16 (8)
- ► 10/02 - 10/09 (9)
- ► 09/25 - 10/02 (7)
- ► 09/18 - 09/25 (7)
- ► 09/11 - 09/18 (9)
- ► 09/04 - 09/11 (6)
- ► 08/28 - 09/04 (6)
- ► 08/21 - 08/28 (8)
- ► 08/14 - 08/21 (9)
- ► 08/07 - 08/14 (8)
- ► 07/31 - 08/07 (8)
- ► 07/24 - 07/31 (10)
- ► 07/17 - 07/24 (7)
- ► 07/10 - 07/17 (8)
- ► 07/03 - 07/10 (7)
- ► 06/26 - 07/03 (5)
- ► 06/19 - 06/26 (7)
- ► 06/12 - 06/19 (8)
- ► 06/05 - 06/12 (12)
- ► 05/29 - 06/05 (8)
- ► 05/22 - 05/29 (8)
- ► 05/15 - 05/22 (6)
- ► 05/08 - 05/15 (4)
- ► 05/01 - 05/08 (7)
- ► 04/24 - 05/01 (10)
- ► 04/17 - 04/24 (9)
- ► 04/10 - 04/17 (10)
- ► 04/03 - 04/10 (13)
- ► 03/27 - 04/03 (10)
- ► 03/20 - 03/27 (9)
- ► 03/13 - 03/20 (5)
- ► 03/06 - 03/13 (11)
- ► 02/27 - 03/06 (7)
- ► 02/20 - 02/27 (10)
- ► 02/13 - 02/20 (7)
- ► 02/06 - 02/13 (14)
- ► 01/30 - 02/06 (3)
- ► 01/23 - 01/30 (9)
- ► 01/16 - 01/23 (12)
- ► 01/09 - 01/16 (8)
- ► 01/02 - 01/09 (13)
-
►
2010
(653)
- ► 12/26 - 01/02 (13)
- ► 12/19 - 12/26 (12)
- ► 12/12 - 12/19 (10)
- ► 12/05 - 12/12 (10)
- ► 11/28 - 12/05 (7)
- ► 11/21 - 11/28 (5)
- ► 11/14 - 11/21 (6)
- ► 11/07 - 11/14 (9)
- ► 10/31 - 11/07 (7)
- ► 10/24 - 10/31 (7)
- ► 10/17 - 10/24 (7)
- ► 10/10 - 10/17 (7)
- ► 10/03 - 10/10 (11)
- ► 09/26 - 10/03 (8)
- ► 09/19 - 09/26 (9)
- ► 09/12 - 09/19 (8)
- ► 09/05 - 09/12 (10)
- ► 08/29 - 09/05 (5)
- ► 08/22 - 08/29 (10)
- ► 08/15 - 08/22 (7)
- ► 08/08 - 08/15 (5)
- ► 08/01 - 08/08 (7)
- ► 07/25 - 08/01 (8)
- ► 07/18 - 07/25 (7)
- ► 07/11 - 07/18 (10)
- ► 07/04 - 07/11 (16)
- ► 06/27 - 07/04 (17)
- ► 06/20 - 06/27 (12)
- ► 06/13 - 06/20 (17)
- ► 06/06 - 06/13 (13)
- ► 05/30 - 06/06 (19)
- ► 05/23 - 05/30 (12)
- ► 05/16 - 05/23 (8)
- ► 05/09 - 05/16 (11)
- ► 05/02 - 05/09 (13)
- ► 04/25 - 05/02 (13)
- ► 04/18 - 04/25 (16)
- ► 04/11 - 04/18 (26)
- ► 04/04 - 04/11 (14)
- ► 03/28 - 04/04 (19)
- ► 03/21 - 03/28 (18)
- ► 03/14 - 03/21 (22)
- ► 03/07 - 03/14 (21)
- ► 02/28 - 03/07 (19)
- ► 02/21 - 02/28 (17)
- ► 02/14 - 02/21 (10)
- ► 02/07 - 02/14 (21)
- ► 01/31 - 02/07 (8)
- ► 01/24 - 01/31 (19)
- ► 01/17 - 01/24 (16)
- ► 01/10 - 01/17 (26)
- ► 01/03 - 01/10 (25)
-
►
2009
(691)
- ► 12/27 - 01/03 (26)
- ► 12/20 - 12/27 (27)
- ► 12/13 - 12/20 (26)
- ► 12/06 - 12/13 (24)
- ► 11/29 - 12/06 (6)
- ► 11/22 - 11/29 (8)
- ► 11/15 - 11/22 (16)
- ► 11/08 - 11/15 (16)
- ► 11/01 - 11/08 (24)
- ► 10/25 - 11/01 (15)
- ► 10/18 - 10/25 (8)
- ► 10/11 - 10/18 (15)
- ► 10/04 - 10/11 (15)
- ► 09/27 - 10/04 (14)
- ► 09/20 - 09/27 (17)
- ► 09/13 - 09/20 (1)
- ► 09/06 - 09/13 (5)
- ► 08/30 - 09/06 (15)
- ► 08/23 - 08/30 (11)
- ► 08/16 - 08/23 (17)
- ► 08/09 - 08/16 (11)
- ► 08/02 - 08/09 (17)
- ► 07/26 - 08/02 (23)
- ► 07/19 - 07/26 (10)
- ► 07/12 - 07/19 (9)
- ► 07/05 - 07/12 (10)
- ► 06/28 - 07/05 (6)
- ► 06/21 - 06/28 (16)
- ► 06/14 - 06/21 (17)
- ► 06/07 - 06/14 (5)
- ► 05/31 - 06/07 (12)
- ► 05/24 - 05/31 (20)
- ► 05/17 - 05/24 (10)
- ► 05/10 - 05/17 (22)
- ► 05/03 - 05/10 (26)
- ► 04/26 - 05/03 (14)
- ► 04/19 - 04/26 (12)
- ► 04/12 - 04/19 (20)
- ► 04/05 - 04/12 (3)
- ► 03/29 - 04/05 (2)
- ► 03/22 - 03/29 (9)
- ► 03/15 - 03/22 (6)
- ► 03/08 - 03/15 (16)
- ► 03/01 - 03/08 (7)
- ► 02/22 - 03/01 (15)
- ► 02/15 - 02/22 (12)
- ► 02/08 - 02/15 (15)
- ► 02/01 - 02/08 (4)
- ► 01/25 - 02/01 (11)
- ► 01/18 - 01/25 (10)
- ► 01/11 - 01/18 (4)
- ► 01/04 - 01/11 (11)
-
►
2008
(884)
- ► 12/28 - 01/04 (6)
- ► 12/21 - 12/28 (13)
- ► 12/14 - 12/21 (7)
- ► 12/07 - 12/14 (8)
- ► 11/30 - 12/07 (8)
- ► 11/23 - 11/30 (12)
- ► 11/16 - 11/23 (14)
- ► 11/09 - 11/16 (20)
- ► 11/02 - 11/09 (23)
- ► 10/26 - 11/02 (14)
- ► 10/19 - 10/26 (9)
- ► 10/12 - 10/19 (12)
- ► 10/05 - 10/12 (7)
- ► 09/28 - 10/05 (15)
- ► 09/21 - 09/28 (14)
- ► 09/14 - 09/21 (21)
- ► 09/07 - 09/14 (25)
- ► 08/24 - 08/31 (1)
- ► 08/17 - 08/24 (4)
- ► 08/10 - 08/17 (20)
- ► 08/03 - 08/10 (6)
- ► 07/27 - 08/03 (5)
- ► 07/20 - 07/27 (9)
- ► 07/13 - 07/20 (9)
- ► 07/06 - 07/13 (12)
- ► 06/29 - 07/06 (16)
- ► 06/22 - 06/29 (7)
- ► 06/15 - 06/22 (7)
- ► 06/08 - 06/15 (19)
- ► 06/01 - 06/08 (15)
- ► 05/25 - 06/01 (17)
- ► 05/18 - 05/25 (21)
- ► 05/11 - 05/18 (29)
- ► 05/04 - 05/11 (22)
- ► 04/27 - 05/04 (32)
- ► 04/20 - 04/27 (14)
- ► 04/13 - 04/20 (15)
- ► 04/06 - 04/13 (43)
- ► 03/30 - 04/06 (46)
- ► 03/23 - 03/30 (46)
- ► 03/16 - 03/23 (23)
- ► 03/09 - 03/16 (17)
- ► 03/02 - 03/09 (40)
- ► 02/24 - 03/02 (39)
- ► 02/17 - 02/24 (24)
- ► 02/10 - 02/17 (32)
- ► 02/03 - 02/10 (22)
- ► 01/27 - 02/03 (10)
- ► 01/20 - 01/27 (20)
- ► 01/13 - 01/20 (14)