Retro 291


Ürdün


 Az önce eski çıkartmalara bakarken yukardaki çarptı gözüme. Nerden bilsin adamlar, alınmayacağını. Şampiyona için hazırlanan çıkartmalarda da, kartlarda da yer vermişler. Çok sevenler için falan hatıra işte.


Melli



İyi akşamlar. "2010'lu yıllarda formalarda görülen militarist etki ve bunun spor dünyasına etkileri" konulu panelimize hoşg--


"Dün akşam düzenlenen '2010'lu yıllarda formalarda görülen militarist etki ve bunun spor dünyasına etkileri' konulu sempozyum, kimliği belirsiz kişiler tarafından basıldı ve katılımcılar kaçırıldı. Kar maskesi takan 3 kişinin kim olduğu araştırılıyor."

Hürriyet, 25 Eylül 2057


Dinç


vs


 (O değil de, Milan formasındaki bu yazı, 07-08'den yani sanırım şu son Dünya Kulüpler Kupası'nı kaldırdıklarından beri zaman zaman görünüyormuş. Herhalde önceden biliyordum da unuttum. Gözden kaçırmak bayağı zor çünkü. Diğer türlüyse de gözümü sikeyim. Gerçi Serie A izlediğimiz mi var. Bu böyle gider mına koyim.)

Sit

J.R'ın açıklamasını duymuşsunuzdur. Sizce neden böyle bir şey yaptı? Benim gözüme çarpmadı ama, Amerika'da bazıları benimle aynı şeyi hatırlamış olabilir. Sebebi işte şu adam:



Bir sezon -o da tam değil aslında, Sheed sakattı genelde- bu adamla beraber oynayınca, bu tip şeyler söylemeye yakın kafalara gelmek pek zor değil. Bilmeyen genç arkadaşlar da bu vesileyle öğrenmiş olsun bu olayı.

Bebişler #2

Yaz gelince fangörllüğüm de ister istemez bir düşüş oluyor. Bir de pek çok bebiş futbolla ilgili olduğu için yazın ben de otomatik izne çıkıyorum. Lakin bebiş listesinde ilk 3’te yer alan Howard bebişin bu videosunu şimdi görmem bana yakışmadı. Gerçi Howard, genel de “cookie challange” gibi videolarla karşımıza çıktığı için Howard hater’larından anında 100 mention alıyorum. Ama bu videoyu henüz onlar da görmedi sanırım.

4 Ağustos’ta yayınlanmış video, Howard çoktan Houston’a gitmişti bile. Cuban başkanın neden böyle bi şey yaptığını da anlamadım. Dallas fangörlü olsaydım (eğer Howard bir gün Dallas'a transfer olursa, olmayacağım şey değil) böyle bi şeyi yediremezdim kendime ki videonun yorumlarında da pek çok Dallas fan’ı aynı şeyi söylemiş. Dallas’ı zaten severdim bu videoyla bir kez daha fethetti beni. Adam üşenmemiş ve Howard - Dallas konseptli animasyon hazırlatmış. Howard, seneye Dallas’a giderse şaşırmayız.




Future MVP, Future Stars, The most dominant center of all time gibi sözlerle beni fetheden Cuban başkan bakalım Howard’ı da fethedebilmiş midir?

Retro 290


Gömlek... 90'lar...

Bebişler #1

Ve bir Grand Prix finallerinin daha sonuna geldik. Takip etmeye fırsat bulamamış, ya da voleybolu az çok takip eden birine “Kim kazandı?” diye sorsak ya Amerika ya Brezilya ya Çin ya da İtalya der. Bu yıl da şaşırtıcı bir durum olmadı ve daha önce 8 kez birinci olarak finalleri en çok kazanan ülke ünvanını elinde bulunduran Brezilya çok rahat kazandı. İkinci Çin olurken, üçüncülük Sırbistan’ın oldu. Son 3 yılın şampiyonu olan Amerika Birleşik Devletleri ise final grubuna kalmasına rağmen son sırada yer aldı.



World Grand Prix turnuvası nedir?” diyenlere kısa bir bilgi verelim.

World Grand Prix için, voleybolun en prestijli turnuvası diyebiliriz. Avrupa ve Dünya Şampiyonaları’ndan çok daha önemli bana kalırsa. Çünkü sadece belli bir seviyenin üstüne çıkmış takımlar katılıyor. Her ne kadar bu yıl bu durum biraz sekteye uğrasa da genel olarak öyle.

1993 – 2002 yılları arasında 8 ülkenin, 2003 – 2010 arasında 12 ülkenin, 2011 ve 2012’de 16 ülkenin mücadele ettiği bu turnuvaya bu yıl ilk kez 20 ülke katıldı. Daha çok takımın olması turnuvanın kalitesini düşürdü bana kalırsa. Elit takımların yanı sıra Cezayir, Çek Cumhuriyeti gibi nasıl geldiklerini anlamadığım ülkeler de vardı. Çünkü bu turnuvaya, takımlar yıl içinde aldıkları başarılara göre davet ediliyorlar.

World Grand Prix turnuvalarının güzel bir yanı turnuvanın 3-4 hafta boyunca değişik ülkelerde sürmesi. Gruplar, Hong Kong’dan Türkiye’ye; İtalya’dan Brezilya’ya; Çin’den Porto Riko’ya pek çok ülkede mücadele ediyor. Bu yıl -20 takım olması sebebi ile- 3 hafta elemeler, 1 hafta da final grubunun mücadeleleri sürdü. Turnuvada takımlar her hafta gruplarda aldıkları sonuçlara göre puanlandırılıyor ve ilk 5 takım direkt final grubuna kalıyor. Finallere ev sahibi olan ülke de direkt finallere kalıyor. Bu 5 takım, kendi aralarında 1 hafta daha süren mücadeleler sonucunda puanlandırılıyor ve en çok puanı toplayan takım turnuvayı da kazanmış oluyor.

Turnuvayı kazanan takım ne herhangi bir şampiyonaya doğrudan katılma hakkı ne de para ödülü kazanıyor. Kazanç açısından “dünyanın en boş turnuvası” olarak gözükse de tecrübe ve deneyim açısından bundan daha iyi bir turnuva yok. Takımlar sırf prestijlerini sürdürmek için turnuvaya katılıyorlar.

World Grand Prix tanıtımı için yapılmış en son video 2012’de yapılmış. Skandal. Ama olayın nasıl olduğuna dair bilgisi olması açısından izlemekte fayda var. 


World Grand Prix 2013

Bu yıl değişiklik oldu ve 20 takım katıldı dedik ama sonuçlar açısından öyle çok büyük süprizler olmadı. Finale kalan takımları kısa kısa değerlendirelim:

Brezilya: Voleybolun Mourinho’su olarak nitelendirilen ve 2003’ten beri Brezilya Milli Takımını çalıştıran Ze Roberto’nun son 3 yıldır Amerika’nın ardında kalması bu yıl onları daha da iddialı kılıyordu. Ben kendimi bilerek izlediğim zamandan bu yana Brezilya’nın iskelet kadrosunda çok az değişiklik oldu. Voleybolda en önemli şey takımdaki oyuncularının birbirini iyi tanımasıdır ki bu Brezilya’da en üst düzeyde. Olimpiyat Şampiyonu olarak gelen Brezilya, burada da fırtına gibi esti. Tek yenilgilerini grup aşamasında Bulgaristan’a karşı 3-1’lik skorla aldılar. Bir de bu takımda olan inanılmaz bir şey var değinmeden geçemeyeceğim. Hangi maçın hangi setinde olursa olsunlar, geriye düşseler bile asla mücadeleyi bırakmıyorlar -ki bu durum morale dayalı kadın voleybolunda çok az görülür – ve setin 20’li sayılarında muhakkak öne geçiyorlar. Yalnız, son 10 yılda 6 kez şampiyon olup, 3 kez de ikinci olmak her takımın başarabileceği bir şey değil. Brezilya’da voleybol, futboldan daha başarılı diyebiliriz J (Hem kadınlarda hem erkeklerde)

Çin: Final grubuna namağlup gelen tek takım olmasına rağmen finallerde Brezilya’ya boyun eğmekten kurtulamadılar. Takımın başına kadın koç Lang Ping’i getirip oyuncu profilini değiştirmişler. Kaptan Hui R.Q ve Wang’ın müthiş oyunu geçen yıllarda olduğu gibi bu yılda devam ediyordu ama pasörlerinin bu takıma tam uyum sağlayamaması onlar için en büyük problem olarak gözüküyordu. Bunun için daha çok bir arada maç yapmaları gerekiyor.

Sırbistan: Uzun zamandır sessiz sakin duran Sırbistan’ın birkaç güne başlayacak Avrupa Voleybol Şampiyonası öncesi Brakocevic’e muhtaç olmadan bu kadar iyi oynaması bizim için hiç iyi olmadı. Pek çok oyuncusunu Türkiye’den tanıdığımız Sırbistan’da turnuvanın yıldızı Ana Bjelica idi. Bu Sırbistan’ın en büyük problemi servis karşılamaydı, bunu da çözmüşler bu turnuvada görmüş olduk. Eskiden Galatasaray’da da oynayan Nikolic’in 1 yıllık hamilelik arasından sonra takıma dönmüş olması Sırbistan için önemliydi.

Japonya: Ev sahibi olduğu için doğrudan katılıyor olsalar da bileklerinin hakları ile finale kaldılar. Gruplarda bizle de karşılan Japonya, efsane pasörü Takeshita’nın yokluğunu çok aradı. Yakından tanıdığımız Saori Kimura’nın önderliğinde ellerinden geleni yaptılar. Asya voleybolunun hızlı voleybolunu çok iyi oynasalar da mücadeleleri ile karşı takıma “illallah” dedirtseler de büyük takımlarla başa çıkabilmeleri zor gözüküyor.

İtalya: Yepyeni takımla karşımıza çıkan İtalya, bildiğimiz Lo Bianco’lu, Gioli’li, Piccinini’li voleybolundan çok uzaklaşmış. Takımda tanıdık isim neredeyse yok, çok genç takımla gelmelerine rağmen bizim gibi tecrübeli takımları yendiler. Tabii bunlar hep yıldız milli takımdan bu yana bir arada oynamaktan kaynaklanıyor. Takımın genç olması, en ufak bir geriye düşüşte çok çabuk morallerinin bozulup oyundan düşmelerine sebep oluyor. 2.02’lik Diouf en büyük kozları.

Amerika: Son 3 yılda fırtına gibi esen Amerika bu yıl yedek ağırlıklı kadroyla gelmeyi tercih etmiş. Geçen yılın MVP’si de olan Destinee Hooker’ın (ki kendisi benim izlediğim süre içinde voleybol tarihinin en iyi kadın oyuncusudur) hamile olması sebebiyle olmaması bu yıl Brezilya’nın işini daha da kolaylaştırdı. Final grubunda sadece 1 puan almaları büyük başarısızlık olarak gözükse de tam takım olsalar da böyle olmayacaktı. Her türlü Brezilya şampiyon olurdu ama bu ikili arasında çok daha çekişmeli maçlar izlerdik.

Bu yıl için kısa kısa şunları diyebiliriz;
  • Final Grubuna kalan takımlar: Brezilya, Amerika, İtalya, Çin, Sırbistan ve ev sahibi Japonya idi. (Japonya ev sahibi olmasaydı da kalırdı.)
  • Sıralama: Brezilya – Çin – Sırbistan – Japonya – İtalya - Amerika.
  • Turnuvanın sürpriz takımı: Şampiyon Brezilya’ya tek mağlubiyetini aldıran Bulgaristan takımıydı.
  • Turnuvanın hayal kırıklığı: Türkiye’nin final gruplarına kalamamasıydı.
  • Turnuvanın özleneni: Japon pasör Takeshita. (Takeshita’yı bilenler bilir, tanısanız siz de severdiniz.)  Bir de Amerika’nın 2012 kadrosu.
  • Turnuvanın takımı: Brezilya. 13 maçta 1 yenilgi aldılar.
  • Turnuvanın koçu: Fenerbahçe Universal’ın da koçu olan Brezilya koçu Ze Roberto. Gerçi Çin milli takımının kadın koçu (kadın voleybolunda çok çok az görülen bir durum) Lang Ping de iyi işler yaptı ama Ze Roberto varken kimsenin şansı yok.
  • Turnuvanın Oyuncusu: Thaisa Menezes. Orta oyuncular genelde turnuvaların en iyi oyuncuları seçilmez ama Thaisa teknik, tecrübe ve taktik olarak turnuvanın en iyisiydi bence.
Turnuvanın En'leri

Çok geçmeden turnuvanın en'leri de belli oldu, hemen ekleyelim.

Edit'lemden sadece MVP’yi yazmıştım Thaisa Menezes olur diye, FIVB beni yanıltmadı. Turnuvanın en iyi takımında, Çin’den 1, Sırbistan’dan 3, Brezilya’dan 2 ve Amerika’dan 1 oyuncu var. Bana kalırsa tek sürpriz Sırbistan’dan seçilen smaçörün Bjelica yerine Mihajlovic’in seçilmesi. Japon pasör Takeshita’nın ve İtalyan Lo Bianco’nun olmaması Amerikalı pasör Alisha Glass’ın işini kolaylaştırmış. Onun dışında tahmin edilebilecek kadro.
Kısaca En’ler şu şekilde:
En iyi 1. smaçör: Zhu Ting
En iyi 2. smaçör: Brankica Mihajlovic
En iyi 1. orta oyuncu: Thaisa Menezes
En iyi 2. orta oyuncu: Milena Rasic
En iyi libero: Fabiana Oliveira
En iyi pasör: Alisha Glass
En iyi pasör çaprazı: Jovana Brakocevic
Turnuvanın MVP'si: Thaisa Menezes


World Grand Prix ve Filenin Sultanları

Böyle turnuvalarda hep “biz ne yaptık?” diye merak ederiz. Ona da kısaca bi’ değinelim. Bu organizasyon ilk olarak 1993 yılında düzenlendi, biz ise ilk kez geçen yıl katıldık ve turnuvayı Amerika ve Brezilya’nın ardından üçüncü sırada bitirdik. Avrupa'dan katılan tek takım olarak katıldığımız turnuvada "Avrupa’nın en iyi takımı” iddiasını da boşa çıkarmamış olduk. Neslihan Demir en iyi Servis Atan, Gülden Kayalar Kuzubaşıoğlu en iyi servis karşılayan oyunucu ödüllerini almışlardı. 



Bu yıl ikinci kez davet edildiğimiz World Grand Prix’te resmen hayal kırıklığıydık. Mükemmel fikstürümüz olmasına rağmen final grubuna kalamamamız büyük başarısızlık bana kalırsa. Brezilya, Amerika veya Sırbistan ile gruplarda karşılaşmamak böyle turnuvalarda mükemmel fikstür olarak değerlendirilir.
İlk hafta Ankara’da ev sahibi olduğumuz grupta Cezayir, Tayland ve Japonya ile karşılaştık. Cezayir’i de Tayland’ı da 3-0 yenmemize rağmen, Japonya’ya 3-1 yenildik. İkinci hafta Hong Kong’daydık ve rakiplerimiz Arjantin, Çin Halk Cumhuriyeti ve Çek Cumhuriyeti idi. Arjantin’i 3-1, Çek Cumhuriyeti’ni 3-0 yenerken Çin’e 3-2 mağlup olduk. Elemelerinin son haftasına girerken sürpriz galibiyetler alan Bulgaristan ve voleybol ekolü İtalya ile final gruplarına kalan son takım olma mücadelesi veriyorduk. Üçüncü haftada mücadelelerini de İtalya, Dominik Cumhuriyeti ve Cezayir ile Tayland’da oynadık. Dominik Cumhuriyeti’ni 3-2, Cezayir’i 3-0 ile geçtik ve final maçımızı İtalya ile oynadık. Gruplara kalabilmek için sadece 1 set verme lüksümüz varken biz maçı çok iyi başlayıp ilk seti almamıza rağmen 3-2 kaybettik ve final gruplarına kalamadık.



Set sayısının voleybol puanlamasındaki önemini bilmeyenler için sırası gelmişken söyleyeyim. Takımlar eğer maçları 3-0 ve 3-1’lık setlerle kazanırsa 3 puan kazanıyor. Eğer maç 3-2 bitmiş ise maçı kazanan takım 2 puan, kaybeden takım da 1 puan alıyor. Bu yılki World Grand Prix’te finallere son sıradan giren Japonya ile beraber Rusya, Türkiye ve Bulgaristan 19 puan aldı. En çok maç kazanan takımlar arasında (Gruplarda Japonya ve Rusya 7 maç, Türkiye ve Bulgaristan 6 maç kazanmıştı) da en çok set kazanan takıma bakılıyor ki bu şampiyonada bu takım Japonya idi. 

Yelken



14 Mayıs
 Uçakta


 Fisher'ın şutu. Herkes o şutu düşünüyor. Açıkçası ben de, ama o sihirli saniyeyi mümkün kılan gelişmeler gün içinde meydana gelmişti. Öğlene doğru, normal video seansımızı yapıyorduk. Aslında bize göre "normal" video seansı demeliyim. Çocuklara, Shrek isimli animasyon filminden sahneler gösterdim. Video seanslarının monotonluğunu engellemek için yıllardır görüntülerin arasına klipler yerleştiririm. On dakika boyunca kendilerini sahanın bir ucundan diğer ucuna koşarken izleyen oyuncuların dikakti dağılabilir. Genellikle The Three Stooges gibi komdi klipleri kullanırım. Chicago'da iken klipleri kendim hazırlardım, satlerimi alırdı, ama rakip takım hakkında her şeyi çözerdim. Ancak, yeni teknoloji beni aştı. Artık bir video uzmanı kullanıyorum.

Tabii ki, tek amacım ortamı yumuşatmak değil. Her klip, anlayacaklarını umduğum bir mesaj barındırıyor. Hatalı bir pas atan oyuncunun görüntüsünden sonra Mo'nun Curly'nin kafasına tava ile vurduğu bir görüntü gösterilebilir. Uygulamanın amacı, oyuncuların egolarına zarar vermeden onlara dersler vermek. Oyuncu güler ve yanlış anlaşılma yaşanmaz, ama mesaj yerine gider. Dün, Shrek'i göstererek, bir devin prensesin kalbini kazanması hakkındaki hikaye ile bizim playoff hikayemiz arasında karşılaştırma yapmak istedim. Bu takım, basketbol tanrılarının yardımıyla çirkin bir sezonu şampiyonluğa dönüştürebilir mi? Oyuncularım bu mesajı aldı mı? Şüpheliyim. Tıpkı Houston serisi öncesinde yaptığımız meditasyondan bir şey öğrendiklerinden şüpheli olduğum gibi. Ancak, onlara fayda sağlayacağına inandığım bir imkan mevcutsa, bunu onlara sunma sorumluluğuna sahip olduğumu düşünüyorum. Shrek ve dördüncü maçta yaptığımız doğru hareketlerin karıştırarak göstermeye devam ettim. Herkesin keyfi yerine geldi ve şut çalışması için mental olarak hazırlandılar.

Şut çalışmasına bakarak bir takım hakkında birçok şey anlayabilirsiniz. Eğer oyuncular yorgun, stresli ve duygusal açıdan dengesizseler, yedi veya sekiz saat sonra oynanacak bir maçta başarılı olmaları son derece zordur. Bu sefer böyle bir problem yaşamıyorduk. Herkes görevini doğru şekilde yerine getiriyordu. Screen roll savunması çalıştılar ve Gary'yi daha fazla oyun kurucu gibi oynatıp, Parker üzerindeki baskının arttırılmasını sağladılar. "Burada kazanmalıyız" dedim. "Bu maç bir yedinci maçın baskısıyla karşılaştırıldığında daha kolay olacaktır." Oyuncuların, incelikli ve antrenman ile sürekliliği sağlanmış kas hareketlerine sahip olmaları gereklidir. Şutlarını çekerken topu ellerinden kaçırmamalı, topu itmemeli veya topu ellerinden erken çıkarmamalıdırlar. Topu elden erken çıkarma eylemi için oyuncular, "Timsah kolu" deyimini kullanırlar. 2002 Batı Konferansı Final Serisinin yedinci maçında şutör bir takım olan Kings, oyunun en kolay atışı olan faul atışlarını bir anda sokamamaya başlamıştı. Eğer bunu yaşamasalardı, ilk şampiyonluklarına ulaşabilirlerdi. Deplasmanda olan takım, yedinci maçların yüzde 75-80'inde mağlup olur. Beşinci maçta büyük bir baskı olmadığını söylemek istemiyorum. Bu baskı var, ancak oyuncular hata yaparlarsa bunu düzeltmek için şansları olacağını biliyorlar. Sacramento serisinin beşinc maçını, maçın bitimine sekiz saniye kala Mike Bibby'nin attığı basketle kaybettik. Mağlubiyet çok yıkıcı olmuştu, ama tekrar birliğimizi sağladık ve altıncı maçı evimizde kazandık. Bu geceki maçın bir "fırsat" maçı olduğunu onlara söyledim.

Maçın başlarında bu fırsatı kullanmak üzere güzel bir oyun sergiledik. İlk yarı sonunda, üç faulü olan Shaq'ın çok sınırlı katkısına rağmen, yedi sayı öndeydik. Hücumda topu iyi dolaştırıyorduk. Savunmada ise Spurs'ün top kaybı yapmasını sağlıyorduk. Spurs, seride ilk defa, evinde rahatsız ve korkmuş görünüyordu. En çok dikkat çeken ise, Parker'ın 10'da 2 isabet bulabilmiş olmasıydı. Dünyanın en iyi oyuncuları da kendine güven sorunu yaşar. Birkaç yıl önce, Clippers'a karşı oynadığımız bir maçta, koç Alvin Gentry, oyun kurucularımızdan Lindsey Hunter'a faul yapılmasını istemişti. Hunter, arka arkaya altı atış kaçırdığında ekibimiz küçük dilini yutmuştu. Hunter ölümüne bir korku içindeydi.

Üçüncü çeyrekte, uzun mesafeden isabetler bulan Devean George'un onbir sayılık katkısıyla farkı onaltı sayıya çıkardık. George, zor bir sezon geçirdi; Atlanta maçının bitimine kısa bir süre kala yaptığı hatalı post-up tercihi yüzünden onu yedeklerde bekleterek ben de onun işini hiç kolaylaştırmadım. Sonuna kadar direndi. Tıpkı San Antonio Spurs ve beklenmedik kahramanları Devin Brown gibi. Dördüncü maçın üçüncü çeyreğinde Houston tarafından ortaya konan çabaya benzer şekilde, Brown'ın üçlüğü ile -dördüncü çeyreğe girmeden- fark dokuza indi. Dördüncü çeyreğe çift haneli bir fark ile önde giren takımlar, inanılmaz bir psikolojik avantaja sahip olurlar. Rakip arka arkaya üç üçlük atsa bile, eşitlik sağlanmayacaktır. 

Yine de, panik yapmak gereksizdi. Dördüncü çeyreğin başında Shaq'ı dinlendirdim. Ancak, bu kadar kritik ve her sayının önem taşıdığı bir maçta, bu riski alamazdım. Biz ivmemizi kaybetmiştik, Spurs ise ivme kazanmıştı. İki takımın da seksen sayıyı bulması zor olmayacaktı. Maçın bitmesine on dakika kala Kobe'yi kenara aldım. Yorgunluktan düzgün düşünemez hale gelmişti ve şutlarına eğim veremiyordu. Durumu, 1997 Finallerinde Michael'in grip olmasına rağmen oynadığı ve Utah'a karşı otuzsekiz sayı attığı maçı hatırlattı. Kobe kenarda bir dakikadan fazla beklemedi. Gary de fazla dinlenemedi. Shaq bana dönüp, "Gary'yi oyuna al, şimdi yeniyetmeleri kullanmanın zamanı değil. Tecrübeli oyuncuları kullan" diye yalvardı.

Yorgunluk yavaş yavaş iki takımı da etkilemeye başlamıştı. Kolay atışlar kaçıyordu. Maçın bitmesine onbir saniye kala,  Kobe'nin yedi metreden attığı şut ile 72-71 öne geçtik. Odaklandı, bacaklarında ne enerji kaldıysa kullandı ve şutu soktu. Spurs mola aldı. Son atışı Duncan'ın kullanacağı yönünde oyuncuları uyardım. Ya screen roll, ya da weave kullanacaklardı. Bu sezon başında, buna benzer bir durumda, Duncan faul çizgisi civarından rahat bir atış bulmuş, ama kaçırmıştı. Ona rahat bir atış şansı daha tanımamalıydık. Shaquille'e dönüp, "Hazırlıklı ol" dedim. Duncan'ı mükemmel savundu, ama işe yaramadı. Maçın bitmesine 4 salise kala, beş buçuk metreden yere düşerken yaptığı atışı soktu. Taraftarlar delirmişti. Spurs bir mucize sayesinde kazanmak üzereydi. Yardımcılarıma, "Ne inanılmaz bir atıştı" dedim. Ama oyunculara başka şeyler söylemek zorundaydım. Yanıma geldiklerinde suratları anlamsızdı. 

"Kafanızı dik tutun" dedim. "Bu maçı kazanmanın bir yolu var, ve bunu bulacağız." Benim durduğum yerden, şut girdiğinde maç saatinin 9 salisede olduğunu görmüştüm. Bu düşüncemiz konusunda hakemleri ikna edemedik. Ancak, en azından 4 salisemiz vardı. Kalan süre eğer bir salise daha az olsa, kurallara göre topu potaya doğru göndermekten başka bir şansımız kalmayacaktı. Tebeşiri aldım ve Kobe'ye başka bir şut şansı tanımak için perde uygulayacağımız bir set çizdim. B planı ise, topu Shaq'a doğru atmak olacaktı. Topu kenardan oyuna Payton sokacaktı. Horry'yi düşünerek, "Rob bu oyunu biliyor, değişiklik yapmamız gerek" dedim ve Gary'ye dönüp, "Unutma, hala bir tane yirmi saniyelik molamız var" diye ekledim. Çok iyimser bir insanımdır, ama yine de insanım. Çocuklar hep beraber yemin edip sahaya doğru yöneldiklerinde, bizim de bir mucize atışa ihtiyacımız olduğunu biliyordum.

Spurs sahadaki dizilişimizi görmek için mola aldı. Doğal olarak hemen planı değiştirdim. Perdeleri sahanın farklı alanlarına taşıdım. Ancak, Spurs nasıl oynayacağımızı biliyordu. Ne Shaq, ne de Kobe serbest kalabildi. Gary son molayı aldı. Dizilişi tekrar değiştirdim ve Kobe'nin grubun ortasından koşarak çıkmasını ve Karl'ın Fish için perdeleme yapmasını istedim. Shaq ise başka bir açıdan potaya yönelecekti. Savunan takımın koçu olsam, topu oyuna sokan oyuncuya baskı uygulardım, çünkü bu tarz durumlarda en önemli görev, onun üzerine düşer. Ancak, bu sefer oyun kurucunun pası geri almasına olanak yoktu. Payton'ı boş bıraktığı için Popovich daha sonra çok eleştirildi, ancak aynı şeyi ben de yapardım.

Ve mucize gerçekleşti. Payton, Fish'i buldu ve Fish sayıyı yaptı. Maç kazanıldı, yeni bir kahraman doğdu ve bu sezon kurtuldu. Takımım ve tüm Lakers oyuncuları gibi büyük fedakarlık yapan Fish için daha mutlu olamazdım. Kontratının son yılında aldığı süre çok azaldı, bu da serbest kaldığında daha fazla para kazanabilmesini sağlayacak bir performans ortaya koyabilmesini kısıtladı. Bazen sinirlendiği oldu. Oakland'da onu oyundan aldığım için bana patladığı da. Oyundan alındığı için kızan oyuncuyu anlarım. Çünkü o anda gururu ve rekabetçiliği ön plandadır. Fish, asıl hedefi, yani şampiyonluğu asla aklından çıkarmadı. Sezon boyunca önemli atışlar soktu ve kaçırdı, ama genellikle yardımcılarıma, "Derek kendine inanır. Son saniye atışını yapmak ister" demişimdir. 

Soyunma odası karman çormandı. Kobe, "Seni orospu çocuğu!" diye Fish'e bağırıyordu. Ben de ona sarıldım ve, "İşte bu" dedim. Kelimelere gerek yoktu. Tüm takım, onu tebrik etmek için sıraya girmişti. Birkaç dakika sonra, hepsini bir araya topladım. "Tebrikler" dedim. "Artık tüm ışıklar sizin üzerinizde." Bu maç, istediğimiz fırsatı bize vermişti, iki gün sonra işi bitirecektik. Basın toplantısına gittim. Bu arada Kobe, hipervantilasyon nedeniyle bayılmış ve antrenman odasında bir masaya, kolundan iki serum bağlanarak yatırılmıştı. Gözleri yukarı doğru kaymaya başlamıştı. Serumun etkisiyle iyileşeceğini düşündüm. Kobe inanılmaz bir çocuk. En mükemmel maçlarından biri değildi, ama savaştı ve sonradan yapılan iki son saniye atışının gölgesinde kalan olağanüstü bir şut sokmayı başardı. Herkes savaştı. Belki bu takımın hikayesi ile Shrek'in hikayesi o kadar da farklı değildir. Belki bu çirkin sezon da şampiyonlukla bitebilir.

Ruhunu Arayan Takım, Phil Jackson, sf 210-215








Nerden Nereye 125



Ekber


Ufak markalar ya da kulüpler yapıyor tamam da, "Djibril Cisse'yi transfer eden" ve "forma sponsoru "Adidas olan" bir takımda bunu görmek hiç hoş değil. Ayıp. 

Retro 289


Koşu






Güya hemen hemen herkes geçen sezonki Barcelona deplasman formasından tiksindi. Fakat diğer markalar "öyle dememiş". Benim görebildiklerim bunlar, marka olarak -hatta sanki bir tane daha vardı da, bulamadım. Bu sezon da belli oranda göreceğiz bu geçişli tasarımdan. Sırf Rize'nin iki tane var böyle.



Retro 288


Nerden Nereye "Aaron Ramsey Özel"



O kadar lafı edilip, kınanırsa...

Beşir


Evvelki akşam Emre söyledi, "abi Kayseri-Sivas maçında reklamsız formalar var, gördün mü" diye. Maça da az bakabildim zaten, tam göremedim. Sonra dün bakayım dedim, ne olmuş esasen. Görünüşe bakılırsa, maç sırasında bazı futbolcuların formasındaki reklam yerinden çıktı. Yani en baştan reklamsız çıkma yok -ki elbet birilerinin gözüne çarpardı öyle olsa. Hatta şu anda Sivas'ın resmi sitesinin girişindeki fotodan da bunu görebiliyoruz.

Hoş görüntü değil tabii. Hatta daha derin bakarsak, reklamı veren firma da rahatsız olmuştur muhtemelen. Çok da zor şeyler değil. Maçın ortasında reklamın düşmesi falan nedir abi.


Nerden Nereye 124



Sak


Nike'ın bu sezonki hakem formalarını gördünüz mü? Çok farklı tasarım falan yok. Kullanılan renkler de her zamanki gibi. Ama bir tek ayrıntı, bütün havayı değiştirmeye yetmiş.


Sağ tarafa kondurulan Nike logosu, formayla aynı renk. Yani hem var, hem de yok. Yedirilmiş. Adidas'ın bazı formalarda omuzdaki şeritleri ana renkle aynı yapması gibi. Fotoları büyütünüz pls.


Benim şimdiye kadar görebildiğim kadarıyla Premier Lig ve Eredivisie'de kullanılıyorlar. Bu alanda da, bu sezon birçok takımda olduğu gibi (City, Athletic Bilbao vs.) Umbro'dan Nike'a geçiş görüyoruz. Koca markayı bitirdiniz amına koyim.


Suarez



  (...) Maçtan sonraki basın toplantısında, takımın zor durumda olduğu bir dönemde ve yüksek baskı altında bu kadar üstün bir performans ortaya koymasının neye bağlı olduğunu soran gazetecilere, çok şey ifade eden iki kelime ile cevap verdi: "Fakirlik. Yaşam." Basın toplantısından sonra çocukları bacaklarına sarılmış bir şekilde arabasına doğru yürüyen Iverson'ın etrafında Ann ve Jack'in de yer aldığı kalabalık bir aile ve arkadş topluluğu vardı. "Maçı kaybetseydiniz, seri bitecekti" dedi arkadaşlarından biri, "bu baskıyı mutlaka hissetmişsindir."
  Iverson durdu ve şaşkı bir şekilde baktı. "Baskı mı?" dedi. "Hayatımda yaşadığım onca şeyden sonra, lanet bir basketbol maçı yüzünden baskı hissedeceğimi mi düşünüyorsun?"

Allen Iverson Efsanesi, sf. 288

---

Mor'un şu meşhur "evine ekmek götürmek zorunda olan adam baskı hisseder, ben ne baskısı hissedicem amına koyim" şeklindeki lafları akla geliyor yukarıdaki cümleleri okuyunca. Şahsen biraz abarttığını düşünüyorum Mor'un. Bir sporun en üst seviyesinde rekabet eden biri için, fazla "geniş" sözler açıkçası. Kıyas gerekmez tabii de, geçmişlerine bakınca, Iverson'ın bu tip laflar etmek için çokça sebebi var -kitapla ilgili postta hepsinden söz edeceğiz, neler neler. Daha "altı dolu" bir şekilde bu cümleleri kurabiliyor. Velhasılı kelam, Jose Mourinho iyi biri arkadaşlar.

Zikr



Yetkililere haber versek de buradan (da) pay çıkarsalar.