Sakarya


Marsilya'nın Puma'ya geçişine alışmak zaman alacaktır tabii. O arada şu forma hoş olmadı. Yakın zamandan çok benzeyeni var.


Artı yine bu sene dirilen, şu klasik dönem Belçika tasarımını da andırmıyor değil.


Şen


Japonya'nın yeni iç saha formasında samuray kıyafetlerinden; Roma'nın da yeni sezon iç saha formasında Roma dönemi zırhlarından esinlenilmesi. Kendi adıma kupanın ve yeni sezonun en iyi işlerinden.


Sayan Kaya


Trabzonspor'un 2000-2001 sezonundan şöyle bir forması var. Siyah denemez, lacivert. Ama şahsen bu tonlarda koyu deplasman formasının Trabzonspor'a çok uyduğunu düşünürüm yıllardır. Ama o zamandan beri de --eğer yamulmuyorsam-- hiç o renklere uğramadılar. Arada turuncu filan türedi, gümüş yaptılar, su yeşili bile var, ama bu koyulukta renk yok. Fakat bir nevi mecburlar. Milan kadar olmasa da, 1. formaları çok koyu olduğundan, daha koyusuna (yani o da koyuca bir lacivert ya da siyah) mecburlar. Ama elbette alışıldık futbol kuralları bu memlekette geçmediğinden, bu mecburiyetin bir açıdan manası yok.

Bu sezon Trabzonspor, Macron ile anlaşarak, en azından bir büyük takımın orijinal bir şeyler giyeceğini bize müjdeledi. Tanıtım yakında yapılacakmış. Yine o linkte yazdığı üzere, formalar çubuklu, mavi ve daha sonra tanıtılacak olan siyah olacakmış. Eğer çubuklu, bordo ağırlıklı ise, güzel set. Gönül çubuklu-beyaz-siyah görmek isterdi ama, bu da güzel. Hiçbir şey olmasa, kendilerine has formalar giyecekler.

Kur


Barcelona'nın siyah şortlu formalarını her zaman çok sevmişimdir. O dönemlerde kulübe ufaktan sempati duymaya başlamamın da bunda payı olabilir. Yıllardır da yeniden böyle bir tasarım kullanmalarının yolunu gözlüyordum. Nihayet geldi.

Şahsen parçalı ve çubuklu formaların hepsinde, formadan farklı renk şort giyilmesi gerektiğini düşünürüm. Ki bir bütünlük yaratsın ve o deseni daha iyi yansıtsın/vurgulasın, ayrıca renk karmaşasına mahal vermesin. Tabii bunu yapabilecekler var, yapamayacaklar var, arada deneyebilecekler var. Galatasaray bile tam oturtmuş sayılmaz mesela, zaman gerek daha. Barcelona bunu Nike giydiği sürece arada yapabilir, geçmişi var. 

Ki bu tasarımın sebebi de, Barcelona-Nike ortaklığının 20 yıla ulaşmış olması. İlk ürün şuydu. Zaten çoraplar da birebir bu sene. Ben açıkçası yeni sezon "18-19" olduğu için, 1999 ve 2009'daki gibi bir parçalı bekliyordum, ama bunu önümüzdeki sezona ertelemiş olabilirler. Umarım öyledir, çünkü kulübün kullandığı ilk forma tasarımını 100. yılda giydikten sonra diğer 10 yılda bir giymeyi devam ettirmek hoş bir gelenek olabilir -- bu kez bir sene kaysa da.

Nike'la anlaştıktan sonra ilk olarak o linkteki çubukluyu, ardından da 100. yıl parçalısını giyiyorlar. 2002-2003'e dek, bütün bu iç saha formaları siyah şorta sahip. Bunu kim düşünmüş, kim uygulamaya koymuş bilmiyorum. Ama şahsen o kişi ya da kişilere teşekkür borçluyum. Bu sene olduğu gibi, ilerde de arada hortlatılabilecek, başvurulabilecek bir ara gelenek yaratmış oldular.

İnce çubuk, tabii kulüp forma geleneklerine ters. Bu kadar ince çubuk hiç yok tarihte. Ama malum, her sezon yeni tasarımın geldiği bir dönemde, elbet böyle bir şey giyilecekti. On bordo çubuk, Katalunya'nun on ilini mi temsil ediyomuş ne, öyle bir detay var. Her sezon bir yere sıkıştırılan Katalan bayrağı için bu kez özel bir yer aramaya gerek kalmamış. Bu sezonun Nike Elit Kategori tasarımlarında ensede dikine ufak bir parça var. Oraya kondurmuşlar bayrağı.

Geçenlerde gavur Barçalılar forma hakkında konuşurken, bir tanesi "fazla mavi ağırlıklı" demişti. Ki bunu geçen sezonun forması için daha da söyleyebiliriz, o deneysel haliyle. Haksız değil, ama Nike'ın son yıllarda seçtiği bu şablonlar, kolları da işin içine katmak için kullanışlı değil. Oluru yok yani. E eskisi gibi kulübe özel kalıp da yapılmıyor, öyle olunca o iş yalan.


İlaveten, bu forma, Iniesta'nın üzerine geçirdiği son Barcelona forması oldu. Hattâ, emin değilim ama, bir kere giymiş olduğu tek Barcelona forması da olabilir. Alıp asacak işte doğrudan.

Nerden Nereye 264



Nerden Nereye 263




Nerden Nereye 262


Twitter'daki gavur Barçalıların birinden.

Para


Nike'ın gelişinin ardından, forma tasarımı yenilenen takımlar arasında --ki 5 takım filan değişti formaları, çok değil-- şahsen en hoşuma giden, Cavs'ınki olmuştu. Reklam falan da çok yakıştı. Ama ufak bir dengesizlik vardı, bütün formalara bakınca: Yan renk olarak hem siyahı, hem de laciverti görüyorduk.
Önceki sette 4. formaları lacivertti, bir 4. formadan da fazla giyiliyordu. Şampiyonluk 'kollu siyah formayla' gelince, parkeyi falan da lacivert yerine siyah fonlu yaptılar. Ardından da değişen tasarımla birlikte, lacivertin yerini bir nevi siyah forma aldı. "Bir nevi" diyorum, çünkü artık forma sırası yok, malum. Zaten iyice piç edilmiş olan 'iç sahada beyaz kuralı' da kalktı, falan filan. Fakat tek başına bir siyah forma varken, lacivert de, kırmızı formada 'yan renk' olarak bulunuyor. Bu biraz gereksiz açıkçası. Bütünlüğü de bozuyor.


Bu postu asıl atış sebebime geleyim. Az evvel şöyle bi' tivit gördüm. Sanıyorum, bu sezondan 2010'a dek olan dönemde, forma kullanım sırasının iyice birbirine girmesinin en güzel örneği sanırım. Hadi 2010'dan sonra 4 sezon ortalarda yoklar, onu siktir edin. 3 sezonda da finale çıkıyorlar, yani maksimum seri sayısına ulaşıyorlar. Ve rakamlar bu şekilde. Bir kere bile deplasman formalarını giymemişler. Onunla birlikte sarıyı da hiç giymemişler. Eğer geniş çaplı bir uğur denemesi yoksa, çok tuhaf. Birilerinin en sevdiği renk falan mı artık.

Bu arada 4 kez giyilen siyahın ikisi zaten, 3-1'den dönen final serisindeki son iki deplasman maçı. Önce giyilmemiş. Bir uğur denemesi olabilir bu da. Diğer ikiye de baktım, geçen senenin finalindeki 2. ve 5. maçlar. İlginç olabilecek bir not: İlk maçta laciverti giymişler. Unuttular mı ne yaptılar önceki seneyi. Acaba siyah giyilse ne olurdu, bir şey değişir miydi.

Nerden Nereye 261




Çeviri: Pop İçin Oynamak


(Orijinali için şuradan.)

Gregg Popovich'in isteği, göründüğü kadar basit değildi, ama eski Spurs oyuncusu Sean Elliott'ın talimatları bu şekilde yorumlaması gerekiyordu.

Koçluğa gelmesinden sonraki erken şut antrenmanlarından birinde Popovich, Elliott'a çizgide savunmaya yardım etmesini ve sonra çabucak kendi görevine dönmesini söylüyordu -- yani köşedeki şutörü savunmak. Elliott talimatı duydu, fakat başta biraz şaşırmıştı.

"Pop, benden bu noktaya kadar gelip, sonra o noktaya kadar geri dönmemi mi istiyorsun?" dediğini hatırlıyor Elliott. "Şöyle yanıtladı: 'Eğer yapamazsan, ben de yapacak birini bulurum.'"

Kimse işini kaybetmek istemez, Elliott da kendisine söyleneni yaptı. Bu noktada, zorluğu ne olursa olsun, Popovich'in bu kendine has savunmayı istediğini anladı.

"Sizden çok şey istiyor," diye açıklıyor Elliott. "Birçok oyuncunun böyle bir koçu yok."

Konu Popovich için oynamaya gelince, gerek emekli, gerek faal birçok oyuncunun benzer hikayeler anlattığını görüyorsunuz. 69 yaşındaki koçun savunmada gösterilecek çabayı yönetme konusunda ne kadar kararlı olduğunu açıklıyorlar.

Eğer genç oyuncular onun stilini anlamazsa, onlara çabucak, Popovich'in takımın iyiliği için bu tip oyuncuları takımdan çıkardığı söylenir. Ve sonra her şeye nasıl katlanacakları konusunda bilgilendirilirler.

"Kesinlikle kalın bir deriye sahip olmanız gerekiyor," diyor Elliott. "Egonuzu bir kenara bırakmanız ve olan-biteni kişisel almamanız gerekiyor. Bu en mühimi."

Patty Mills şöyle diyor: "Bunu kaldırabilecek insanlar var, kaldıramayacak insanlar var. Ama nihai hedef, o kişinin takım için 'neyi ve 'neden' daha iyi yapabileceği. Bu sizin için. Nihai hedef, şampiyonluk."

Bu hedefe doğru ilerlerken, Popovich bu 82 maçın sonunda hayatta kalmak için, liderliğiyle gerekenleri sağlayacak -- Playofflar dahil. Kendi yoluyla Popovich, öğrencilerine sadece Spurs'le değil, tüm ligde başarıya ulaşmak için ne gerektiğini ortaya çıkaracak.

Çoğu durumda, iş zihinsel hazırlıkla başlamakta.


İşleri Yürütmek

Manu Ginobili, draftta 57. sırada seçilmesinden 3 yıl sonra NBA kariyeri başlarken, işlerin bu kadar kolay yürüyeceğini beklemiyordu.

Popovich'in güvenini kazanması gerektiğini biliyordu. Ama bunu nasıl yapacağını çözmesi gerekiyordu.

Ginobili yalnızca kendisi olabileceğini, kendi stilinde oynayabileceğini kesinleştirmişti. Bunun, kazanma yolunda takıma yardım edebileceği yol olduğuna Popovich'i ikna edeceğine karar vermişti.

Beklediğinden çok daha zorlu bir iş olacağı ortaya çıkıyordu.

"İlk iki yıl, cehennemde yanmadıysam da, zor geçmişti," diyor Ginobili. "Birçok kez konuşurken yüz yüze bakmıyorduk bile."

İlk sezonunda 69 maçta 7.6 sayı ortalaması tutturduktan sonra, ikinci sezonunda çıkışa geçti -- ama kendisini "bitip-tükenmiş" hissettiğini itiraf ediyordu. Bazı sebeplerden, Popovich ile işler hâlâ iyi gitmiyordu. Ginobili'nin oyun stili --anormal paslar, saçlarını savurarak bir sürü kişinin arasına dalmalar-- henüz Popovich için ikna edici değildi.

"İşe yarayacağını sanmıyordum," diyor Ginobili. "Vazgeçmeyecektim. 'Beni başka bir yere yollayın' demeyecektim. Ama çok zordu."

Ginobili'nin nihayet rahat hissetmesi için, Popovich'le birçok konuşma yapması gerekiyordu. Uzun yıllardır takım arkadaşı olan Tony Parker da onun kadar bıkmıştı.

Parker da kariyerinin ilk döneminde Popovich'in gazabına uğramıştı ve onun Ginobili'ye verdiği tavsiye de, Tim Duncan'ın ona verdiğiyle aynıydı.



"Sabırlı olmasını söyledim. 'Senin oyununun o çılgın paslardan öte olduğunu görecek. Günün sonunda o harika bir koç. Bence seni anlayacak.'" Devam ediyor Parker: "Pop'un alışması biraz zaman aldı, çünkü ben takıma geldiğimde bir yarı saha takımıydık. Her şey Timmy ve David Robinson için hazırlanmıştı. Herkes gibi biz de evrilmeliydik. Yavaşça ama kendinden emin; Pop bana daha çok iş yükledi, Manu'ya da, daha çok sorumluluk... Orta yolu bulmak biraz zaman aldı yani."

Ginobili ve Popovich için bu orta yol, ikinci sezonlarının sonunda oluştu. Zamanla bu ikili, nasıl ilerleyecekleri konusunda anlaştı. Koç her hareketinde ona kızmak yerine, biraz daha düzen dışına çıkma izni verdi. Karşılığında Ginobili daha dikkatli olacak ve daha az hata yapmaya çalışacaktı.

"Artık söylediği ya da yaptığı veya büyük bir uyarı olarak algılanacak daha az şey vardı" diyor Ginobili. "Bir şeylerin değiştiğini fark etmiştim."

Sonuç mu? Ginobili 16 sayı, 4.4 ribaund ve 3.9 asist ortalamaları tutturdu. Kariyerinde ilk kez All-Star seçildi. Ve Spurs tarihindeki üçüncü şampiyonluğuna ulaştı.

"Sezonun sonunda, onun güvenini kazandığımı ve beni uzun vade için takımda istediğini hissetmiştim." diyor.


Pop'un Güvenini Kazanmak

Mills de Popovich'in güvenini kazanmak için benzer bir sürece katlandı.

Mart 2012'de Spurs ile sözleşme imzaladıktan sonra, yalnızca 16 maça çıkabilmişti. İkinci sezonunda San Antonio'da daha etkili olmaya kararlıydı, ama Londra Olimpiyatları'ndaki parlak performansına rağmen bu gerçekleşmedi.

Eski Spurs asistan koçu Brett Brown'ın yönetimi altında oynayan Mills, 21.2 sayı ortalaması ile takımın en skoreri olurken, 6 maçta 3 galibiyet almışlardı. Bu performansın Spurs'te ona daha belirgin bir rol getireceğini hissediyordu. Fakat Mills'in ortaya koyduğu oyun, standartlarının altındaydı. 58 maçta 5.1 sayı ortalaması tutturdu ve biraz kilo fazlası bulunuyordu.

"Olimpiyatlar'da o kadar iyi oynadıktan sonra, kaldığım yerden San Antonio'da devam edebileceğimi düşünmüştüm ama bu bir hataydı," diyor. "Düzelmeliydim. Ama aynı zamanda, burasının nasıl bir yer olduğunu öğrenme konusunda bir eşikten geçmek zorundaydım: Bu takımda oynamak için ne gerekiyor ve bununla nasıl başa çıkacağım."

Mills, Popovich'in yönetiminde nasıl daha fazla süre bulacağını tasarlıyordu. Yılmadı. Takas veya ayrılığı seçmedi.



"Vazgeçmek en kolayıydı," diyor. "Bu takım için oynamak istiyordum. Peki ne yapmam gerekiyordu?"

Kız arkadaşı Alyssa Levesque'in de yardımıyla Mills, 2013 yazını forma girerek ve oyununu geliştirerek geçirdi. Popovich için farklı bir oyuncu olmak istiyordu ama Spurs'ün onun ne kadar çok çalıştığını bilmesini istemiyordu. Oyununun konuşmasını istiyordu.

Mills hazırlık kampında daha iyi görünüyordu. Sinekkaydı traş oldu ve kafasını kazıttı. "Yeni biriydim. İlk gün, hadi bakalım. Hazırım. Benim için o ilk gün yeni biri olarak harekete geçmek zihinsel bir şeydi, yeni bir başlangıç."

Popovich gördüklerinden memnundu. Kendisinden önce Parker ve Ginobili'nin yaptığı gibi, o da zihinsel engelin üstesinden geldi, ihata etti ve bu işe yaradı. Üçü de rekabetçi yanlarını gösterdi ve kendilerini koçlarına kabul ettirdiler.

Öğrendiklerinden yola çıkarak ne tavsiye edeceği sorulduğunda, Ginobili şöyle diyor: "Onun söylediklerine, sizden ne beklediğine, sizden ne talep ettiğine kulak kesilin ve buradan yola çıkın."


Kulakların Arasında

Pau Gasol, konuşmuyorken bile Popovich'in sesini duyduğunu söylüyor. Kendisine sürekli nasıl sağlam oynayacağı, keskinlik, rekabet ve uygulama ile ilgili hatırlatmalarda bulunuyor.

Akıllı oynamak ve sağlam oynamak. Popovich'in kulakların arasında çınlamasını istediği cümleler bunlar.

"Oyunu doğru şekilde oynamalısınız," diyor eski Spurs asistan koçu, şimdi Orlando Magic'te asista koçluk yapan Chad Forcier. "Akıllı olmalısınız. Görevlerinizin ne olduğunu iyi anlamanız gerek. İletişimi iyi sağlamalısınız."

Ve kulaklardaki cümleler kaybolunca, Popovich ortaya çıkar.

Gasol kendisi için bunu, geçtiğimiz Playofflar'da buldu. Houston'a karşı, içerde oynanan, serinin 5. maçıydı. 11.1 saniye kala, skor 101-101'di, ve Spurs'ün maçı normal sürede kazanma şansı vardı.

LaMarcus Aldridge bir perde yapmak için, Patrick Beverley'nin savunduğu Mills'e doğru geldi. Rockets adam değişti, ve ter eşleşme oluştu -- Beverley, postta kendisine avantajlı bir pozisyon hazırlayan Aldridge'i savunuyordu.

Ama Gasol, Aldridge'in daha da avantajlı bir konumda olması için yerini değiştirip boyalı alandan uzaklaşmadı. Gasol postta kaldı, topu Aldridge'e getiren Mills'i engelledi. Mills de süre bitiminden sonra denediği isabetsiz bir üçlük atış denedi.

Popovich hayal kırıklığını açığa vurdu ve Gasol'e belli etti. Hakkını vermek gerekir ki, Gasol bu hata için kabahati üstlendi.



"Oyunu yanlış okudum," diyordu Gasol. "Bir switch gördüm, ama dışarda kalmalıydım çünkü Beverley, LaMarcus'la kalmıştı ve oradan oynamalıydık. Yani oyunu kötü okudum."

Hesap verebilmek, Popovich için oynayan oyuncularda bulunması gereken bir özellik. Ama Gasol, azarlandığı zaman böyle şeyleri kişisel almaması gerektiğini biliyor.

"İhtiyatla yaklaşmanız gerekir," diyor Gasol. "Ama aynı zamanda, oyunun duygusal bir tarafı olduğunu da anlamalısınız. O duygusal bir hoca. Bazen sıçıp batıracaksınız, bunda sorun yok. Kimse hata yapmak istemez. Ama bence o belli bir duygu seviyesi getiriyor. Bu da bazen böyle anlarda ortaya çıkıyor. Ama bunu kişisel alamazsınız."

Eski Spurs guardı Antonio Daniels da ekliyor: "Şu kadarını söyleyeyim, Pop ile ilgili her zaman saygı duyduğum ve sevdiğim şey, sizi takım arkadaşlarınızın önünde fırçalaması. Sizi taraftarların önünde fırçalar. Ama kapı daima açık. Ve bir oyuncu olarak, buna saygı duyarsınız."

"Yani, size ne söylemesi gerekiyorsa söyler, ama anlamadığınız bir şey hakkında sorunuz varsa, kavrayamadığınız bir şey, size açıktır. Birçok koç 'açık-kapı politikası' güttüğünü söyler, ama aslında öyle değildirler. Pop'un kapısı, tekrar azarlanmak noktasına gelmekten kaçınmak için ne gerekirse yapma adına her zaman gelip tartışmaya açıktı.

Daniels bu tavrın avantajını, 2001'de ilk 5'teki oyun kurucu pozisyonunu Tony Parker'a kaybettiğinde gördü. Karardan memnuniyetsiz değildi, fakat sonrasında ne olacağını bilmek istiyordu.

"Kendisiyle bunun hakkında konuştuk," diyor Daniels. "Tamam, artık ilk 5 çıkmıyorum; ama şimdi bana biçtiğiniz rolde nasıl daha iyi olabilirim."


Zihinsel Zorluk

Daniels, Popovich için nasıl oynayacağını her zaman anlamıyordu. Koçu nasıl memnun edeceğini anlamasının zaman aldığını söylüyordu. Popovich'in 'mental zorluk' olarak adlandırdığı şey buydu.

"Eğer San Antonio'ya gittiğimde zihinsel olarak işe koyulmaya hazır olduğumu söylersem, bütünüyle yalan söylemiş olurum," diyor Daniels. "Hayır; bu, ayrıldığımda da devam eden bir süreçti. Buradayken tamamen anlamamıştım. Ama ayrıldığınızda sürekli 'Eğer şimdi bildiğimi o zaman bilseydim...' diyorsunuz. Bu tip durumlardan biriydi."

Ve ekliyor: "Tim'in öğrenmesi gerekiyordu. Kawhi'nin öğrenmesi gerekiyordu. David de öyle. Kimse bilerek gelmiyor."

"Oyuncularla ilgili en sevdiği şey, temel özellikler," diyor asistan koç Ime Udoka. "Ortaokulda öğrenilmesi gereken şeyler, 8. sınıfta. Ve bir diğer kısmı da egosuz insanlar. Eğer bir süperstar değilseniz; eğer bir Tom, Timmy, Manu ya da Kawhi filan değilseniz, iyi temele sahip çok yönlü oyuncular olmanız gerekiyor. Ama zihinsel olarak da güçlü olmalısınız tabii."

Udoka'nın oyunculuk kariyerindeki dayanıklılığı, onu Spurs açısından cazip kılan etmen olmuştu. O dönemde --Ağustos 2007-- serbest oyuncuydu.

Bruce Bowen'a yardım edecek bir savunmacıya ihtiyacı olan Spurs, Udoka'yı Portland günlerinden beri izliyordu. Spurs onun savunma stilini takdir etti ve Kobe Bryant'ı savunmak için görevlendirilmişken, yerini korudu.

"Savunma onun ne olursa olsun güvendiği unsurdur," diyor Udoka. "Takım hücumda ne yaparsa yapsın, siz kim olursanız olun, onun telkinleri savunmayla ilgilidir. Bryn Forbes ya da Gary Neal gibi skorerliğiyle bilinen oyuncular alırsınız, ama o, siz bir savunmacıymışsınız gibi sizden savunma yapmanızı bekler."



Popovich'in hataları veya mücadele eksikliğini hoşgörmediği tek alan, savunma. Oyuncular şutları sokar ya da kaçırır. Eğer bunlar doğru şutlarsa, sonuç neyse kabuldür. Ama savunmada bir aksaklıkla, o oyuncunun anında işi bitebilir."

"Eğer doğru tercihlerse, arka arkaya 5 şut kaçırabilirsiniz," diyor Davis Bertans. Ama o, savunmamızdaki ufak şeylere odaklanıyor. Her rakibe karşı uygulamamamız gereken kurallar var. Onun önemsediği bunlar."

Rudy Gay bu dersi alalı pek fazla zaman geçmedi. New Orleans'a karşı kazanılan maçın ilk yarısında 5 dakika civarı oynamışken, ikinci yarı hiç oynamadı. Gay'in içindeki rekabetçi hayal kırıklığına uğramıştı, ama ne yapması gerektiğini saptamıştı.

Minnesota ile oynanan sonraki maçta, 7/12 ile 14 sayı buldu. Daha önemlisi, savunmada sağlam durdu ve yaptığı 4 blokla galibiyete büyük katkıda bulundu.

"Size meydan okuyor," diyor Gay. "Her saniye. Sizden çok şey talep ediyor. Bazıları buna zor diyebilir, ama ben bunu bir iltifat olarak alırım. Sizi umursamayan bir koç istemezsiniz. Yani, bunu iltifat olarak almaya ve mümkün olduğunca verimli olmaya çalışıyorsunuz."

Udoka şunları ekliyor: "Doğru çaba ile oynar ve hata yaparsanız, sizi öldürmeyecektir. Aynı hatayı devamlı yapmadığınız sürece."


Herkese Göre Değil

Denver'da oynanan bir Spurs-Nuggets maçında onurlandırılmadan önce, Popovich'in varlığının o geceyi daha özel kıldığı sorulduğunda Allen Iverson gülmüştü. Popovich için hiç oynamasa da, ona hep hayran kalmıştı.

"Pop benim kariyerim için çok şey ifade ediyordu," diyordu. "Uzaktan da olsa ondan çok şey öğrendim. Bu yüzden o çok büyük ve efsanevi bir koç. Onun sahada yönettiği şeylere bakabilir ve bunlardan bir şeyler öğrenebilirsiniz."

"Bence o lig için ve çalıştırdığı oyuncular için çok önemli, çünkü size her daim doğru yoldan öğretiyor. Ya onun istediği gibi olur, ya da hiç olmaz."

En iyi döneminde onun için oynamayı düşünüp düşünmediği sorulduğunda şöyle diyor: "Kesinlikle. Larry Brown'dan öğrenme deneyimini alıp, onun için oynamaya dönüştürebilirdim."

Deneyimli oyuncular, Popovich için oynamak adına, belli seviyede olgunluk ve farkındalığa sahip olmak gerektiğini kabul ediyorlar.

Ve onun iltimasla işi yok. Herkese aynı şekilde koçluk yapıyor. Elliott da bunu onunla ilk yıllarında öğrenmişti.

O dönemde Genel Menajer olan Popovich, koç Brian Hill'i kovup kendisini koç olarak atamadan önce Popovich ve Elliott'ın arası iyiydi. İkili, Popovich asistan koçken Elliott'ın draft edilmesinden beri bir aradaydı.



"Pop koçluğa getirildiğinde işler benim için zorlaşmıştı, çünkü biz çok yakındık," diyor Elliott. "Klasik bir asistan koç-oyuncu ilişkisinden öteydi. Sanki bir arkadaşınız göreve gelmiş ve size birden bağırıp çağırmaya başlıyor. 'Bir saniye. Hepimiz erkeğiz. Neden bana böyle davranıyorsun?' diyordum kendi kendime."

Popovich ve Elliott her zaman göz göze gelmiyordu. Durumlarını gözden geçirmek için kapalı kapılar ardında konuşuyorlardı. Artık arkadaş değillerdi. Elliott'ın buna alışması gerekiyordu.

"Anlaşamadığımız noktalar vardı," diyor Elliott. "Ama bunları üstesinden geldik ve bunun sayesinde hâlâ çok iyi arkadaşız."

"Her oyuncu Popovich için oynayabilir mi?" diye sorulduğunda Elliott şöyle cevaplıyor: "Herkes yapamaz. Ligde bunu becerebilecek pek az oyuncu var. Uzun zamandır buralardalar ve herkes kendi yollarına bakıyor. Bu kadar şey talep eden bir koç istemiyorlar. Ve bazıları da bunun için gerekli zihinsel donanıma sahip değil."

Gay de Elliott ile hemfikir: "Ligdeki bazı oyuncular assolist havasında. Her şeyi çözdüklerini sanıyorlar. En iyi oyuncuların bir kısmı bile bu kafada, ama olay sandıkları gibi değil. Ben buradaki insanların çözebileceği şeyler gördüm, ve eminim onlar da bende bir şeyler gördüler. Hepimiz oyunun öğrencileriyiz. Ama bu ligde çok assolist barındırıyor."

Daniels da aynı soruya "Hayır" yanıtını veriyor. "Buna verebileceğim cevap, her oyuncunun aynı şekilde gelişmediği yönünde. Fiziksel olarak aşırı gelişmiş, ama zihinsel olarak aynı seviyede olmayan oyuncularla oynadım. Aynı şekilde zihinsel olarak donanımlı, ama fiziği yetersiz olan oyuncular da gördüm. Pop için oynayacaksanız, ikisinden de olmalı. Ve yönetilmeye de niyetiniz olmalı. Bu, günümüzün NBA'i için çok şey söylüyor."

Ligdeki en büyük tartışma konularından biri, Popovich'in ne kadar daha koçluk yapacağı. Oyunu bıraktığı zaman, dünyayı gezip, paranın alabileceği en iyi şaraplardan mı tadacak?

Duncan'ın gidişiyle ve Parker ile Manu'nun da emekliliğe iyice yaklaşmasıyla, 2020'de Olimpik Basketbol Milli Takımı'na koçluk edecek olan Pop, bu işi bırakmaya çok yakın olabilir. Neden hâlâ saha kenarında olmaktan zevk aldığı sorulduğunda verdiği cevap şu: "Çünkü hâlâ oyuncuların gelişiminde rol oynamak konusunda tutkum devam ediyor."

 Bunun bir parçası olmaktan zevk aldıkça, neden bıraksın ki?

"Her şey rekabet ve çocukların gelişimiyle ilgili," diyor Popovich. "Değişimlerini görmek ve hem dünyada, hem de oyunda daha olgunlaştıklarına şahit olmak. Bütün mesele bundan ibaret."


Nerden Nereye 260




Nerden Nereye 259





Nerden Nereye 258




Çeviri: Neden Yetişkin Erkekler Panini Dünya Kupası Çıkartmalarını Biriktirmeden Edemez?


(Oriinali için şuradan.)

"Panini Dünya Kupası çıkartmalarını biriktirmek için çok mu yaşlıyım?" Bu, hafta içinde yeni albümün yakında piyasaya sürüleceğine dair çıkan haberlerin üstüne, orta yaşlı erkeklerin kendilerine sorduğu bir soru.

Doğru yanıt, elbette "Evet". En büyüğü 5 yaşında iki çocuk sahibiyim, bütün param çocukların oyun oynadığı yerlere ve Clarks marka ayakkabılara gidiyor.

Ama her dört yılda bir, iyi niyetli ebeveyn sorumluluklarım, Panini albümleri dükkanlara geldiğinde yerle bir oluyor. Bugünlerde albümler dağıtılmaya başlandı; bu yüzden, bağımlı olmak, her zamankinden daha basit hale geliyor.

Her yerde futbol sahaları ortaya çıkmadan önce Panini çıkartmaları, bize dünyanın her köşesinden, var olduğunu hiç bilmediğimiz oyuncular hakkında fikir edinmemizi sağladı. Çıkartmaları özenle albümünüze yapıştırdıkça görülen saç kesimleri --ve elbette formalar-- feci derecede büyüleyiciydi. Lig albümlerinin erişemediği bir tür cazibeye sahiplerdi.

Çoğu Panini koleksiyoncusunun, konuşurken gözlerinin parladığı bir 'dönüm noktası' albümü vardır. Benim için bu, sonsuza dek Maradona'lı Arjantin'in İngiltere'yi elemesiyle hatırlanacak olan Meksika '86 albümüydü. "Var, yok, yok" şeklindeki sesleri, parklarda aralarında takas yapan çocuklardan duyabilirdiniz. Elde ne kadar çıkartma varsa, pazarlık gücü o kadar fazla olurdu. Hayal edebileceğiniz en müsrif şeymiş gibi, parasının tamamıyla toptancıdan alım yapanlar hakkında hikayeler duyardınız.



Ergenlik yıllarımda çıkartmaların çekiciliği, bilgisayar oyunları, ayakkabılar ve müziğin etkisiyle, iyice azaldı. Ancak birkaç yıl sonra bu kıvılcım, ofiste yapılan tesadüfi bir sohbet veya çatı katında yarıda kalmış bir albümü keşif ile birlikte yeniden alevlenecekti. Parlak bir amblemin çıkmasını umarak, hangi oyuncuların çıktığını görüp "gülmek için" birkaç paket alacaksınız -- genellikle iyi görünen bir Arjantin veya İspanya. Öncesinde her seferinde 10 paket alıp, dükkandaki çalışanı kandıramayacak şekilde "Çocuklar için canım" diyeceğinizi biliyorsunuz.

Çıkartma albümleri, günümüzün Instagram, Twitter ve Facebook'lu dünyasında çok da ses getirmemelidir. Ama günümüz pazarı nostaljiye dayalı ve bu nedenle günümüzde hemen hemen her şeyin koleksiyonunu yapan kişiler, orta yaşlı babalar. Onlar futbolcu çıkartması biriktirir, ayakkabı almak için geceden kuyruğa girer ve plak takıntıları vardır.

Çıkartma biriktirme yoksunluğum, bir süre de olsa gerçek yaşama dönmeme imkan tanıdı, ama 2014 yılında yeniden hortladı. Birkaç iş arkadaşım da bu furyaya kapılmıştı ve albümümü rekor sürede tamamladım -- bu hususta Twitter üzerinden takas yaptığım koleksiyonculara müteşekkirim. Son defa kendimi kaptırdığıma yemin etmiştim, ama geçen sene bir şeyler, beni kararlarımdan şüphe ettirdi. Dört yaşındaki oğluma Arabalar 3 filmi için bir Panini çıkartma albümü verilmişti ve o dört pakedin ardından sıkılsa da, ben o albümü bitirmeyi kendime görev bellemiştim. Oğlumun --YANİ BİR AMATÖR-- çıkartmaları sakarca çerçevenin dışına taşırmasını ve kaygısızca yapıştırmasını dehşet içerisinde izledim. Dişlerim gıcırdıyordu. Son çıkartmalar için onu sepetlemek zorunda kaldım.

Paketleri açmanın heyecanı ve benzersiz kokusu, kıvrılmış haldeki yapışkan sırtların masaya yayılmış görünümü... Dürüst olmak gerekirse sarhoş edici. Yeni bir kutunun geldiği umuduyla gazete bayisine koşmanın heyecanı geri geldi. İnsanların nostaljiden öleceğini düşünüyorum, çok güçlü bir grip gibi.

Bu yüzden, 2018 albümünün 22 Mart itibariyle satışa çıkacağını duyduğumda örümcek hislerim kabardı. Bu kez biriktirme işine girecekler mi diye öğrenmek için birkaç kişiye twit attım. Maalesef, cevapların hepsi olumsuzdu. Şimdi hayat gailesi içinde olan bir zamanların takıntılı koleksiyoncularının hepsinin, bir zamanlar bu 690 kadar çıkartmanın toplam maliyetinin ne kadar fazla olduğunun farkında olması, şu an için açıkçası şaşırtıcı geliyor. Haklı olabileceklerini kabul ederek, kendimi Panini büyüsünün etkisi altına girmemek üzere ikna ettim. Ama karım "Çocuklar için alacaksın, değil mi?" diye sorunca, bir şeyler harekete geçti: "Evet hayatım, elbette."

Nerden Nereye 257



3005


Hayırlı All-Star'lar olsun. Maç başladı. 1-2 atak sonra Team USA'in formasının, bu sene Lakers'ın 'Minneapolis' dönemine atfen giydiği retro formanın neredeyse aynısı olduğunu fark ettim. "Vay ne skandal" falan diye söylenirken, bir kontrol edeyim dedim, milletin günahını almayayım diye. Almışım, ama farklı şekilde. 

Devrede Ramona ablanın şu tivitini gördüm. Meğer... Nasıl ki ünlüler maçını Lakers-Clippers şeklinde kurdular, burası için de bunu düşünmüşler ve harika fikir. Şehrin ligdeki her iki takımına da (ilaveten tarihlerine) bir nevi saygı duruşu.

Bu arada, 'neredeyse aynısı' dedim de, adamlar yaka şeklini farklı yapmış ve yandaki şeritleri de kaldırmış, Lakers'takinin aksine. Beleşe konmamışlar, helal olsun. 


Nerden Nereye 256



Çok çabuk oldu.

Xenu


Üstteki fotoğraf 2009-2010'dan, Robben'in Bayern'deki ilk sezonundan. Aşağıdaki de bu sezondan. İkisinin birlikte oynadığı 9. sezon. Bir düşünmek, araştırmak lazım elbet, ama muhtemelen üst düzeyde en uzun süre beraber oynamış kanat ikilisi bu herifler. Önümüzdeki sezon da bir arada olurlarsa, 10 olacak ki, yani, o ihtimal de iyice az artık. Bakalım.


Nerden Nereye 255



Çeviri: 'Flu Game'in Sözlü Tarihi



Bu, asla aklınızdan çıkmayacak görüntülerden biri: Michael Jordan --yaşamış en büyük basketbolcu-- 1997 NBA Finalleri 5. maçında, bitik bir halde Scottie Pippen'ın kollarına yığılmış vaziyette. Gribin vücuduna verdiği zararı kabul etmeyen Jordan, 38 sayılık performansıyla Bulls'un Utah'a karşı galibiyetinde en önemli etken olarak, takımının 7 yıldaki 5. şampiyonluğuna giden yolu açtı. Şimdi, yıllar sonra, maç günü orada bulunanlar, tarihin bir parçası olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmak için bir araya geldi.


BÖLÜM 1: Hava Atışına 40 Saat



Tim Grover (Bulls antrenörü): Takımın kaldığı otelde uyuyordum, gece saat 2 falandı. Michael'ın korumasından bir telefon geldi. HBO'da Dragonheart'ın başlamak üzere olduğunu söyledi, Michael da herkesin bundan haberdar olmasını istiyormuş. Ben de kapatıp geri uyudum. 10 dakika sonra tekrar aradı, ama bu kez bir şeylerin ters gittiğini söylemek için.

George Kohler (Jordan'ın koruması): Michael her yere kusuyordu. İtfaiye hortumu gibi etrafta savrulup perdelerin, zeminin, her şeyin üstüne kusuyordu.Öyle fena kusuyordu ki, gözleri yuvalarından fırlıyordu.

Michael Jordan: Kimse Michael Jordan'dan iyi kusamaz, ve bunu o gece kanıtladım. Bu dünyada basketbolda, kusmada, el sanatlarında ve yüzmede en iyisi benim.

Tim Grover: Besin zehirlenmesi gibi duruyordu, ben de George'a, Michael'a bir Alka-Seltzer vermesini ve sabah benimle görüşmesini söyledim.

Phil Jackson (Bulls Koçu): Odamda Dragonheart'ı izlediğimi hatırlıyorum ve biri kapıya vurmaya başladı. Kapıdaki George'du ve saçma sapan bir şekilde bağırıyordu -- buz makinesi ve Michael'ın çıplak olması hakkında birtakım cümleler.

George Koehler: Mike'ın ateşi kontrolden çıkmıştı, ben de onu koridora taşıdım ve onu soğutabilmek için buz makinesinin tepesinden içeri doğru koymayı denedim. Sessizce geldi, ben de onu içine bıraktım ve o iyice gömülene dek kovalarca buz yığdım.

Phil Jackson: Benim felsefem, her zaman oyuncuların tercihlerine güvenmek yönündeydi. O gece Michael'ı gördüğümde, ona açıkça, orada çıplak ve tepkisiz bir şekilde buzlar arasında yatmasına saygı duyacağımı söyledim. Olay bundan ibaretti.

Tim Grover: Sonraki sabah, Mike'ı kontrol ettim ve kesinlikle berbat görünüyordu. Islak ve çürümüş kuru üzüme benzeyen bir adam, otel koridorunda kıvrılmış yatıyordu. Onu son gördüğümden bu yana muhtemelen 30 kilo vermişti ve üstünde yüzlerce karınca geziniyordu. Bir gözü eksikti. Ama bu beni pek endişelendirmedi. Sonuçta bu Michael Jordan'dı. Hiçbir şey onu dize getiremez.

Michael Jordan: Ne kadar hasta olduğumdan emin değilim, ama o noktada dünyadaki "en hasta" NBA oyuncusu olduğumu biliyorum ve o zamandan beri daha "hasta"sı gelmedi. Emin olmak için Stern'ü günde üç kere arıyorum.

George Koehler: Michael nasıl hastalandı? Düşünelim. Büyük maçlardan önce ne yapıyorsa, yine onları yaptı: Basketbol görüntülerine çalıştı; üç yılanıyla beraber maç stratejisini konuştu; telefonu söküp yeniden taktı. Saunadayken çantasının içinde midye soslu makarna gördüğümü hatırlıyorum ama bu ona etki etmezdi. Bu adamı mağlup edemezsiniz.

Scottie Pippen (Bulls forveti): Yalnızca biraz makarna yedi, ama sonra bunlardan 10 kilo kadar (23 pound) yemeye karar verdi; çünkü 23 şanslı numarasıydı ve kötü talihiyle bir uçak kazasına falan yol açmak istemiyordu. Ama bunun onu hasta ettiğini sanmıyorum. Burada bir "faul" olduğuna ikna oldum.

Jerry Sloan (Jazz koçu): Yıllardır bu maç öncesinde Michael Jordan'ı nasıl zehirlediğimiz konusunda onlarca komplo teorisi duydum ve bunların hepsi doğru. Jeff Hornacek oda servisi yapıyor gibi Michael'a yaklaşıp Lysol ve dimetil cıva dolu bir şişe verdi, Michael da bunu üç yudumda bitirdi. Sonra beş şişe daha isteyip onları da bitirdi. Jeff'e her şişe için 100 dolar bahşiş verdi ve hepimiz buna bayıldık.

Marcus Acker (Basketbolsever): Ben de Michael Jordan'ı zehirledim. Takımla aynı otelde kalıyorduk ve ben de iki oğlumu, Bradley ve Keenan'ı etkileyecek bir şeyler yapmak istedim.


BÖLÜM 2: Hava Atışına 3 Saat


5. maça çok az kalmışken, Jordan hâlâ bir iyileşme belirtisi göstermiyordu. Son dakikada mucizevi bir iyileşme olmazsa, Jordan'ın oyuna başlamaması kesin gibiydi.

Phil Jackson: Maç günüydü ve salona gitmek üzere otobüse binmiştik. Hâlâ tek başına ve çıplak halde durmayı seçiyor olan Michael hariç herkes oradaydı.

Ron Harper (Bulls guardı): "Lanet olsun, Mike olmadan bu maçı kazanamayız" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kendisini dışarda bırakılmış hissederdi.

Luc Longley (Bulls pivotu): Ron ve ben Michael'a bakmak için yukarı çıktık. Onu koridorda yatarken bulduk, epey kötü görünüyordu. Yüzü bembeyazdı ve erimiş gibiydi; yılanlarından biri de onu yutmaya çalışıyordu.

Ron Harper: Açıkçası onun için maça gelmemek en iyisi olabilirdi, fakat buna yanaşmayacağını biliyorduk. Cennette ya da dünyada herhangi bir güç onu bu maçta oynamaktan alıkoyamazdı. Biz de onu bir duş perdesine sarıp otobüse taşıdık.

Michael Jordan: Size gelmiş-geçmiş en iyi basketbolcu olmadığımı söylemeye çalışan herkes Han Solo gibi metal haline getirilmeli ve ahtapotla beslenmelidir. Ben 2.50 boyundayım. Beni kimse yenemez.

Phil Jackson: Salona vardığımızda Michael hâlâ oynayacak durumda değildi. Koridorda bir yığının üstünde yatıyor ve 20 saniyede bir falan nefes alıyordu. Bazı bilgece cümlelere ihtiyacı olduğunu seziyordum. Ona doğru diz çöktüm, göz kapaklarını açtım ve şunları söyledim: "Michael, bugün basketbol." Ve ben konuşmamı bitirdiğimde gidip işedi. Ona erişebildiğimi söyleyebilirdiniz.


BÖLÜM 3: Maç Zamanı -- İlk çeyrek


Jordan'ın hasta olduğu dedikoduları yayılmış, hava atışına dakikalar kala, salondaki --rakip oyunculardan medya ve seyircilere kadar-- kimse oynayıp oynamayacağını bilmiyordu. Salon anonsçusu kadroları okurken belirsizlik sürüyordu: Önce Scottie Pippen, ardından Dennis Rodman, Luc Longley ve Ron Harper. Nihayet, Jordan'ın adı söylendi. Basketbol zamanıydı.

Ron Harper: Michael'ı el arabasıyla sahanın ortasına getirdik. Hâlâ bilinçsiz durumdaydı, ama bunun kendisine engel olmasına izin vermeyeceğini biliyorduk.

Scottie Pippen: İlk çeyrek başladı, ve Mike'ın hiç enerjisi olmadığını rahatça söyleyebilirdiniz. 5-6 dakika geçti ama onda hâlâ hayat belirtisi yoktu.

Tim Grover: Bir mola aldık, ve ben Michael'ı kontrol etmeye koştum. Klinik olarak ölmüş haldeydi, en az 10 dakikadır ölüydü.

Phil Jackson: Tim orada yarım saat filan Michael'ın göğsüne vurdu, kalp masajı yapıyordu. Ahâli sabırsızlanmaya başlamıştı, ama ben Mike'a muhtemelen oynayamayacağını söyledim.

Michael Jordan: Ölü olmak oldukça güzeldi. Cennette İsa'ya itaatsiz melekleri geri alması için bir çukur açmakta yardım ederek biraz eğlendim. Ama koç, oynamak için çok hasta olduğumu söylediğinde, bu bende bir kıvılcım uyandırdı. Dünyaya geri dönüp rekabet etmem gerektiğini biliyordum.

Toni Kukoc (Bulls forveti): Tanıdığım en rekabetçi kişi o. Bir keresinde salonda, yukardaki o büyük ekrana dokunamayacağına dair 50 dolarına bahse girdim ve o ânında beni yanlış çıkarmak için uğraşmaya başladı. 3 yıl salonda yaşadı, her gece oraya dokunmaya çalıştı. Ve oraya dokunamadığında, emin olun bunu yapmaya çok yakındı.

Tim Grover: Michael'ın bedenini içeri taşıdık ve zorlukla nefes alıp çırpınıyordu; az kalsın çöpe atıyorduk.

Scottie Pippen: Oyun yeniden başlamıştı ve biz MVP olmadan oynamak zorunda olmanın baskısı altındaydık. Ama sonra salonun diğer tarafından bir ses duyduk: "File topa aç, ve Şef Michael onun karnını doyuracak!" Bu Michael'dı! Dönmüştü!

Michael Jordan: Sizi Cennetten geri getirecek bir uçak ya da o tip bir şey yoktur. Çöp poşetinden bir paraşüt yapıp maça doğru süzülmek zorundaydım.


BÖLÜM 4: İkinci Çeyrek



Jordan'ın oyuna dönmesiyle, maçı anlatan Marv Albert o ânın enerjisini şöyle yakalamıştı: "Hey, şuraya bakın! Bu Michael Jordan, ve o ölmemiş! Vay canına! Aman tanrım, 30 yıllık kariyerimde böyle bir şey görmedim. Gerçek bir zombi. Aman tanrım!" Gelişiyle heyecan yaratmasına karşın, hâlâ gribin etkisi altındaydı ve büyük oranda adrenalin sayesinde sahada durabiliyordu. Aksi gibi, Bulls 16 sayı gerideydi ve Jazz hızla arayı açıyordu.

Michael Jordan: Sahaya tamamen kazanma niyetiyle çıkmıştım. Hayatım boyunca hiçbir basketbol maçı kaybetmemiştim ve bu da ilki olmayacaktı.

Karl Malone (Jazz forveti): Michael'ın çok yoğun, rekabetççi bir duruşu vardı ama ben endişeli değildim.

Dennis Rodman (Bulls forveti): Karıncalar, gövdesi ve kollarındaki etin çoğunu yemişti --iskeletini görebilirdiniz-- ve yine, bir kez daha, oyunun kontrolünü eline aldı.

Scottie Pippen: Michael'ın stratejisi genellikle, doğrudan potaya doğru giderken topu kafasının üstünde tutup "Sıcak çorba! Sıcak çorba!" diye bağırmaktı ama bunu yapmak için enerjisi yoktu. O da geçici çözümler aramaya başladı.

John Stockton (Jazz guardı): Ne zaman onu savunmaya çalışsak, takla atar gibi bacaklarımızın arasından geçti ve nerdeyse sıçramadan, topu yerden potayla buluşturdu. Çoğunlukla kaçırdı, fakat takım arkadaşları ribaundları toplamaya devam etti, böylece o da denemeye devam etti. O çeyrekte 183 şut filan kullandı ve 17 sayı buldu; ki bu da onlar için gayet faydalı oldu.

Greg Ostertag (Jazz pivotu): Her takla attığında, yerde biraz ıslaklık kalıyordu. Bu da zeminin kayganlaşmasına sebep oldu.

Michael Jordan: İnsanlar her zaman bana böyle takla atmayı nerede öğrendiğimi sorar; işin aslı şu ki, bu benim düşünme bataklığımda her zaman çalıştığım bir şey.

Steve Kerr (Bulls guardı): Michael asla kimsenin kendi düşünme bataklığına gelmesine izin vermez, ama söylediğine göre, orada kendisine İncil'den hikayeler anlatan bir kurbağa varmış.


BÖLÜM 5: Üçüncü Çeyrek 



Devre arası boyunca Jordan'a biraz daha iyileşmesi için bazı sıvılar verildi ve soğuk havluya sarıldı, ama yorgunluk bir kez daha onu esir alıyordu. Çeyreğin çoğunu, takım arkadaşları oyunu dengede tutmaya çalışırken kenarda geçirdi. 

Tim Grover: Michael devre arası boyunca birkaç kez ölmüştü, ve üçüncü çeyrek başladığında hâlen oynamaya hazır görünmüyordu. Onu bençe taşıdık ve yeniden hayata dönmesi için bekledik.

Toni Kukoc: Beyninin bir kısmı, boş göz çukuru ile takılıyordu, ve kolunu cimciklerseniz biraz kımıldıyordu işte.

Michael Jordan: Cennete yeniden döndüğümde İsa, onu çukurları kazmakta tek başına bıraktığım için kızgındı. Ondan özür diledim ve biraz sırt masajı yaptım; ve ona masaj yaparken, gömleğinin altında gizlenmiş bir şişlik hissettim. Bunlar bir meleğin kanatlarıydı! Ve herkes İsa'nın kanatları olmadığını bilir. Çabucak bunun bir sahtekâr olduğunu düşündüm -- muhtemelen İsa'nın çukura atacağı itaatsiz meleklerden biriydi. Bu muhtemelen gerçek İsa'nın tehlikede olduğu anlamına geliyordu, ve ben de onu kurtarmanın bana düştüğünü biliyordum.

Scottie Pippen: Michael'ın yeniden oyuna girmesiyle planımız, sürekli onlara faul yapıp maçın temposunu düşürmek ve Michael'a enerjisini toplaması için zaman sağlamaktı. Ne zaman bir Jazz oyuncusu topu alsa, hemen onu yere düşürüyor ve hakem düdüğü çalana dek sarılıyorduk.

Karl Malone: Bunu bana o gün milyonlarca kez yapmış olmalılar, ama ben bundan hiç rahatsız olmadım. Beni rahatsız eden tek şey, ismimin olmadığı gömlekleri giymek ve bir gün dünyadaki bütün portakal sularının tükenmesi ihtimaliydi.

Phil Jackson: Jazz yeniden kontrolü ele alıyordu, ve Michael'a muhtaç olduğumuz açıktı. Onun yanına gittim, dermansız ellerini ellerime aldım ve şöyle dedim: "Michael, istersen ölü olarak kalmayı seçebilirsin; ama ölü olmak, senin artık dünyadaki en iyi basketbolcu olmadığın anlamına gelir."

Michael Jordan: Sahtekâr İsa'nın sırtına masaj yapmayı kestim ve lavaboya gitmem gerekmiş gibi davrandım. Sonra ipucu bulmak için İsa'nın kral dairesine girdim. Yedek yatak odasına doğru bir melek ışıltısının izini takip ettim ve gerçek İsa'yı dolapta elleri bağlı buldum. Tam ben onu kurtaracakken Koç'tan benim artık yaşayan en iyi basketbolcu olmadığımı söyleyen bir mesaj aldım. İsa'yı kurtarmaya vakit yoktu, maça geri dönmeliydim.

Dennis Rodman: Aniden büyük bir gayzer Michael'ın suratına püskürdüğü ve onu hayata döndürdüğü zaman, vaziyet bizim için kötü görünüyordu.

John Stockton: Birinin durup dururken şöyle bağırdığını duydum: "İsa bir sahtekâr ve ben yaşayan en büyük basketbolcuyum!" Ve Jordan'ın sahada yırtındığını gördüm. Topu hakemin elinden aldı, ve bir takım arkadaşı onu sakinleştirene dek 30 tane tomahawk smacı yaptı. Hiçbiri sayı olarak değer kazanmayan 30 smaç.


BÖLÜM 6: Son Çeyrek


Evindeki son 23 maçı kazanmış olan Jazz, 4. çeyreğe 72-67 önde girmişti. Eğer Jordan hastalıkla verdiği savaşı kazanıp, maçı etkileyecek bir performans ortaya koyamazsa, Bulls'u rahat bir şekilde üst üste 2. şampiyonluktan mahrum bırakabilirlerdi. 

Hugh Evans (hakem): Michael'ın 91 Finalleri'ndeki meşhur "Foam game"inde hakemlik yapmıştım. Köpükle sarmalanmış olduğunda bile 46 sayı atmasına rağmen, bu kez başaramayacağını düşünmüştüm. Ama yanılmışım.

Scottie Pippen: Mike son çeyrekte oyuna girdi ve çoğunlukla şu onun "Islak Pick-And-Roll" dediği oyunu oynayarak bizi 10-0'lık bir seriye taşıdı. Aramızdan biri ona perdeye geliyor ve sonra o, topu ağzına sokuyor, bir boşluk buluyor, topu ellerine tükürüp şutu kullanıyor.

Steve Kerr: Topu-ağzına-koymak yüzde 90 daha az verimli hale getiriyordu, ama bunun önemi yoktu. Mike o kadar iyiydi.

Karl Malone: Michael son çeyrekte gerçekten kendine geldi, ama ben korkmuyordum. Korktuğum şeyler, garajımın dışındaki ahlaksız kuşlar ve üstünde elektrik verip vermediğiyle alakalı uyarı bulunmayan çitler.

Michael Jordan: Bitime 5 dakikadan biraz daha fazla varken maç yakın gidiyordu, ve ben yine çok iyi basketbol oynamaktan ölmek üzereydim. Herkes bitkin gözüküyordu, ve bu bana bir fikir verdi.

John Stockton: Michael yanıma geldi, elimi tuttu ve bana, sahanın ortasında konuşmak istediği bazı iş meseleleri olduğunu söyledi. Oraya doğru yürüdük, ve şunları söyledi: "Merhaba. Ben dünyadaki en iyi basketbolcuyum. 2.5 metreyim ve 97 yaşındayım. Herkes basketbol oynamaktan öldüğünden beri, sahada bir süreliğine rahatlamalıyız. Bitime 60 saniye kaldığında, yine basketbol oynayabiliriz." "Hayır" demeyi denedim, ama o çoktan bunu herkese söylemek için ortadan kaybolmuştu.

Ron Harper: İki takım da oturup bir yuvarlak kurdu ve 4 dakika kadar dinlendi. İyi olmuştu bu. Ama 60 saniye kala hepimiz yine zıplamaya, bağırarak koşturmaya başlamıştık.

Dennis Rodman: Mike topu aldı ve ona faul yaptılar. Faul çizgisine gitti ve --bir trash talk uzmanı olarak-- Malone'a dönüp "Karl, ilk şutu sokacağım. Sonra ikinciyi kaçırıp ribaundu alacağım, ... topu Scottie'ye vereceğim, sonra da üçlük çizgisinin dışında boşa çıkacağım." Ve elbette, tam olarak bunu yaptı.

Scottie Pippen: 26 saniye kalmıştı, ve içimde, sonucu bu hücumun belirleyeceğine dair bir his vardı. Topu aldım ve tam şuta kalkacakken Mike'ı dışarda gördüm, iskelet kollarıyla pas istiyordu. Ben de ona pas verdim.

Steve Kerr: Top Michael'a geldi ve o da pozisyon aldı, ama sonra tavan ekranındaki görüntüsü yüzünden dikkati dağıldı. Nasıl kendisinden iki tane olabileceği hakkında kaygılanmıştı. Ekrandaki adamla penislerini karşılaştırmak için şortunu indirdi, onun gerçekten kendisi olduğunu anladı, korktu sonra bir çocuğun elindeki gazozu aldı ve ekrana fırlattı. Sonra yeniden sahaya baktı, geri çekildi ve --savunmacının eli yüzündeyken-- şutu yolladı. Çuf. Deliksiz. Utah'ın şampiyonluk umutlarına bir hançer.

Michael Jordan: Öyle mutluydum ki, bağırsaklarımın bacaklarımın arasından sarkmasını umursamadım. Yeniden dünyadaki en iyi basketbolcuydum, ve bunu kimse benden alamazdı.


BÖLÜM 7: Maç Sonu


Jordan'ın kritik üçlüğü, bitime saniyeler kala skoru 88-85'e getirdi ve böylece o akşam 38 sayıya çıktı. Utah durumu kurtarmaya çalıştı, ama Bulls geri adım atmadı ve 90-87 ile 5. maçı kazandı.

Scottie Pippen: Kazanmamızın ardından Mike bir çocuk gibi kollarıma yığıldı; onu hiç bu kadar tükenmiş ve dermansız görmemiştim. Ama sonra bir şey onu yeniden diriltti. Benden ayrıldı, bençe koştu, bir silah aldı ve kafama sıktı.

Ron Harper: Mike beni de kafamdan vurdu.

Luc Longley: Michael beni Scottie'yi, Ron'u ve Dennis'i vurdu, sonra da dönüp kendisine sıktı.

Michael Jordan: İsa'yı o sahtekârdan kurtarmak için cennete dönmeliydim, ve takım arkadaşlarımın da bana yardım etmesine karar verdim.

Luc Longley: Diğer dördü doğrudan cennete gitti ama ben bir sebepten cehenneme gittim. Hâlâ da oradayım.

Ron Harper: Benim kafam bozulmuştu, çünkü çok uzun ve yorucu bir maçtan henüz çıkmıştık ve Mike bizi 4 gün-4 gece meleklerle savaşmaya getirmişti.

Dennis Rodman: Meleklerin pençeleri vardı. Yoktur dersin, ama vardı. Bu, onlara karşı verdiğimiz şanlı savaşla ilgili en sevmediğim noktaydı.

Scottie Pippen: Biraz zaman aldı, ama sonunda büyük delikte itaatsiz meleklere tuzak kurduk ve gerçek İsa'yı kurtardık.

Michael Jordan: Ben yaşamış en büyük melek-katiliyim.

Scottie Pippen: İsa, onu kurtardığımız için bize teşekkür hediyesi olarak biner dolar ve birer kalem verdi. Sonra dünyaya dönüp hayatlarımıza devam etmemiz için bizi bıraktı.

Michael Jordan: Benim en büyük olmadığımı söyleyen herhangi biri, kendisini itaatsiz meleklerle dolu bir deliğe atabilir. Hakikat şu ki, ben 1 numarayım ve geri kalan her şey palavra.


(Yardımları için İpek'e teşekkürler. Yazının orijinali için şuradan.)