Nerden Nereye 106



...



...




Çaktılar falan ama bu açıdan verimli maçtı. Çakallık yapıp ayrı ayrı kullanmak istemedim. Elmander-Isaksson anca öyle...

Retro 256


Altın-1-



Sıcak bir yaz gecesi, dışarıdan gelen hafif bir rüzgar; televizyonda o zamanlar Ntvspor da yok. Meclis Tv’den fırsat buldukça gelen Trt 3 ve arada sportif şeyler yayınlayan Ntv var. NBA’in yayın hakları Kanal D’de. Ülkede spor yayıncılığı felaket durumda yani. Bu felaket içinden yükselen de bir Golden League var; Kenan Onuk’un anlattığı, Cüneyt Koryürek’in yorumladığı (nur içinde yatsın rahmetliler).

                Herkesin izlerken sıkılmadığı bir-iki tane spor dalı elbette ki vardır. Ben kendimi hatırladığım zamanlardan beri sportif olarak karşıma çıkan her şeyi izlerim ama halter ve atletizmin yeri hep başkadır. Naim Süleymanoğlu Atlanta 96'da beni haltere bağlamıştı misal, rahmetli dedem sayesinde güreş izleyen biri oldum. Sydney 2000'deki bayan okçuluk takımımız sayesinde okçuluğa merak sardım. İstanpool 99 sayesinde yüzme-atlama ile tanıştım ve sevdim -o da ayrı efsane şampiyonaydı yazmak gerek bir ara-. Yani hep bir olayla oldu bir spora merak sarmam. Atletizm’de ise o kıvılcımı Golden League yaktı. O sıcak yaz gecelerinde arada bir yapılan o 7 yarış beni gördüğüm anda ekrana çiviliyor, hipnotize şekilde izlememi anlamaya çalışmamı sağlıyordu. Hep dert yakınırız ya çok iyi-bilgili spiker yorumcu yok diye, işte Kenan Onuk-Cüneyt Koryürek ikilisi o denli iyilerdi ki bu alanlarda verdikleri anektotlar, anlattıkları eski olaylar-anılarla insanı o yayına öyle bir bağlıyorlardı ki, sanki bir peri masalı izler gibi hissediyordu insan kendini flkşdjhs (Daha sonraları Kenan Onuk yerine Murat Kosova geçti mikrofona).

                Son yıllarda (ki en son 2010 da yapılmış ama o külçe verilmesinin bırakılma tarihi olan 2003’den beridir farklı gözle bakarım) yine çok değerli insanlar –özellikle Caner Eler- anlatsa da ne yazık ki eski tadı yok benim için. Eski yıllarda yapılan 7 yarıştan (Paris-Brüksel-Roma-Berlin-Oslo-Zürih-Monaco) 5 ini kazanmak yeterliyken, daha sonra Monaco’nun takvimden çıkmasıyla 6’da 6 yapanların kazandığı bir mücadele halini almıştı. Bu belirtilen yarışmaları kazananların sahiplerine son yapılan müsabakanın ardından stadyumda baya kanlı canlı külçe altınlar verildi. Daha sonra para ödülü olarak verilse de o külçe altınları öyle görmek bile insanı ayrı heyecanlandırıyordu.  Şu an Diamond League adıyla tüm dünyada yapılsa da eskiden böyle çok müsabaka yapılmadığı için daha kaliteli atletler daha çok bir arada yarışır, çok iyi dereceler çıkartıp efsanevi mücadeleler yaparlardı.


                Bu uzuuunca girizgahtan sonra geçelim asıl anlatmak istediğim kısımlara. Çok da güzel hikayelere sahne olurdu bu Golden League mücadeleleri. E ucunda altın var sonuç olarak ki sponsor dışında pek de gelir getirmeyen bir spor olan atletizmde böyle miktarlar önemlidir. İşte ilk kahramanımız Bernard Barmasai de bu ödülün cazibesine takılan isimlerden biri. Ödülü kazanmak için sadece iki yarış daha kazanması gereken Bernard ödül uğruna vatandaşı olan Christopher Koskei’ye rüşvet öneriyor ve daha sonrasında bu ortaya çıkınca da ödül yarışından diskalifiye ediliyordu.[ http://www.outsideonline.com/outdoor-adventure/running/Hitting-the-Wall-2001.html] Dile kolay zamanının dünya rekoru kırmış önemli atletlerinden birinden bahsediyoruz, düşünün bi Kennenisa Bekele birisine ödül için rüşvet teklif ediyor "kırışırız hacı" diyor, büyük olay yani. Daha sonraları Maraton'a falan geçse de çok çok büyük başarılar kazanamadı sonraları Bernard.


                Herkesin kendince bir idolü vardır atletizmde. Bizden bir önceki nesil Carl Lewis’i sever mesela, Emil Zatopek hayranları vardır, Jesse Owens, Ed Moses... bu sırayla gider. Kişisel olarak böyle “heh işte bu” diyebileceğim tek isim copy paste yapmadan adını yazmakta zorlansam da Hicham El Guerrouj (a-ha valla yazdım bu kez) benim için bu tanıma en uyacak isimdir uzak ara. Gerek yenilmezliği, gerek centilmen-neşeli tavırlarıyla çok çok büyük sporcuydu. Olimpiyat şanssızı idi o da, Olimpiyat harici katıldığı her yerde birinci olsa da o arenada hep bir şanssızlık çalıyordu kapısını. Hiç unutmam Noah Ngeny Sydney’de onu geçtiğinde okula gitmek için hazırlanıyordum. Epey üzülmüştüm Hicham’ın şanssızlığına okulda da epey kafa şişirmiştim olayı anlata anlata, son düzlükte tam kazandım derken traktör gibi gelmiş geçmişti Noah. Genç bir atletken de Atlanta’da finalde düşmüştü. Neyse ki Atina’da çifte zafer(1500-5000) yaşadı da bir nebze de olsa kariyeri güzel bir şekilde sona ermiş oldu. Çünkü Golden League dediğinde aklıma hep Hicham ve onun koşarken sallanan zinciri geliyor aklıma-tam 4 kez jack pot yaparak bu alanda da rekorun sahibi olduğunu belirteyim. Jack pot = bu belirlenen yarışlar sonucunda ödülü almaya hak kazanmak- kırdığı rekorları da canlı olarak izlemiş olmak cidden ayrı gurur veriyor kişisel olarak. Büyük adamdın be Hicham, neşeliydin espriliydin ama tüm stada soytarılık da yapmazdın.



                Wilson Kipketer… Küçükken dünya rekortmeni olan atletlerin her yarışı kazanacaklarına inanırdım ve kazanamadıklarında da çok sinirlenirdim garip şekilde. Bu gariban abimiz de 800 metrede eski dünya rekortmeni ve bu 800 metre de kadın-erkek demeden en nefret ettiğim mesafe galiba. Bu gariban adamcağız eski ülkesi olan Kenya’da sıtmaya yakalanmış ve bir daha asla eskisi gibi olamamıştır-eskisi dediğim de 3 yıl boyunca tüm müsabakalara ambargo koymuş, dünya rekorları kırmış, 3 kez dünya şampiyonu olmuş vs bir adam- tabi 8 yaşındaki ben bunu nereden bileceğim. Sayıp sövüyorum ekran karşısında nasıl alamaz diye, İsviçreli Andre Bucher ile olan mücadeleleri görülmeye değerdi, Andre o formu 3 sene koruyabilmiş olsa da o sıkıcı yaz günlerinde bu ikilinin yaptıkları mücadeleleri izlemek gerçekten insana çoook büyük keyif veriyordu. Ha sonra Rudisha geldi dediğimi -rekortmen yarışları kazanır- kanıtladı ama olsun, büyük bir hastalığı yenip yine iddaalı konuma gelmek ancak büyük şampiyonlara yakışan bir olaydır ve Wilson Kipketer’de olimpiyat altını olmamasına rağmen benim için büyük bir şampiyondur.

                Şimdilik yazıyı burada keselim, serinin diğer bölümünde de Maria Muttola-Tattiana Lebedeva gibi ciddi anlamda altın atletler sizinle birlikte olacak.
                

Dime #12


-Indiana Pacers hakkında cevaplanmayı bekleyen sorularım var. Böylesine elit bir savunmayla ve berbat bir hücumla nereye kadar gidebilirler? Bu çekirdek NBA'de şampiyonluğu zorlamaya yeter mi? Paul George bir süper yıldız adayı mıdır, veya franchise player olabilir mi? Son sorudan başlayalım. Paul George bir süper yıldız adayı değildir. Üzerine takım kurulabilecek bir oyuncu olduğunu, veya olabileceğini hiç sanmıyorum. Ancak şu kesin, bu takıma Danny Granger'dan daha iyi liderlik yapabilecek kapasitesi fazlasıyla mevcut. Her şeyden önce Granger'dan daha çok sorumluluk alıyor ve potansiyeli de ondan çok daha fazla. Şöyle diyeyim, Ocak ayında Indiana Pacers'ta Paul George yerine Lebron James oynasa takım sahada bundan daha iyi gözükmezdi. Emin olun. Yalnız şöyle bir sıkıntısı var, içeride ve dışarıda oyunu değişkenlik gösterebiliyor. Pacers ligin iç sahada en iyi takımlarından biri. Paul George da 21.5 sayı, 8.1 ribaunt, %49.6 üçlükle oynuyor Bankers Life Fieldhouse'ta. Ancak şehir dışına çıktıkları zaman bu istatistik 13.2 sayı, 7.6 ribaunt ve %27 üçlüğe kadar düşüyor. Çaylak senesinde iyi bir dış savunmacı olarak göze çarpmıştı. Geçen sene çoğu maçta parlasa da inanılmaz düşüş yaşadığı ve saha dışı sorunlarıyla anıldığı dönemler olmuştu. Bu sene oyunu inanılmaz bir boyuta yükseldi ve MIP'nin en büyük adaylarından biri. Ancak süper yıldız? Önce dış saha maçlarında, sonra playoff'ta, sonra da önümüzdeki 3 senede görmek lazım. Bu iş bu kadar kolay olmamalı. Diğer iki soruya yerim kalmadı, kabaca üzerinden geçeyim. Pacers geçen sene 100 pozisyona vurduğumuzda ligin en iyi 7. hücumuydu, bu sene 29. sıradalar. Ancak ligin en iyi savunması onlara ait. Maç başına 98.8 sayı yiyorlar 100 pozisyonda. Bu inanılmaz bir rakam. Bu savunmayla ligdeki her takımı devirebilirler. Bu öyle bir savunma ki bu sene $13.66 milyon alan (en değerli Pacer) Roy Hibbert, takımının deplasmanda Bobcats'i 70'lerde tutması halinde bench oyuncularına 100'er dolar vereceğini söyleyebiliyor, ki maçı 103-76 kazandılar. Playoff'ta tur atlayabilirler. Miami Heat'i sonuna kadar zorlayabilirler. Ancak bu hücumla finale çıkmaları veya şampiyon olmaları çoook zor.

-Şimdilerde Detroit'te yeni bir hotel-casino satın alan Cleveland Cavaliers'ın sahibi Dan Gilbert zamanında Lebron James'ten önce şampiyon olacaklarını iddia ederken ne düşünüyordu bilmiyorum ama (belki Lebron'un bir daha basketbol oynayamayacak derecede sakatlık yaşaması, veya hayatını kaybetmesi, veya Miami'deki aşının tutmaması ve Lebron'un Ohio'ya geri dönüp Cleveland'la şampiyonluk yaşaması) Cleveland Cavaliers üst üste ikinci sene draft'ın ilk sırasından seçim yapmaya çok yakın. Charlotte Bobcats yeniden her dört maçından birini kazanmaya başladı, Washington Wizards Wall'ın (WWW) dönüşüyle kötü takımdan, vasat takıma dikey geçiş yaptı ve şu an ligin en kötü basketbolunu oynayan takım Cavs. Bir kötü haber de geride bıraktığımız hafta Varejao'dan geldi, sezonu kapıyor. Zach Lowe şöyle bir yazı yazmış, okuyunuz. Kyrie, Uncle Drew gibi oynayınca bu takımı izlemesi pek keyifli ancak hepsi bu. Ön alan Tristan Thompson ve Tyler Zeller'a emanet ve onları yedekleyen isimler ne yazık ki Luke Walton, Kevin Jones (gerçi bugün Grizzlies'la yaptıkları takasa göre Speights de takıma katılıyor) falan. Byron Scott'ın Waiters'ı Syracuse'daki rolü gibi kenardan getirmesi önemli bir takım içi hamle oldu. İniş çıkışları sürse de Sacramento karşısında 33 sayı bulabilecek potansiyeli var. Topla inanılmaz hızlanabiliyor ve içeri penetreleri çok etkili. Monta Ellis mi yoksa Dwayne Wade mi olacağını dış şut istikrarı belirleyecek, ve savrukluğunu minimuma indirmesi lazım ama çaylak diye göz yumuyoruz. Bir de yine Kyrie var, Blazers deplasmanında muazzam bir Irving vs. Lillard düellosu izledik ve kazanan Kyrie oldu, özellikle şu post move'lar çaylak oyun kurucuya ders niteliğindeydi. Ancak hepsi bu...

-Houston'da düzenlenecek All-Star maçının beşleri açıklandı, sürpriz yok. Doğu: Rondo-Wade-Lebron-Melo-Garnett, Batı: Paul-Kobe-Durant-Griffin-Howard beşiyle sahada olacak. Bir de formalar açıklandı, ki teğmenim blogda daha önce değinmişti — ondan kaçar mı mevzu forma olunca. Şurada da eski All-Star'lardan forma pasajları var. Öncelikle çoğu kesimin beğendiği gibi ben All-Star'ın takım formalarıyla oynanmasını beğenen ve destekleyenlerden değildim, görünce söyleyeyim dedim. Bu özel bir organizasyon ve özel formalar dikilmesi hoşuma gidiyor. Ancak son senelerde modern dizaynlar üretme adına iyice göz yoran formalar gördük. Hele 2008'deki şu cümbüşten sonra düzenli olarak psikolojik destek almaya başladığım yalan değil. 2010-2011-2012 ve en son 2013'te de Batı'yı kırmızı, Doğu'yu mavi çıkartarak bir standarda oturttular forma işini. Ben yine de bu standardın, eskiden birçok örnekte gördüğümüz gibi ve son örneğinin de 2009'da olduğu gibi iki taraftan birinin (ev sahibi) beyaz, diğerinin kırmızı/mavi giymesi gerektiğini düşünüyorum. Dikkat: All-Star yedekleri bu perşembe TNT maçlarından önce açıklanıyor.


-Sezon öncesi NBA Europe Live kapsamında Avrupa'da NBA takımlarının kendi aralarında veya Avrupa takımlarıyla hazırlık maçı yapması güzel bir fikirdi. Bunu normal sezona taşımak ise... sanmıyorum. Geçtiğimiz günlerde Detroit Pistons ile New York Knicks Londra'da O2 Arena'da karşı karşıya geldi ve Knicks deplasmanda (!) rakibini 102-87 mağlup etti. Konuya girmeden önce flashback parantezi açıyorum — Sezonun çok önceki bölümünde TNT'nin yayınlayacağı maçta Popovich, yıldızları Duncan, Parker ve Manu'yu (hayır Danny Green sen bir yıldız değilsin ve ben senin adını bu üç oyuncuyla "Spurs'ün Yıldızları" konseptli aynı cümle içinde anmayacağım) dinlendirdiği için komisyoner David Stern tarafından para cezasına çarptırılmıştı. Bu cezanın sebeplerinden biri de Miami taraftarının Spurs'ün yıldızlarını çıplak gözle izleme şansının sezonda bir kez olması ve bunun da gerçekleşememesiydi. Flashback'ten sonra konuya girelim. Evet, Stern Bey, siz bir şeyler düşünüyorsunuz. Muhtemelen Pistons yönetiminin de bunda niyetini aldığınız için benim tezim çürüyor ama yine de soracağım, Pistons taraftarının elinden Carmelo'yu izleme imkanını (ç)almış olmuyor musunuz? Belki bir Knicks-Pistons maçı daha var The Palace'ta ama Melo o maç öncesi sakatlanıp oynayamasa ne olacak? Keza Spurs de finale çıkıp Heat'le karşılaşabilir, bunlar olasılık. Bakın bütün NBA takımlarının sahasında 41 maç oynayıp, Pistons'ın 40 maç oynaması ve birini Londra'da oynaması adaletsizliğine girmiyorum bile. Beyimiz ekliyor: "I think multiple NBA international teams. Twenty years from now? For sure. In Europe." çok ağır konuşmamak için kendimi zor tutuyorum.

-Suns koçu Alvin Gentry, tıpkı eski Bucks koçu Scott Skiles gibi yönetimle anlaşmalı bir şekilde takımdan gönderildi/ayrıldı. Phoenix Suns'ın ne onunla, ne bir başkasıyla, ne de Phil Jackson'la, bulunduğu konumdan daha iyi bir yere çıkması imkansız ancak bu ne onun gönderilme/ayrılma sebebi, ne de bu paragrafın konusu. İlginç olan, Zach Lowe'ın Gentry ile yaptığı Suns'ın sorunlarına ve geleceğine değindikleri şu röportajdan sonra bu ayrılığın gelmesi ve ligde gönderilen son üç koçun Bucks ve yenilgi kelimeleri yanyana geldikten sonra olması. Brooklyn Nets, Bucks'a yenildikten sonra Avery Johnson, Indiana Pacers'a kaybettikten sonra Bucks koçu Scott Skiles ve son olarak yine bir Bucks yenilgisi sonrası Phoenix Suns koçu Alvin Gentry. Kendisiyle dört sene çalışan Steve Nash'e mikrofon uzatıldığında bu olayın eski koçunun yararına olabileceğini söylüyor: "Obviously, I’m sad for Alvin (Gentry), but in some ways maybe this is a good thing for him. He’s a great coach, a really good coach and any club would be lucky to have him as a coach, that’s for sure. He’ll land on his feet for sure because he can really do a good job.” Hatırlatma, Suns'ın yeni koçu Lindsey Hunter olacak ve bu ilk koçluk deneyimi.

-Öncelikle Kobe Bryant'la alakalı Nike'ın şu reklamını bir izleyin. Şimdi bir daha izleyin. Bir daha. Kendinize geldiniz mi? Heh. Miami Heat ile Los Angeles Lakers'ın Staples Center'da oynayacağı maçın hikayesini, Lebron ile Kobe'nin atışmalarını falan anlatmaya en başından başlıyorum. Staples Center'a gelmeden önce Heat son 11 maçında 6 yenilgi (Pistons, Bucks, Bulls, Pacers, Blazers, Jazz), 2 OT galibiyeti (Magic, Mavericks), 3 normal galibiyet (Wizards, Kings, Curry'siz Warriors) almıştı. Önce James ve Wade konuştu: "No one will ever be able to compare what we went through. Even though they’re not winning and they’re losing a lot of games, it’s still nowhere near what we went through." ve kimsenin kendilerinin yüzleştikleri kadar büyük bir baskıyla yüzleşmediklerini ve asla yüzleşemeyeceklerini söylediler. Kobe şöyle cevapladı: "What does it matter? What does he want, a cookie for that?" gazı alıp ESPN'le şöyle bir röportaj yaptı. En çok Jordan'la birebir oynamak istediğini, Lebron'u birebirde yenebileceğini, hatta zorlanmayacağını, kendisini en çok zorlayabilecek ismin Durant olacağını ama onu da yeneceğini söyledi ama kritik quote şu: "I played T-Mac. I cooked him. Roasted him. Wasn’t even close. Ask him, he’ll tell you. When I was about 20, we were in Germany doing some promotional stuff for that other sneaker company and we played basketball everyday. We were in the gym all the time. We played three games of one-on-one to 11. I won all three games. One game I won 11-2. After the third game he said he had back spasms and couldn’t play anymore." daha sonra T-Mac şu tweet'te böyle bir şeyin asla yaşanmadığını söyleyerek Kobe'yi yalanlıyor ama kime inanacağınız size kalmış. Neyse Heat-Lakers maçı 2 James, 2 Wade smacıyla acayip başladı, Kobe üç çeyrek boyunca devreye giremedi, son çeyrek üçlükleriyle takımını oyuna ortak etti ama sahada çok acayip bir Lebron James vardı ve 17/25'le 39 sayı, 8 asist, 7 ribaunt, 3 top çalmayla takımına maçı kazandırdı. Maçtan sonra Kobe, Lebron hakkında: "He does that consistently, though. He's just a phenomenal player. He's one of the best that we've ever seen." demek zorunda kaldı. Yıllardır ikilinin NBA Finalleri'nde karşılaşmasını bekliyoruz. Son 6 senede ikisi de finaldeydi (2007: Lebron vs. Spurs, 2008: Kobe vs. Celtics, 2009: Kobe vs. Magic, 2010: Kobe vs. Celtics, 2011: Lebron vs. Mavericks, 2012: Lebron vs. Thunder) ama hiç karşı karşıya gelemediler. Gelemeyecekler gibi de gözüküyor. Bu üzücü. ESPN LA'den Dave McMenamin ve Arash Markazi bu olasılığı şurada tartışmışlar diyerek bu uzun paragrafı da noktalıyorum.


-Bu bölümümüzde ben yine bir denemeye gidiyorum ve adını "Sayılarla NBA'de bu hafta" koyuyorum.

20.000: Lebron James, Golden State deplasmanında kariyerinin 20.000. sayısına ulaştı ve buna ulaşan en genç oyuncu oldu. Bu milestone olaylarında Kobe'nin rekorlarını birer birer kırarak ilerliyor, korkutucu. Aynı maçta kariyerinin 5.000. asist rakamını da geride bıraktı, hala korkmadıysanız...

58: Atlanta Hawks'ın Chicago Bulls deplasmanında maç boyunca attığı toplam sayı. Çift haneye çıkan tek oyuncu var, Mike Scott. İşin boyutunu dramatikleştiren şeyse, Hawks'ın her saha içi isabetini 3.5 sayı olarak kabul edersek kazanan yine Bulls oluyor 97-92 ile. Hawks önceki senelerdeki Mike Woodson'ın Hawks'ına dönmeye başladı ve normal sezonun görece en sıkıcı, umursamaz, zevk vermeyen maçlarını oynuyorlar — evet Wizards dahil. Bir kötü haber de Lou Williams'tan; diz sakatlığıyla sezonu kapadı.

52: Kevin Durant uzatmada kazandıkları Mavericks maçında NBA genelinde sezonun en yüksek rakamına ulaştı. Bunu 13/31 gibi iyi olmayan bir şut yüzdesiyle yaptı ama 21/21 serbest atışı inanılmaz. İnanılmaz olan başka şey, bir sonraki maçta Denver karşılaşmasında yine 21 kez serbest atış çizgisindeydi ve bu sefer bir tane kaçırdı. Bu hafta 21 serbest atış atan oyunculardan bir diğeri de James Harden. Dün MLK Day'de Bobcats karşısında 100-94 kazandılar ve Harden 29 sayısının 19'unu (19/21) serbest atış çizgisinden buldu. Şaşırmadık.

25: Russell Westbrook iç sahada oynanan Denver Nuggets maçında maçın ilk 20 dakikasında 9/12 ile ,ki bunların 7 ya da 8 tanesi 15-17 ft'den atılan mid-range şutlar, 25 sayı buldu. Maçı 12/20 ile 37 sayı atarak bitirdi ama ilk yarıdan orta mesafeleriyle Nuggets'ın fişini çekti. Bu performans akıllara geçen sene Lakers'la oynadıkları serinin 4. maçını (15/26 ile 37 sayı) ve Miami final serisinin 4. maçını (20/32 ile 43 sayı) getirdi. Bunlar Westbrook'un iyi şut yüzdesiyle 35 üzeri attığı ilk maçlar değil. Üçünün ortak özelliği, Westbrook'un bu sayılara, kullandığı şutların yarısından fazlasında orta mesafe isabeti kaydedip ulaşması. Alakalı videolar: Denver maçından sonraki Dallas maçında şu, ondan sonraki -yine- Denver maçında bu oldu. Bu çocuğu çok seviyorum ya.

6: Los Angeles Lakers son 6 deplasmanını, Portland Trail Blazers son 6 maçını kaybediyor. Blazers 15-15'ten sonra W5, L6 serileriyle 20-21'e geldi. Playoff savaşı veriyorlar ama kalabileceklerini sanmıyorum. Çok iyi niyetli kadroları var ve ilk beşleri bu savaş için yeterli seviyede ama ligdeki en kötü bench de onlarda, bu yüzden de ilk beşin üzerine çok yük biniyor ve sezonun kalan bölümünde yorgunluktan canları çıkacak. Onlardan daha çok L6 görebiliriz W5'in yanında. Bu çirkinliği yapmazsam olmaz.

-Brandon Roy, Blazers'taki sakatlık lanetini Timberwolves'a taşımış olabilir mi? Sezona Rubio'nun geçen seneden kalma sakatlığıyla girdikleri yetmezmiş gibi Love da elinden sakatlanmış ve ilk ayı kaçırmıştı. Sonra Roy herkesin beklediği üzere dizini yine eline aldı, Budinger keza diz sakatlığı yaşadı ve muhtemelen sezon bitene kadar dönemeyecek, Lee de aynı şekilde, Kirilenko ufak bir sakatlık yaşayıp döndü, geçenlerde Love yüzük parmağından sakatlandı ve ameliyat olduğu için bir 2 ay daha kaçırması bekleniyor, üzerine Pekovic'i de kaybettiler ve son olarak Alexey Shved. Neyse ki Pek ve Shved'in sakatlıkları çok ciddi değil ama bu nedir abicim böyle? Yokluktan normalde süre alamayacak adamlara (Amundson, Stiemsma) ciddi süre vermeye başladılar. En son Mickael Gelabale ve Chris Johnson'la imzaladılar ve bu adamlar da ciddi süreler alıyor, öyle veya böyle katkı da veriyor. Güzelim Playoff kadrosu Batı'da kurda (heh heh) kuşa yem oluyor sakatlıklar yüzünden. Yazık.

-"How's your ankle?" Stephen Curry. "Most annoying question reporters ask you?" sorusuna bu cevabı veriyor. Aynı sorudan bıkmış olabilir, ama onun bilekleri Warriors'un geleceği için büyük önem taşıyor. Denver maçında yeniden burkulduktan sonra Miami ve Spurs maçlarını kaçırmak zorunda kaldı. Warriors, Heat karşısında bozguna uğradı, Spurs'ü de beklendiği gibi yenemediler. Hornets maçında döndü, iyi oynamasa da kazandılar ve dün MLK Day'de Clippers karşısında 4'ü son çeyrekte olmak üzere 6/8 üçlükle 28 atarak takımına maçı kazandırdı. Bu sene All-Star olmayı herkesten fazla (sanırım abartıyorum) hak ediyor. Yürüyedursun!

Panik


2 hafta önceki Real-Celta kupa maçını izlerken, birkaç dakika geçtikten sonra "Ya bu Celta Adidas giymiyordu sanki..." dedim içimden. Hemen koşup kontrol ettim. Yanlış hatırlamıyordum, sezon başında yeni formalarını görmüştüm, ve mallar Li-Ning markaydı. Sonra "ne ayak" diye bakındım. Resmi sitelerine girdim, her yerde hala Li-Ning formalı fotolar. "Allah allah" falan. Forma sitelerine bakınca anlaşıldı. Detaylar burada. Herhalde önden ahaliyi ısındırmak için Copa Del Rey'de Adidas giyildi. Gerçi elendiler ama, sonuçta gördü herkes. Her türlü Li-Ning'den iyidir Adidas tabii. Şu kalıbın kullanılması da, reklamla birleşince şık bir görüntü ortaya sunmuş. Belki de gelmiş geçmiş en iyi forma-reklam uyumlarından biri. O simetri...


Retro 255


"Geldi"





20 Ocak 2013.

Rosetta


Merhabalar. Yine "San Antonio Spurs'ün şampiyonluk adaylarından sayılmadığı" bir NBA sezonunu yaşıyoruz. Ben alıştım gerçi. Ama bu önyargı az sayılamayacak kereler ters teptiği için de, bir yandan rahatım. Bu postta da, 12-13 sezonunun şampiyonunu açıklamak için huzurlarınızdayım.

1. Bu basit. Şanlı Spurs'ümüz şimdiye değin hep tek sonu tek rakamla biten yıllarda yüzüğe ulaştı. 2012-2013 sezonundayız. Hayırlı olsun.

2. Yukarıdaki tablonun sağ alt kısmına dikkat kesilelim. 2007'den itibaren içine girdiğimiz döngüyü rahatça görebiliyoruz. Bu döngünün sonu yüzük; 5. yüzük, 5. flama. Bütün San Antonio halkına hayırlı ve uğurlu olsun. Boklu deremizde yapılacak o görkemli şampiyonluk kutlamasını şimdiden görür gibiyim...



Kıt


Tipe bak ya. Bu NBA oyuncularının imaj arayışları komik hale gelmeye başladı. Mesela bu herif ne kadar böyle giyinirse giyinsin, benim gözümde ciddi ya da kaale alınacak bir tarafı yok, birçokları için de öyle. Şurada da tam bir tarih öğretmeni. Çağır işte, iç savaşı falan anlatsın. Post-up yapamıyor ama onu becerir bak.

Nerden Nereye 105




Admit


2013 All-Star formaları bunlar imiş. Orijinal fontlar göze çarpıyor. Sonra da yakanın hemen altındaki 2013'ler. Benzerleri 2010 ve 2011'de de vardı. İşte klasik yıldızlar falan. Omuzlarda ise (2009'dan beri formalarda bulunan) Adidas logosu ve (2005'ten beri formalarda gördüğümüz) yıldız içindeki, All-Star'a özel NBA logosu.

Asıl nokta ise, All-Star'ın otantik renkleri olan "mavi-kırmızı-beyaz"a geri dönülmesi. Son yıllarda Batı formalarına altın ve bordo eklemeleri, Doğu formalarına ise gümüş ve lacivert eklemeleri yapılıyordu -bkz. aşağıdaki foto. Herhalde "artık yeter, klasiğe dönelim" dediler. İki forma da tamamen 3 klasik All-Star renginden oluşuyor -Batı formasında, yakadaki 2013'ün altın olması haricinde. Son kırmızı içeren Doğu forması 2008'inki mesela, Batı için de aynısı (tersi yani) geçerli. O iç içelikten uzaklaşılmıştı.


Bir de artık beyaz formanın giyilmemesi var tabii. O da en son 2009'de, Batı tarafından giyilmişti. O yıldan sonra yukarıda da bahsi geçtiği gibi, beyaz bir kenara atıldı ve diğer yan renklerle birlikte mavi ve kırmızı üzerinden gidildi. İyi-kötü demiyorum ama, o ev sahibinin beyaz giymesi hoş mevzuydu, devam etse keşke.

Retro 254


El-Kol 8


Aslında serinin taşıdığı amacın dışına çıkıp başka tespitler de mi yapsak ne. Geçelim.Ya da dur önce bir sorum var: Şu soldaki velet sütçüden mi? Neyse. Konuya gelelim. Ablanın da isminin Roberta olduğunu düşünürsek, (tipe bakarsak da Elano gibi Germen asıllılardan olabilir) aile tamamen Brezil gibi görünüyor. E peki neden, bizim açılımını/anlamını "East" olarak bildiğimiz bu hareketi yapıyorsunuz? Başka bir manası varsa eyvallah, tamam -ki hiç sanmıyorum. Fakat yoksa...

Eğer o diğer anlamı bilen varsa bir zahmet. Ayrıca abla daha bu yaşta dördüncüyü doğuracak. Yakında perte çıkar, Melo da bi' manken bulur, olan çocuklara olur (haydaa).

Edit: Postu yolladıktan 1 saat sonra bu ayın 442'sini aldım, görmüşsünüzdür, kapakta Melo var. Röportaj falan. Orada da birkaç fotoğrafta bu hareketi yapmış. İlginç.

Dime #11


-Son dime'ın üzerinden epey geçmiş. Lafı eveleyip gevelemeden başlayalım öyleyse. Washington Wizards an itibariyle NBA'in en az galibiyet sayısına sahip takımı. Oynadıkları 34 maçın sadece 6'sını kazanabildiler. Bunlardan ikisi Miami ve Oklahoma City'e karşı. Hafta başında Thunder'ı 101-99 yendiler ve galibiyetin mimarı 5/7 üçlükle 22 sayı, 5 ribaunt, 4 asist ve 0.3 saniye kala galibiyeti getiren basketle çaylak Bradley Beal oldu. İki ilginç quote var. Biri Beal'dan, diğeri Durant. "I didn't know what I was going to do to be honest with you. Coach just said go make a play." demiş Beal. Eheh onun basketinin değerini yükseltiyor ama adını birde hatırlayamadığım — Pittman mıydı?, Wizards koçunun takımının ligin en güçlü iki-üç takımından birine karşı zafer kazanabileceği bir durumda söyleyeceği ilk sözler olmamalı. Yine de işe yaramış. Durant de "We let them stick around, because we're not taking them serious enough. We can't do that, man. We can't do that." demiş. En azından dürüst. Artı, Thunder'ın bu tip maçlarda yatma lüksü fazlasıyla mevcut. Mike Woodson sana söylüyorum, 16-21 sen anla.

-Bucks koçu Scott Skiles, yönetimle birlikte aldıkları karar sonucu görevinden ayrıldı. Kovulmadı. Hem kendi isteği, hem de yönetimin onayladığı bir ayrılık. Başta biraz garip geliyor ama işin tam olarak derininde neler döndüğünü bilmiyoruz. Az çok fikir sahibi olsak da. Skiles'ın epey sıkıldığı ve bu oyuncu grubundan memnun olmadığı söyleniyordu. Eh, Jennings-Ellis... Gerçi GM John Hammond "Scott did not hate this team." diyor ama. Konu karışık, paragraf da epey karışacak. Skiles'ın kontrat senesinde koçluktan ayrılması ilginç. Hani devam etse her türlü kendi yararına olacak. Bucks üst yönetimi ondan memnun değilse eğer, bu ilginç. Bu takımın maksimumu zaten .500. Skiles ne yaparsa yapsın eldeki potansiyel bu. Daha fazlası için Zach Lowe şuraya yazmış. Şurada da (kovulabilirim) Ahmet Atasoy'un (bu kim ya) ileri görüşlülüğünü görüyoruz son paragrafta. Ne diyorduk, Bucks'ın başına yardımcı koç Jim Boylan geçti. Ufff Bucks ne ya içim sıkıldı.

-Boston Celtics 5 maçtır kazanıyor. Bu 5 maç arasında en şatafatlı galibiyet şüphesiz MSG'de New York Knicks'e karşı alınan 102-96'ydı. Garnett'le Melo'nun thrash talk'ı ise maçın önüne geçti. Düzeltiyorum, Garnett'le Melo'nun maçtan sonra otoparka kadar taşınan thrash talk'ı. Düzeltiyorum, Melo'nun otoparka taşıdığı thrash talk — o sırada Garnett, basına maç sonrası konuşmasını yapmakla meşguldü. Yanlış duymadınız, maç içerisinde şu pozisyonu yaşadı ikili. Maçtan sonra da şu videoda görebileceğiniz gibi Melo, bu konuyu iyice konuşmak (veya başka bir şey) için Celtics takım otobüsünün yanına gidip Garnett'i bekledi. Daha sonra güvenlik bir şekilde Melo'yu ikna edip uzaklaştırmayı başarmış ama lig yönetiminden bir maçlık ceza yemekten kurtulamadı Anthony. Peki ikili arasında neler geçti? Maçtan sonra telefonda Frank Isola'ya konuşan Melo "It’s certain things that you just don’t say to men." diyor. Hala dedikodu ama Garnett'in Melo'ya "Your wife tastes like Honey Nut Cheerios" dediği söyleniyor. Ve bu Garnett'in seviyeyi yerin dibine çektiği ilk thrash talk değil. Annesi kanserden yaşamını yitiren Tim Duncan'a "Happy Mother's Day" demişliği de var. Velhasılıkelam Melo'nun ne olursa olsun kontrolü yitirmemesi gerekirdi. Cezalı olduğu maçta takımı TNT gecesinde Pacers deplasmanında kaybetti. Ha bana kalırsa bundan sonraki ilk Knicks-Celtics maçında kan dökülsün, heh heh. Ki çok uzak değil, Boston Celtics 5 maç daha kazanacak ve sonra sahalarında NYK'yi ağırlayacaklar. Honey Nut Cheerios için şuraya, Carmelo'nun eşinin seksi fotoğrafları için buraya.


-Haftanın olayı, belki de sezonun olayı Sacramento Kings'in Seattle'a taşınacak olması. Henüz kesinlik kazanabilmiş değil ama çok çok büyük bir ihtimalle 2013-2014 sezonunda Sacramento Kings yerine Seattle Supersonics izleyeceğiz. Pek çok açıdan üzüyor, pek çok açıdan mutlu ediyor. Kısa bir hafıza tazeleme; iki sene önce Maloof Biraderler takımı Sacramento'dan Anaheim'a taşımak istiyorlardı ve Anaheim Royals olarak yeni bir franchise oluşacaktı. Bunun altında yatan en büyük etmen Sacramento'nun küçük pazar olması ve takımın artık kar elde edememesi. Ancak son anda planlar suya düştü, ertelendi vesaire ve takım şehirde en azından iki sezon (bu ikinci) daha kalmış oldu. Biraz daha geriye gidelim; Durant'in NBA'e girdiği sezon aynı zamanda Seattle Supersonics'in son sezonuydu. Franchise'ın yeni sahibi New Orleans'ın kasırga günlerinde Oklahoma City'e gitmesininin ardından Oklahoma seyircisinin o takıma bile nasıl tutkuyla bağlandığına kayıtsız kalamamış, organizasyonu Ortabatı'ya taşımıştı. Şimdiyse Maloof biraderlerin takımını 500 milyon dolar karşılığında Chris Hansen ve Steve Ballmer önderliğinde Seattle'lı bir grubun aldığı söyleniyor. Thunder, Sonics'in devamı değil de yeni bir franchise gibi kurulduğu için Sacramento Kings de Seattle Supersonics'in kaldığı yerden devam edebilecek. İki sene Key Arena'yı kullanıp sonra yeni bir salon yapmayı düşünüyorlarmış. Sacramento, Seattle'ın yanında çok küçük bir pazar ama şehrin sakinleri için epey üzücü olsa gerek çünkü Kings, onların dört major ligde (NBA, NFL, MLB, NHL) sahip oldukları tek takımdı. Alakalı bir video: Eski Suns oyuncusu, şimdinin Sacramento valisi Kevin Johnson, Lebron James'e Kings organizasyonunu satın alıp alamayacağını soruyor.

-Dirk Nowitzki döndü, ilk beşe yerleşti, fakat Dallas Mavericks hala maç kazanmakta zorluk yaşıyor. Batı'da Lakers'ın bile (PFFFFSHHH) playoff'a girmekte epey zorlandığını ve Mavericks'in onların bile gerisinde olduğunu söylersek durumun vahametini kavrayabilirsiniz. 2 maçtır kazanıyorlar fakat 15-23'le playoff son sırasının 5.5 maç gerisindeler. 2010-2011 şampiyonu Dallas Mavericks sadece iki sene içerisinde bu duruma düştü ve basına takım hakkında çok fazla söylenmesine alışık olmadığımız süperstarlardan Dirk Nowitzki bile bu durumdan sıkılmış durumda. ESPN Dallas'a takımının iyi olması için gerekirse kendisini takas etmelerini belirten bir söylemde bulundu. Tabii ki Cuban'ın en son yapacağı şeylerden biri Dirk'ten vazgeçmek — Cuban'ın bile, ama Nowitzki'den bunları duymak epey ilginçti. "The only reason I would leave is if we wouldn’t have won the championship, and I would have been like a Karl Malone and Gary Payton to join Kobe and Shaq in L.A. like they did at the end. But now I’ve got a ring and obviously want to finish my career here. But I also want to be competitive.” diye devam ediyor ve burada da hem Mark Cuban'a, hem takım arkadaşlarına gerekli mesajları iletiyor. Mavs için bu sene çoktan bitmiş gibi gözüküyor. Yine de playoff yarışından vazgeçmezlerse ve maç kazanmaya başlamaya karar vermişlerse, sezonun geri kalan bölümünde onları izlemek zevkli olabilir.

-Bu hafta gerek benim final haftasında olmamdan ve epey yoğun günler geçirdiğimden dolayı gecikmemden, gerekse de NBA'in sezonun bu zamana kadar ki diliminde en çalkantılı haftasını geçirdiğinden haberler birikti de birikti. Ben de daha önceki dime'larda yapmadığım bir şeyi yapıp kısa kısa çoğuna değinmeye çalışacağım. Belki bu paragraf rutinleşir ve dime'ın iskeletine yerleşebilir, bilemeyiz.

*Geçen sene Atlanta'da oynadıkları playoff maçında hakeme şu dokunuşu yapıp atılan ve sonrasında maç cezası alan Rondo, bu sene normal sezonda yine Atlanta'da bir başka hakeme aynı hareketin biraz yumuşağını yaptı. Yine de bu, maç cezası almasına engel olmadı. Rondo hakeme şaka yaptığını, cezayı hak etmediğini söyledi.

*Avery Johnson ayrıldığından beri Brooklyn Nets 8-1. Yeni yılda kaybetmediler, deplasmanda Thunder'ı yendiler, Deron Williams hayata dönüş emareleri gösterdi. Fakat gündeme 76ers ile oynayacakları maç öncesinde Philly'de kaldıkları otelde sabaha karşı 21 yaşındaki bir kadının cinsel saldırıya uğradığı ve Nets oyuncularından birinin de işin içinde olduğu dedikodusuyla geliyorlar. Hatta Blatche konuyla alakalı sonradan sildiği tweet'inde bir şey yapmadığını ama olaya tanık olduğunu belirtti. İlgili bir tweet için de buraya.

*Chris Paul'ün şu reklamına hayran kalmıştım. BUNU GÖRENE DEK.

*Damian Lillard eve döndüğü maçta Oakland'da Warriors'a karşı 37 sayı atarak kariyer rekoru kırdı. Takımının kaybetmesine engel olamadı ama bunu ailesinden yaklaşık 20 kişinin — ve hayır abartmıyorum, önünde yapması durumu biraz özel kılıyor. Şurada maç sonrası annesi, kız kardeşi ve kendisiyle ayak üstü bir röportaj var.

*Severek izlediğim üç şey var. Andre Iguodala'nın Magic Johnsonvari oyunları, Jeff Green'in "anasını-siktim-potanın" smaçları ve Josh McRoberts. Josh McRoberts çok sık parkeye çıkan bir oyuncu değil, fakat çıktığında kesinlikle gecenin en güzel hareketlerine giriyor. İzlemeyi sevmediğim üç şey ise inanılmaz formda olmasına rağmen Boozer'ın pota altı bağırışları, inanılmaz formda olmasına rağmen Harden'ın hakemlerin asla yakalayamadığı steps-adımlarıyla önceliği faul almak olan turnikeleri ve inanılmaz formda olmasına rağmen, ooo hayır, Wall'ın dönüşüne rağmen Washington Wizards.


-Kobe Bryant twitter'a geldi. Kobe Bryant iyi ki twitter'a geldi. Yoksa son bir haftada Lakers taraftarı nasıl eğlenirdi? Bu günlerde Lakers'lıya kimse acımıyor... Neyse o konuya hiç girmeden Kobe'nin twitter macerasından bahsedelim. İlk birkaç gün kimseyi takip etmedi. İlk retweet'i Tupac'in söylediği önemli sözleri tweet'leyen bir bot hesaptan geldi, ki daha sonra bunu geri aldı. Sonra aynı hesabın Jay-Z'lisini retweet'ledi. Bunu geri almadı. Hiçbir takım arkadaşını takip etmemişken ilk takip ettiği kişi ABD Kadın Futbol Takımının harikulade güzellikte oyuncusu Alex Morgan oldu. İlk 10 takipçisinden 7'si falan kadın olduğundan şu gibi esprili tweetler'e (eski avatarına geri dönmüş, güzel bir hanım kızımızı koymuştu) maruz kaldı. Howard'la kavga ettiklerini yazan New York medyasına ironi amaçlı yukarıdaki resmi çekip paylaştı. Profil fotoğrafını yumurtaydı, çocukluk fotoğrafını koydu. Takım arkadaşlarını takip etmeye başladı — Pau Gasol, Kobe'nin kendisini takip ettiğini görünce ağlamaya (şaka) başladı. Darius Morris'i bile takip etmesine rağmen Metta World Peace'i takip etmiyor. Şimdilerde maçlarda giyeceği ayakkabıların ve buz banyosuna soktuğu bacaklarının fotoğraflarını koymakla meşgul. Bir buçuk haftada 820.000 küsür takipçisi var ve bir ay içerisinde Lebron James'i geçm-

-Geçen gün sokakta önümü kestiler "Abi neden Spurs yazmıyorsun?" diye. Ben de onlara dedim ki; "Spurs'ün nesini yazayım ulan." Haklıyım. Çok isteyen Fileli'nin şu oyun analizini ve hatta görmemişse bizim blogda değindiği bu oyun analizini okusun. Spurs'ün nesini yazayım ulan takır takır oynuyorlar işte. Magazine verdikleri malzeme de sınırlı olunca ekmek yiyemiyoruz adamlardan. Teğmenim bu benzetmeye kızmasın, taraftarı Spurs'ün maçlarını izlerken ne hissettiğini Cem Yılmaz'ın filmine gittiğimde anladım. Evet, gittim.

-"Aziz Yıldırım'a sesleniyorum. Hollandalı oyuncuları arayıp Sneijder'in gelmesini engellemeyin. Ayıptır!" Rasim Ozan Kütahyalı.

Gözleme


Manchester United bu sene büyük maçlarda rakipleri değişik kombinasyonlara zorlamaya devam ediyor. Arsenal ile oynadıkları maçta Arsenal'in giymek zorunda kaldığı kombinasyondan da bahsetmiştik burada. Dün de Liverpool'u tepedeki kombinasyona zorlamışlar.


Esasında yukarıdaki forma giyilebilirmiş, ama tercih etmemişler nedense.

Balloon

Olay şu:


Sezon başında -sözde- 72-10'luk rekoru kırması beklenen Lakers'ın hali ortada. Yorumu ve değerlendirmeyi ben yapmıyorum, Lakers'ı, oyuncuları ve D'Antoni'yi Yücel savunsun (Lakers'ın savunması gibi olmasın ama: :D). Benim diyeceğim Lakers'ın playoffa kalamama ihtimali (müthiş olur). Şu ana kadar 36 maçın 19'unu Staples'ta oynadılar, deplasmanda zaten feciler. 

Batı Konferansı'nda son 5 sezonda 8. olan takımların galibiyet ortalaması 47.8. Bu sezon da konferans en az son yıllardaki kadar güçlü, dolayısıyla playoffa kalan son takım 45+ galibiyet alacak gibi. Lakers'ın 45-37 derecesine ulaşması için 30-16 yapması gerekiyor. Şimdiki performanslarına ve sakatlıklara bakacak olursak en iyimser tahminle... zor. Takas gelirse bilemem tabi. Mart ayına kadar fikstür:


Benim tahminim aşağı yukarı 12-12 şeklinde gitmeleri yönünde. Eh, eğer öyle olursa zaten konuşacak pek fazla şey kalmaz. Mart'a .500'ün 6 maç altında giren bir LA Lakers...

Yazıyı yazarak risk alıyorum aslında, ibretlik olarak ileride koyulabilir (belki bir Haziran günü) ama şimdilik durum bu.

Post Rock

Finaller bitti, memlekete döndük, sabah da kalkıp deplasman yapalım dedik. Deplasman dediğim de bi 50 kilometre yol ama olsun. Önceki akşamki yağıştan dolayı ıslanmış, Trakya ağzıyla manda gezdirilmiş sahada futbol oynamaya çalıştı futbolcular. İlk dakikada bizim takımın penaltısı verilmedi, geri çekildik, rakip penaltı kaçırdı, ikinci yarı boş kaleye kaçırdık, maç sonu her zamanki gibi olaylar tabi. Kaleci yerde yatıyorken küfür eden eskı kulüp başkanı, futbolculardan birinin tribüne bakıp sus diye bağırması, küfürleşmeler... Bunlar klasik tabi. Bu da maç başı:


Sonra da dönüş yolunda ligin bir diğer maçına uğrayalım dedik, manzaraya oldukça şaşırdım. İki takımın da forması müthiş denebilecek kadar güzeldi. Özellikle beyaz-gök mavisi formalar gerçekten çok güzel gözüküyor. Onun fotoğrafını da şöyle koyayım:


(Arkada diğer takımdan da bir futbolcu gözüküyor)


Çok klişe olacak belki ama Şampiyonlar Ligi Finali de olsa, sıradan bir amatör lig maçı da olsa futbol her yerde, her şekilde güzel.

Saba Tümer



Cidden amınakoyayım  bu nedir? 

Retro 253


Beden


Bu sezon için kayıtlı görünen 1 numaralı Eskişehirspor forması, çubuklu altına beyaz şort. Ama eğer yanlış hatırlamıyorsam, beyaz şortu hiç kullanmadılar. Kupada Karabük'ü yendikleri maçta böyle çıktılar sahaya. Anlatmaya gerek yok bizdeki forma kültürsüzlüğünü. Ki sorsan Eskişehirspor da tarihine falan bağlıdır. Kayıt için yollarken aklına şanlı tarihleri düştü, sonra da o "tarih" uçtu gitti. Böyle arada akla düşünce de "ya şunun altına şöyle giyip şu şekil yapalım" cinsinden denemeler yapılıyor. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, Fethi Heper zamanı kırmızı forma-beyaz şort giyilmişliği var, hani böyle bir forma var tamam. Ama bunu "oturmuş" bir şekilde giymekle, kafaya göre kombinasyon yapıp giymek farklı şeyler. Hani Siyah ağırlıklı bir çubuklun varsa şunu da 3. forma yaparsın. Bir manası olur.

Geçen sezonki gayet ideal forma setlerinin üstüne (ki benim lig tarihinde gördüğüm en iyi setlerden biriydi) bu sezon herkesi kitleyen bir forma üçlüsüne sahipler, ki bizimle yaptıkları maçı hatırlayın, ne giymek, ne yapmak zorunda kaldık. Tam hani "bozuk saat bile günde..." örneği için uygun örnek. Zaten ne diye Adidas'tan yine zart diye Nike'a geçtilerse, önce biri bunu anlatsın a.k. (Anlatıldı, yorum kısmına bakalım pls)


Eskişehirspor'a bulaşmışken, sezon başı Avrupa Ligi elemelerinde şu sarıyı giyip, lig için aşağıdakini kaydettirmeleri... Artık kimin işi, hangi sebeple oldu bilmiyorum ama, bir eksi puan daha.


Ayrıca bu post için fotoğraf bakınırken, Eskişehir'in (en azından) bir maçta, bu lig için kaydedilen sarı değil de, Avrupa'da giyilen "sapsarı" formayı giydiğini gördüm. Yenildikleri Antalya maçı. Görün işte.