Vukuat





Maçla ilgili ne yazabilirsin ki daha. Ben sadece maç sırasında ve sonrasındaki brkaç izlenimi vs. yazacağım. Bir de maksat foto koymak, tarihi belge olsun. Nıhah.

-Hani bir Can Yücel şiiri var, Yeni Türkü besteleyip söylemişti de, "Başka türlü bir şey-benim istediğim-ne ağaca benzer-ne de buluta" der o şiirde. Ben de diyorum ki dünkü maça ithafen, "Başka türlü bir şey-benim izlediğim-ne ağaca benzer- ne de buluta". Daha ne olsun.

-Maç içinde tabii, Rıdvan da çok sevdiği için filan, söz birçok kez Messi'ye geldi. Bir pozisyonla ilgili de en sonunda şu tip bir şeyler söyledi:"Messi ordan... çok iyi yapar". O aradaki boşluk, bizim arkadaş arasında filan kullandığımız "ordan amına bile kor abi" nin devamıdır. Ama tabii Rıdvan hoca söyleyememiştir. Olsundur, biz anladık. Güldürdü hoca çokça zaten maçta. Her Barça maçını o yorumlasa keşke.

-Bu Real Madrid, Barça maçından sonra sadec 1 kez berabere kaldı. O da Madrid derbisiydi işte.(Orda da fena kurtuldular ya, ayrı. Salak damat) Bu takım La Liga'da 17 galibiyet-1 beraberlik almış peşpeşe. Yani 1 devreyi mağlubiyetsiz kapatmış, neredeyse hepsi de galibiyet. Bu takımın dün ne hale düştüğünü gördük. Sizce "sorun" Barcelona'da mı, yoksa La Liga takımları çok güçsüz de, o sebepten mi Real böyle bir seri yaptı. Daha çok ilki gibi. Aradaki fark çok büyük. Ki bir de "Barça'ya kaleci lazım hacı", "sol bek laızm dayı" deyip duruyoruz. Olmasın onlar da bir zahmet. Yeter bu. Bulmuş da kıllısını istiyor millet. Hep bir Galacticos merakı. "Buffon gelsin", gelmesin a.k, yok mu hiç Valdes-Buffon arası bir şey.

-Pek dillendiren olmuyor doğal olarak, bu galibiyet, bu dominasyon, bu zafer, Total Futbol'un zaferidir.

-"6" filan, feci. Evet. Ama görebildiğim kadarıyla izleyenler şunun farkında değil:Mesele 6 atmak değil, 6 pozisyonda da 6 gol atabilirsin (bkz. 6-2'lik Man-fb maçı), 3 gider atarsın, 3 de duran top olur. Formül çok yani, futbol bu. Amaa, Barça'nınki öyle değil ki. Bunun başında bir tane de "1"var. Aslında 16 veya 26 bu. Bu kadar ezilmez yani, yok böyle bir örneği daha gerek normalde, gerek büyük derbilerde. Bu konuda daha da aydınlanmanız için sizi şu yazıya yönlendiriyorum. Aslında bu da 4'te filan kalırdı da, 6 olması işin "El Classico"luğundan. cila yapalım dediler. Hem 100 oldu. Oh.

-Messi maçta bir nevi serbest gibi oynadı. Buna şeklen, Eto'o ve Henry'nin biraz arkasında, ortada da diyebiliriz-orta üçlü'nün önünde gibi belki de. Rıdvan hoca maçta "bu futbolcu refleksidir" dese de, bana Guardiola hamlesi gibi geldi. Chelsea maçını izleyenler anlar bu meseleyi.

-Dünya'nın hiçbir stadında, burada, yani Barnebau'da olduğu kadar hakeme baskı yapılmıyor tribün tarafından. O sessiz-sedasız oturan ahali, bir faul, bir haksız kararda nasıl galeyana geliyor. İnanılmaz. Çoğu kez subjektif olsa da bu reaksiyonlar, kimi kez futbolu bilmekle de çok ilintili olabiliyor-Nba'de de örnekleri var. Basitçe baksan "nerden görüyo lan o adam faulu taa tepeden" dersin. Ama öyle değil.

-"Raul ve Casillas'a üzülüyorum" diyenler var. Raul'ün nesine acıyacağız, bayrak adam diye mi. Burada acınacak adam, (kaçıncı kez hem de) Casillas'tır. Nba'de de böyle çok adam var "takım değiştirse keşke" dediğim. Iker de öyle. Yazıktır, 05-06'da da öyleydi az-çok ama, dünkü hal... tanımsız yani. Gitsin-mitsin desen de, adam oranın çocuğu, nereye gidecek. Çok az ihtimal. Ama keşke gitse. Bıkmıştır bu defansların arkasında oynamaktan. 6 golün 4'ün de yapacağı hiçbir şey yok. Hiç hem de. Hele Messi'nin 2. gol. Abov...
Şu hale bak abi, bildiğin "ızdırabını..." diyor adam.

1

Şu 1 Mayıs manzaraları hakkında bir şeyler karalamak istiyordum. Belki sadık(!) blog takipçilerimiz hatırlar, zamanında seri birkaç yazı yazmıştım bu "kolpa solculuk" ve "kolpa solcular" hakkında. Sağolsun Vincenzo abimiz resimler eşliğinde, kısa da olsa gerekenleri yazmış. Direk sizi o yazıya yönlendiriyorum. Çok tepem atarsa ben de bir daha sallarım burdan. Aklını-beynini siktiğim ergenleri.

7


Bir yandan 4. uzatma için dua ederken, bir yandan da 7. maça kalsın da Ntv veya Ntvspor 7. maçı versin diye dua ettik. 2.si oldu. İyi de oldu. Bu serinin hakkı 7. maçtır. Öyle bir tarafın kazanıp da seriyi bitirmesine bağlı maç yakışmaz bu serinin sonuna.
Ray Allen işin bokunu çıkardı, eğer son hücumda da topu alıp gönderseydi üçlüğü, bırakıp giderdik Nba'i de, basketbolu da. 18/32 ile 51 sayı. 9/18 üçlük. 29 sayı zaten ilk yarıda attı. Play-off'ta da iyice böyle azıtma dönemleri gösterdikçe, Nba tarihinin en iyi şutörü ünvanını yavaş yavaş alacaktır Ray. Yanlış bilmiyorsam bir play-off maçında yapılan en fazla üçlük girişimi rekorunu kırdı-18. İsabet rekorunun da sahiplerinden biriymiş-9.

Daha şimdiden bu serinin gelmiş-geçmiş en iyi 10 play-off serisinden biri olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Ne kadar daha büyüyeceğini de, 7. maçta izleyeceğimiz uzatma sayısı belirleyecek. 6 maçın 4'ü uzatmada bitti, ve 5 maçta da fark 3 veya altındaydı.
Bu seriden çıkan takımı Orlando'nun rahat eleyeceği tahminleri var, ki hiç katılmıyorum. Orlando'da düzen yok, Howard, Lewis filan kafasına göre. Hido desen formunda değil. Oyun kurucu kendi keyfinde. Şu Orlando bir yerde feci patlayacak amaa... Ne vakit.

Bir de şu Nba'in yeni sloganını zaten sevmiyoruz, üstüne her kelime veya kavramı sıkıştırmıyorlar mı içine... Bu maça da hazır işte, koymuş Enbieydatkom:"where overtime happens". Hadi ya. Bulmuşsun her yere çekilecek slogan, koy araya, senin de başlık işini görsün. Gitti güzelim "I love this game", kaldık böyle sikko laflara.

Son olarak da, sahadaki 60. dakikasını (evet 60) geçirirken, en kritik pozisyonda Rondo'yu bloklayan Rose'a ne demeli bilmiyorum.

Derbi-Maç 1


Bir yanda 10 kişi hücum eden Barça, diğer yanda 10 kişi savunma yapan Chelsea. Olmadı işte. Cruyff'ün de dediği gibi, futbolun en ilginç özelliği bilinemezliği. 90 dakika oyuna hakim ol, her şeyi yap;gol bulama. Ve de neredeyse bir pas hatasından gol yiyorlardı. O da olsa daha büyük bir hayal kırıklığı olurdu eminim, şükür olmadı. Drogba bizim kazmanın üstüne vurdu. Herhalde kırk yılda bir öyle kötü vurur, o tip bir pozisyonda.
Bu oyunu oynayan takım bu skora üzülmez. Bilir çünkü gerekeni yaptığını. En azından karşı taraf gibi sadece savunmayı düşünmüyor. Oradaki maçın atmosferi çok daha farklı olacak. Neden mi, şu sebeplerden:1. Malum, İngiliz stadları, futbol oynanabilirliği açısından en uygunları. Bir aklınızdan geçirin ve diğer büyük stadlarla kıyaslayın İngiliz stadlarını. 2. Malum, 2.maç. Her şey belli olacak. 3. İki takım son 5 sezonda 4. kez karşılaşıyor, ve bu iki takımın maçları artık bir "Cl derbisi" havasında.

Sonlarda Iniesta'yı sık sık yaptığı gibi sol forvete alabilirdi ama, Hleb'i yerleştirdi oraya Guardiola. Krkic'in 90'da kaçırdığı bomboş kafa vuruşu, 90 dakikalık dominasyona rağmen, en net pozisyondu hemen hemen. Alves'e "orta yapamıyo bu, Sabri gibi" diyenler de o ortayı izleyince utanmıştır sanırım.
Büyük ihtimalle 2. maçta bizi bu Liverpool'un 4-4'ler, veya 05-06'daki Barça-Çelsi rövanşı gibi bir maç bekliyor. Bu da iyiydi ama, sonuçta karşılıklı mücadele yok ki, biri geliyor, öbürü arkaya yaslanmış. Hiddink'in 90+4'de yaptığı Anelka değişikliğinin, Bülent'in Ankaraspor maçındaki Yaser değişikliğinden farkı yok. Ama zaman içindi sanırım.

Zeka

"sahada chelsea yerine isveç milli takımı vardır.

halbuki mavi daha bi güzeldi..."

Bu entry Çelsi-Barça maçı başlığından. Hiç mi aklına gelmez maviyle bordo-mavi çakışır mı, karışır mı diye. Behey zekasız. Bu bir de "futbol bilen" adamdır ha. Şu Türk insanı forma meselelerini hiç anlayamayacak. Birçok şeyi olduğu gibi. Ulan çok mu zor ya.

Muhammed Suiçmez


Bu adamı tanıyor musunuz? Büyük ihtimalle hayır. Onun yeteneğinde ve seviyesinde bir (müzisyen filan diyemem onun için) sanatçının bu kadar az tanınması, sanırım ülkemizin veya toplumumuzun en büyük ayıplarından biri. Lafı geçti mi, "Türkiye'den bilmem ne çıkmaz" diye atması kolay. İşte bak, çıkabiliyormuş. Belki Türkiye doğumlu değil, olsun. Benle aynı topraklardan çıkan bir adam, böylesine güzel ve büyük işlere imza atabiliyorsa, gerekirse uzayda doğsun. Ben guru duyarım, millet ne düşünürse düşünsün.

Muhammed Suiçmez, Necrophagist adlı technical death metal grubunun kurucusu ve beyni. Grupta gitar ve vokali(brütal) üstlenmiş durumda. Ama herhangi bir gitarist değil. Hangi müzik türüyle ilgileniyorsunuz bilmem, hatta müzikle ilgileniyor musunuz, onu da bilmem, ama bu adamı bir izleyin ve dinleyin. İnanılmaz. Yani zaten kendisini takip edip sevebilecekken, bir de Türk olduğunu düşündüğünüzde...
Kendisi için "hiç tanınmıyor" demeyeceğim. 2 örnek vereceğim sadece. 1-Ekşi sözlük'te onun için yazılmış sadece 21 entry var. Ki gidip bir sürü salak-saçma grup veya sanatçının başlığına baktığınızda, ne methiyeler görürsünüz. Ama o adamlar, Muhammed Suiçmez'i tanımıyor;veya tanıyor da kaale almıyor. Her türlü rezalet.
2-En yakın arkadaşlarımdan biri sıkı bir metal dinleyicisi. Hemen hemen her grubu tanır eder. Bir şey merak ettiğimde filan sorarım ona, danışırım. Ona sordum Suiçmez'i, "tanımıyorum" dedi. İnanamadım.

Bu tanınmamazlığının sebebini ben (en azından kendisi hakkında araştırmalarım neticesinde) mütevazı olması diye açıklayabilirim. Demeç ve röportajlarını okuduğunuzda, kendisinin şan-şöhret gibi bir derdi olmadığı açıkça görülüyor. Bunu albümlerin çıkış tarihlerine bakarak da anlayabiliriz. Uzun aralıklarla.

Şimdi de maddeler halinde onunla ilgili bazı bilgileri yazacağım. Korkunç şeyler var:

-M. Suiçmez, gitar çalmayı kendi kendine öğreniyor! Böyle bir gitar dehası, bu işi kendi başına çözüyor. Ne demeli bilmiyorum.
Babası, aldığı ilk gitarı parçalıyor.(bkz. Türklerin sanata desteği) O pes etmiyor, para biriktirip bir daha alıyor. Gizli gizli çalışıp kendini geliştiriyor.

-17 yaşında Necrophagist'i kuruyor. 18'ine girdiğinde, yıllar sonra yayınlanacak olan Onset Of Putrefaction isimli albümünün tüm sözleri ve gitar riffleri hazır halde bulunuyor.

-99 yılında bu albümün yayınlanmasına karar veriliyor. Ve kayıtların hepsini M. Suiçmez yapıyor. Vokal ve gitar zaten kendisi, bası da o çalıyor. Davulu ise Drum Machine ile hallediyor. Günde 12-15 saatlik bir çalışma ile bu kayıtları bitiriyor. Bütün albümü kendi başına yapıyor yani. Burzum örneği gibi bir nevi.

-Ibanez'in onun adına ürettiği bir gitar modeli var.

-Kendisi Decibel dergisi tarafından, Dünyanın en iyi 20 gitaristi içinde 12. sırada gösteriliyor. Onun tepkisi ise şöyle:"Ben bu tarz şeylerle hiç uğraşmıyorum. Zaten bunlara çok takılırsanız işinize odaklanamazsınız. İnsanlar böyle başarısız oluyor. Decibel dergisi dünyada çok saygın yeri olan bir dergidir ama bunları reklam konusu haline getirirsem işime konsantre olamam. Kısacası böyle şeylere çok kafayı takmayacaksın."

-Metal müzik çevrelerinde Chuck Schuldiner ile kıyaslanıyormuş. Ki Schuldiner, metal müzik tarihinin en büyüklerindendir.

Ayrıca Ekşi'de onun başlığında uzuun bir röportajı var. İsteyenler, merak edenler okuyabilir. Daha iyi tanıyabilirsiniz onu.
Ben kendi adıma, onun ismini bu kadar geç duyduğum, onu tanımadığım için utanç duydum. Görünüşe göre ülkemizde Metalci geçinenlerin birçoğu da tanımıyor onu. Ne desek, kime suç bulsak ki.

Çöküş


8 yıl üst üste play-off, 7 yıl üst üste 50+ galibiyet, 6 yıl peşpeşe Doğu Finali. Sonra mı? Sonrası şöyle:

Billups:Abi bakın, ben gidersem yarraa yersiniz. Gidin ikna edin şu adamı. İyi-kötü kaç senedir birlikteyiz, alışmışız, 2-3 sene daha böyle gideriz. Böyle fırsat kaçırılır mı. Millet senelerce takım kurmaya çalışıyor, bizim pezevenk Joe da Ivy uğruna takımı bozma peşinde...
Sheed:İyi de abi, dinlemez ki bizi.
Dice:Abi dinlettirin ya, ben de güme gidicem valla arada.
Rip:Aramızda en küçük Tayshaun, bizim Gm ufaklıkları sever. Onu yollayalım!
Tayshaun:Ya bana ne yaa!!

Takas

Xavi

Anarşist Devlet


Önce şu linki okuyun:http://www.sabah.com.tr/haber,07395CD9CFB4437EAC5760AD9B931840.html

Şimdi "Mülk Allah'ındır" demek, "Mülk hiçkimsenin" demektir. O da bizi nereye götürür, anarşizme! Yoksa Devlet Bahçeli aslen anarşist de, gizli bir görev için parti başkanı numarası mı çekiyor. Hazır Mhp'nin de oyları artmışken. Yoksa ülkeyi anarşizme mi götürecek... Lan!?

Clutch



Hido'nun son saniyeleri, hatta son periyotları ne kadar iyi oynadığını biliyorduk. Ama bunu bu gece tam olarak tasdikledi kendisi. Tamamdır artık. Bu işi ligde en iyi yapan 4-5 adamdan biridir. Ki bir tanesi de maçta rakibiydi. Karşılık veremedi.
Bu arada Phila koçunu da kutluyoruz. Maçı satmıştır.

Cruyff


Az önce gördüğüm bir entry, bu postun yazılmasına sebeptir. Malum, çok tartışılan bir konu. Geçen ay mı ne, 4-4-2'da da vardı. "Pele mi Maradona mı"? Benim cevabım 4-4-2'ya İbrahim Altınsay'ın verdiği cevabın aynısı, ama yine de bu ikisinden birini seçmeli, biliyorsunuz. Futbol dünyasının en büyük 4-5 çıkmazından biridir bu. Bayağı da devam eder. Bahsettiğim entry şu:


eric cantona'nın mükemmel bir ifadeyle anlayan için sonsuza kadar bitirdiği karşılaştırmadır;

"maradona her zaman en iyi olacak.aralarındaki en can alıcı fark maradona'nın etrafında iyi oyuncuların olmaması ve takımı tek başına sırtlamasıydı.eğer maradonayı arjantin'den çıkarsaydınız 1986 da o takım asla dünya kupası kazanamazdı.fakat brezilya pele olmadan da kazanabilrdi."

ayrıca maradona italya 90 da napolideki italya-arjantin maçından önce "sizi şampiyonluklara ulaştıran beni mi yoksa size hayvan muamelesi yapan italyanları mı tutacaksınız" diye buyurmuş ve beklediğini almış efsane bir oyuncudur,pele ise tam anlamıyla düzenin adamı olmuş,kravat takan politik bir palyaçodan fazlası değildir.

...

Bu söylenenlerden sonra, tartışma bitmiştir aslında. Ama insanoğlu işte. Elbet objektif olamayıp, "şudur en iyi" diyenler çıkacaktır. Ama tarafsız göz için, olay budur zaten. Pele sistemin adamı olmuştur, Maradona ise, çok takdir etmesem de bu yönünü, isyankardır, harbidir. İçtendir. Ne gelirse söyler.
Maradona kadar filan izlenmese de, Pele'nin nasıl, ne tarz bir oyuncu olduğu bellidir az çok. Ve onu esas meşhur eden milli takım maceralarında her zaman Brezilya çok güçlü olmuştur. Ve de bildiğim kadarıyla Pele'nin Maradona'nın Napoli macerasına benzer bir icraati yok. Maradona gerek 86 Arjantin zaferi olsun, gerek Napoli serüveni olsun, hep olmazsa olmaz unsurdur. Onu çıkarın, hiçbir halt yapamaz o takımlar.

Yukarıda "İbrahim Altınsay'ın verdiği cevap" demiştim. O cevap Johann Cruyff'tür efem. Dünya futbol tarihinin en büyük şahsiyeti Johann Cruyff'tür. Ama maalesef bu gerçeğin, çok az futbolsever farkındadır. Bunun da sebebi, o "futbolsever"lerin, aslında futbolsever olmayıp, başka bir şey olmasıdır. Ona da geleceğiz.

Mk

Barça berabere kaldı. Spurs 1-3 oldu, Nba tarihinde 1-3'ten dönen 8 mi 9 mu seri ne var. Gs desen, ayrı alem. Gene Uefa'dayız. Bari bu adam gitse. Böyle aşkın ızdırabını ben...

(...)

Maçın sonları. Böyle bir rahatlık var, garip. O taraf gidiyor, bu taraf geliyor filan. Bizimkiler atmak istemiyor, hoca zaten oralı değil. Koruyayım da ne olursa olsun. Gelen fırsat da kaçırılıyor, 3'e 2 filan. Sonra "saç düzleştirici" katkılı Topal kaleciye doğru tıngır mıngır giden topu kornere atar.
Sonra gel de "oyuncunun saçına başına takılmayın kardeşim" lafını kaale al. Biri gece kulübü açar. Diğerinin en büyük derdi kıvırcık saçını düzleştirmek.
Yine de alabilirdik. Futbolun güzelliği mi diyeyim, götlüğü mü diyeyim, yedikten önceki pozisyonlardan birini atsak, veya yedikten sonra efendi gibi orta açabilse Şaş efendi, yine yenebilirdik.
Ama, ama...
Şu açıdan iyi oldu bu puan kaybı:artık beklentimiz yok. Yani biliyorsunuz, hala içten içe şey vardı, "lan 6 puan var, Bjk ve Sivas ile maç var, olur bir şeyler belki" düşüncesi. O bitti. İyi de oldu. Bazen puan kaybı iyidir. Gs tarihinin en iyi kadrosunun ucundan şampyonluk şansı olması işkencesine daha fazla maruz kalmayacağız. Tabii Gs gerçekten "sikinde olan" taraftar için böyle bu. Maç bittikten sonra "Çok güzel hareketler bunlar"ı açıp kahkahalarla gülen orospu çocukları için değil.

Hasan ve Bülent, futbolculuk kariyerleriyle birer Gs efsanesi. Ama sanırım bu "efsanelik zamanı", her ikisi için de geçen sezonun sonunda bitti. Artık değil cepten yemek, Gs taraftarının nefretini kazanma istikametindeler.

Şampiyon Takımın Kaptanları


Dünya küçük. Dün gece samimi arkadaşlarımdan biri FRAME isimli mekandaymış. Bilen bilir bu mekanın kimin olduğunu. 6 tane Galatasaray'lı futbolcu gece saat 3'e kadar oradalarmış. İsim vermeye gerek yok, zaten az çok belli kim oldukları. İlk yarıda bir tane kötü orta yapan Balta'dan sonra ekrana gelen iki adam vardı, kaptanlar. Suratını ekşite ekşite sallıyorlardı arkasından. Sonra ikisi de oyuna girdi, eze eze bitiremediler. Sonra da şampiyon olacağız, tabii. En garibime giden de golden önce Topal'ın tripleri. "Kapa çeneni Morgan tamam mı?" E sen kalecinin eline giden topa vur, sonra da... Bırak Allah aşkına yahu. İçeride Ankara'yı yeneme, sonra şampiyon ol.
Bu takımın kaptanları başta olmak üzere, teknik direktörü ve menajeri dahil hepsi kabahatli. Yılda 3.5 milyon dolar alan topçunu oynatamıyorsan yazıklar olsun sana Galatasaray. Bundan sonra da "hepsini yenersek bilmemne.." diye maval okumasın. Hadi selametle.

Hönk



Ben hala inanamıyorum, okuyanlar ve/veya duyanlar da öyle olacaktır. Mersin Büyükşehir Belediye'li Chris Lofton, Casa Ted Kolejliler ile oynadıkları ve 116-70 kazandıkları maçta, 17/22 üçlük, toplamda 21/28 sahaiçi isabeti ile 61 sayı atıyor. 17/22. 17. 17 üçlük. Tbl'de.

...

İlk olarak bu hayvanlığı okuduğumda aklıma şu cümleler düştü:"lan bir eleman da 13 üçlük atmıştı, kimdi ki o". O da kendisiymiş efem. O maçta da 13/20 atmış, 47 sayı. Kazanmışlar tabii. Ben bilemiyorum ne denebilir daha.
Araştırmayı da yaptık tabii hemen eleman hakkında. Bu sezon "tibiel"i doğu düzgün takip edemediğimiz için, uzak kalmışız ona da. Kendisi Tennessee çıkışlı. Drafta girmemiş, Ahmet Kandemir getirmiş onu memlekete. Ve de en garibi, Türk vatandaşlığına geçecekmiş Lofton. İnanılmaz.
Bundan sonra kendisinin oynadığı maçları izlemek için özel çaba göstereceğim sanırım. Bir de milli takımda oynama durumu gerçekleşirse, of of.
Kendisi iyi bir şutör olarak biliniyormuş zaten, rekoru filan da varmış. Hatta Sports Illustrated'a kapak olmuş. Bilmiyorum Nba'e uçar mı. Böyle hayvani bir şutör herhalde bir yere kadar gözden kaçırılır.

Bir not eklemek istiyorum bu arada. Ntvspor.net'te maç haberinde, ufacık da olsa bu hayvanlık hakkında bir şeyler yazılmamış. Sadece işte skor dökümü'nde 61 yazıyor adamın yanında. Kafa güzeldi sanırım o haberi geçerken, 16 sandılar. Gerçekten garip.

Bu arada deştikçe neler öğreniyoruz. Lofton'ın bir yandan da trajik bir hikayesi varmış. Üniversite'deki son sezonunda testis kanserine yakalanıyor. Erken teşhis ve kemoterapi sayesinde bu illetten kurtuluyor. İyi ki de kurtuluyor. Böyle gelecek vaad eden bir oyuncunun, henüz üni. son sınıfta kanser yüzünden basketbolu bırakması, herkesi üzerdi.

Bizim ligimizde oynayan bir oyuncu hakkında bu bilgileri geç öğrenmeyi, açıkçası kendime yediremedim. Duymamışız demek ki hiçbir yerden de. Ncaa'i filan daha çok takip etmeli sanırım.

Lofton bu 61 sayısıyla, 2000'li yıllarda Tbl'de bir maçta en çok skor üreten oyuncu oldu. Üçlük rekorundan zaten bahsetmiyorum. Bir de sanırım, Erman Kunter'in şu hayvani 153'ünden sonra ulaşılan en yüksek skor.
Bir de kendisiyle ilgili Ekşi'den ulaştığım bilgiler var, onları da kendisinin çapının anlaşılması için sunuyorum efem.

Lofton, 07'de All-American 2. takımına seçiliyor. O takımda aynı zamanda Jared Dudley, Greg Oden ve Joakim Noah var. 3. takımda ise Aaron Brooks, Al Thornton, Aaron Gray, Al Horford ve Jeff Green. Bu isimlerin Nba açısından ne ifade ettiği herkesin malumu.
Geçen sene ise 3. takıma seçiliyor. O takımda da Derick Rose, Eric Gordon ve Brook Lopez bulunuyor.
Yani bahsettiğimiz adam, gerçekten Ncaa'in sayılı oyuncularından ve Nba'de iş yapması beklenen oyunculardan biri olarak görülüyor. Ve bu adam şu anda bizim ligin altını üstüne getiriyor. İlaveten de Türk olup, milli takımda oynama ihtimali var. İnanılmaz.
Burnumuzun dibinde ne duruyor, haberimiz yok.


Makus Talih

Günümüz Nba'i, basketbol tarihindeki en iyi oyunculardan bazılarına evsahipliği yapıyor, ve bunlardan bazıları güçsüz takıma denk geldiği, bazısı ne bileyim Jordan'a tosladığı, bazısı da daha 1. turu geçemediği için, kişisel olarak ortalığın anasını sikse(ler) de, takım bazında bir türlü başarıya ulaşamıyor.
Tracy McGrady bu ligde 2 kez sayı kralı olan, son dönemlerin en iyi skorerlerinden. Ayrıca sadece iyi bir skorer değil, çok yönlü, gerekirse takımını da oynatabilen bir oyuncu. Bu özelliği kariyerinin son yıllarında belirginleşse de, sonuçta var olan bir şey. Ve bu oyuncu, neler neler barındıran kariyerinde, daha 2. tur görmüş değil. 2. tur. Tam 7 kez 1. turda toslamış T-Mac adamı. Belki bir açıdan daha beterleri var, mesela Malone-Stockton ikilisinin vaziyeti, Chuck, Reggie, Iverson. Ama burada bahsettiğimiz "1. tur". Yani koca kariyerde bir tur bile geçebilmiş değil T-Mac. Bu durumun sebebini incelemek veya düşünmek bu yazının yazılış sebebi değil;belki başka bir yazıda. Fakat gerçekten trajik bir durum bu.

Nereden çıktı derseniz, şuradan çıktı bu:Az önce Nba Action vardı. Orada Denver-Hornets serisi anlatılırken, Melo ve Denver hakkında "5 senedir 1. turdan ileri gidemeyen" ifadesi kullanıldı. "Amanın" dedim. Bir T-Mac vakası daha. İşin garibi, bu pek dillendirilmiyor etrafta-kimse farkında değil sanırım. Yani Lebron kadar olmasa da, Melo da bu yeni neslin (ve 03 draftı'nın) önde gelen büyük oyuncularından. Nba'de önemli bir yeri var tüm saçmalıklarına rağmen. Bu durumda sanırım Wade ve Lebron'un dominasyonlarının payı büyük. Melo da vukuat işledikçe, bu vaziyet kaçınılmaz oluyor sanki.
Neyse ki Melo şanslı. Dumars beyin Ivy hevesi sağolsun, Nuggets ve Melo bu kez 2. turu görebilecek. Billups gerek normal sezonda gösterdiği performans, gerek Hornets serisinin ilk 2 maçı itibariyle bırakın bu seriyi, daha da ileri götürebileceğini gösterdi Nuggets'ı.
Karşı cenahta Paul var ama, Paul'e rağmen Hornets'ın pek "durumu" yok bu turu geçmek için. Artık ne zaman oralardan ayrılmayı düşnür Cp3, onu da yakında görürüz.

"Melo şanslı" dedik ama, peki ya o zamanki Rockets kadroları kötü müydü? Yoo. Hatta bir keresinde Dallas serisi vardı, deplasmanda 2-0 öne geçmişlerdi, (deplasmanda, 2-0) ama gene bir şeyler olmuş ve, o avantaj tersine dönüp, 4-3 kaybetmişti seriyi Houston. Sanırım 04-05 veya 05-06 idi. Olmadı mı olmuyor demek ki.

Sonuç olarak, neyse ki Melo'nun bu "1. tur hüsran serisi" kısa sürecek, tabii Paul bu kalan 5 maçta azıtıp seriyi almazsa. Öyle bile olsa, Billups bu takımda olduğu sürece elbet daha yukarı gidecektir Nuggets. Ayrıca T-Mac'in de önümüzdeki sezon sağ-salim dönmesini ve yoluna devam etmesini dilediğimizi de belirtelim. Şimdi tabii "bu Houston T-Mac'siz böyle, o sebepten, o dönünce yine sıçacaklar" muhabbeti var ama, ona da girmeyelim şimdi.

Zabah


Öncelikle Bjk'nin yeni transferini tebrik ediyorum. Yani adam iyidir, yeteneklidir o ayrı ama, bu isim olmamalıydı...
2 şeye değineceğim bu postta. Zabahın 8'inde ayrı ayrı 2 tane kasamayacağım. Pardon 3. Hayır 4 oldu. Aman bee.

1. Bazı zekiler zamanında "Messi yok Barça yok" diyorlardı. Umarım o dangozlar dünkü Sevilla maçını izlemişlerdir. Orgazm oluyorum şu takımı izledikçe, zevkten 4 köşe oluyorum. Bu takımın taraftarı olduğumu düşündükçe de daha fazla sevindirik oluyorum. 10 gün sonra da ayrı patırtı var.
Iniesta. Abimsin, babamsın.
2. Geçenlerde bir postta (az aşağı iniver) bahsettiğim Hakan Aslantaş'ı "kaptılar". Böylece Tolunay Kafkas'ın futbol bilgisi ve hocalığını bir kez daha takdir etmiş oldum.

3. Dünya kitap günü'nüz kutlu olsun efem.

4. 23 Nisan "Milli Egemenlik" ve çocuk bayramınız da ayrı kutlu olsun efem.

5. Ne mimi ulan sabahın köründe. Sonra yazarım.

Fink: "Doğuştan Kartal'ım"


Böyle bir manşet beklenebilir. BJK E. Frankfurt'tan Fink'i bitirmek üzereymiş. Normal. Anormal olan şu. Şahan. 107 gol yiyen takımın teknik direktörünü hatırlayanlar vardır;
"Dedim topu atın Fink'e. Soldan gidiyon, at Fink'e. Ceza sahasına girdin, vurmayacan, dönecen atacan Fink'e. Ben taktiğimi vermişim."
Hayırlı olsun, inşallah gelir de biraz testis geçeriz.

Play-off Notlar

- Miami'yle başlamak istiyorum. İlk maçta hüsrana uğrayan Heat, bugün maçı domine ederek kazandı ve ev sahibi avantajını ele geçirdi. Jermaine, Haslem, Beasley ve Cook, yani skor açısından yedekleme ünitesi bugünkü gibi çalıştığı sürece Heat bu seride favori. 15/26 isabetle kendi kulüp rekorunu kıran Heat'te (hiç şutu yok, nasıl bir süperyıldızsa denilen) Dwyane Wade ve Daequan Cook 6'şar isabetle galibiyette büyük rol oynadılar. Wade'in 4. periyotta hücum süresi biterken panyalı attığı üçlük görmeye değerdi. D-Wade gibi bir oyuncunun lige gelişini, gelişimini gözlemek de orgazm tadı veriyor adama.

- Denver beklediğimden çok daha iyi oynuyor. İlk maçta Billups'ın 8 3 sayı isabeti maçı koparmıştı. Şu anda da 17 sayı öndeler, 4. çeyrek. 2-0 oldu. Önümüzdeki maçı alamazsa Hornets, süpürülür.

-Spurs. Duncan'ın diz problemleri devam ediyor. Dallas son maçta pek bir varlık gösterememesine rağmen zaman zaman farkı 8 sayıya düşürerek tehdit etti Los Spurs'ü. Parker da ilk yarıdaki fenomenal oyunuyla maça damga vurdu. Bu oyunla Spurs'ün umdukları kadar gitmesi mucize olur.

- Cavs. James.

Son olarak da kendimden bir not çakayım. Dün Amerikan Futbolu oynarken sol elimin üzerine düşerek üçüncü parmağı ortadaki eklemden çıkardım. O yüzden bir hafta kadar cast'te kalacak. Bu da girdileri biraz etkileyebilir, şimdiden özür dilerim. Hilmi'yi mimliyorum(!), playoff yazsın. Vay be, mim.

Yine Mayıs Geliyor!


Son zamanlardaki olaylara bakarsak yazılacak bir şey yok.
Başka takımların, hatta belli oyuncuların yaptıkları şeyler medyaya bile yansımazken, birkaç insan bizim oyuncularımızın yaptığını devamlı lanse ederek ceza almalarını sağlıyor. Volkan çifte atarken "canı yandı" oluyor, Arda tokatlarken "tü kaka." Savunduğumdan söylemiyorum, eğer bir standart varsa herkese uygulanmalı. Gruplararası iletişim kuralları bir numara: "Uygulamayacağın, ya da adil olarak uygulayamağın kuralları koyma." Nerede kaldı adalet.

Eh tabii doğal bunlar. Mayıs yaklaştıkça korku dereceleri yükseliyor. 30 Mayıs'ta görüşürüz.

4-4


Futbol tanrıları acımasız. Futbolsevere acımıyor. "İzleyeceksin birader" diyor, "sonra pişman olursun".
Arkadaş hatrına -o arkadaşların ben zaten...- Chelsea-Liverpool maçını bir mekanda yarım-yamalak izlemek zorunda kalmıştım. Ona rağmen neredeyse ayakta izledik maçı-hele sonlar. Öyle bir hava vardı ki, pek sevmediğim L'Pool 5-4 yapsa, golde bağrınırdım sanırım, o derece.
Bugün kıytırık Sivas-Fb maçını izlerken alttan geçip duruyor, sanki nasıl geçeceğini bilircesine, "22.00'de Spormax'ta, Liverpool-Arsenal maçı var" filan diye. Ben de çoğunlukla içimden, birkaç kez hayıflandım, "lan bunun üstüne şimdi o maçı izleyip futbola doymak var" gibisinden. Bir şeyler olacağı belli de, biraz fazla olmuş! Böyle diyorum ama, Spormax üyeliği de yok hani. İzleyemeceğim aslında. Benim esas sövdüğüm belki de, Digi bağlatırken, Spormax ve Nbatv üyeliği almayan babamdı. Sağolsun nelerden mahrum bırakıyor.
Golleri kimlerin attığını okurken bile heyecanlandım ulan, nasıl maç varın siz düşünün!

Liverpool taraftarının yerinde olmak istemezdim şu son 1 hafta. Kalpten giden veya ufaktan kriz geçiren çoktur memlekette. Çekilir iş değil. 2 tane 4-4'lük maç. İşin garibi ikisinde de Gerrard yok. Olsa kazanılır mıydı bu maçlar acaba? Bilinmez.

Bir daha şu hareketi ("sus") gören bütün L'Pool taraftarları dellenecektir. O hareketi göre göre şampiyonluk gitti neredeyse çünkü. Ben de çok antipatik buluyorum, daha önce de yazmıştım sanırım. O kısma takılmazsak eğer, çok büyük iş yaptı Arshavin. Gerek futbolseverlere, gerek Arsenal taraftarına umut verdi, ilerde neler yapacağına dair. Önümüzdeki sezon daha bir dikkatle izlenecektir kendisi.

Son olarak, hani şey olayı var, işte Reina kalsa Valdes giderdi Barça'dan gibisinden. Valla, al birini vur ötekine. Onu daha iyi gördük bu son 4-4'lük maçlarda. İkisi de Allaha yakın, bize uzak olsun. Biri tamam da, diğerini de bir paketlesek...

Baliç


Bazı futbolcular vardır ki, çok beğenirsiniz ama, ya takımınıza gelmezler, ya da gelirler ama, o zamana kadar iş işten geçmiş olur. Veya birtakım aksilikler yüzünden, o adama doyamazsınız. Elvir Baliç de işte tam o gruptan.
Baliç bildiğiniz gibi Türkiye'deki ilk dönemlerinde Bursa'da fırtına gibi esmişti. Şu meşhur Inter-Toto zaferleri olsun, ligdeki can yakmaları olsun, Mususi-Ercüment-Baliç üçlüsünün golleriyle olsun, bayağı bir ses getirmişti o Bursaspor jenerasyonu. İşte Timsah mevzuu filan...
Hatta bir Bursa-Gs maçı vardı, bizi evlerinde 3-2 yenmişlerdi ve, son dakikada galibiyet golünü Baliç atmıştı. 97-98 olması gerek. O 4 yıllık zaferler dönemindeki götümüze giren kazıklardan biridir, Fb mağlubiyetleriyle birlikte.
Sonra Fb'ye gidişi, mucizevi Real serüveni, Fb'ye kısa geri dönüşü, yine bir Vallecano tatili var kendisinin. Şansa bakın ki, o Real'de bulunduğu tek sezonda da, çok payı olmasa da bir Cl kazandı Baliç. Hani Nba'de de vardır ya öyle bir ton, emeği yoktur ama sadece bulunduğu takım sebebiyle yüzük kazanır eleman;aynı o hesap.

Gs'ye geldiğini duyunca, iyi hatırlıyorum, kariyerinin ve formunun düşüşte olduğunu bilsem de, umutlanmıştım. Belki de eski dönem hayranlığımın kalıntısıydı o beklenti.
Kendisi de genelde formsuz ve sakattı belki ama, siz okuyanların da hak vereceği gibi, bizim takıma kaotik bir zamanda gelmesinin de, yararlı olamamasında payı vardı sanki Baliç'in. 2. Fatih Terim dönemi. Gelen giden belli değil. Düzen kurulamamış. Sonra 2. yılın yarısında Terim gitmiş filan.
Son zamanları olan 04-05'in ilk yarısında, Hasan ile birlikte kanatları paylaşıyordu Baliç. 2. devrede bu ikilinin yerini Ayhan-Ribery almıştı. O dönemde yaptığı iyi işlerden biri, şu yukardaki resimde sevincini gördüğünüz, Trabzonspor deplasmanında attığı goldü.

"Attan inip eşeğe binmek" deyimindeki gibi Baliç'in kariyeri. Nerelerde oyna, Cl kazanımına şahit ol, sonra İstanbulspor'da sessiz sedasız kariyerini bitir. Futbolun iyi tarafı güzel de, kötü tarafı da işte, beklemediğiniz kadar ters.

Bu resim de 02-03'te deplasmanda oynadığımız Trabzon maçından. Bu formayı bir kez giydi Gs. Zaten şort, o sezonki çizgilinin şortuydu. Forma da, o günlerde bir deprem olmuştu sanırım, onun için yaptırılmıştı hemen. Güzel bir forma-şort ikilisi olmuştu, ama bir kez giyildi maalesef.

Arda Turan...

















Gallardo


Bir Superclassico daha geride kaldı. Maç esnasında "lan bu derbide genelde futbol adına çok bir halt olmuyor genelde. Mesele atmosfer, çekişme, rekabet, şudur budur" deyu düşünürken, önce Palermo çaktı köşeye, biraz sonra da (resimde gördüğünüz gibi) Gallardo köşeden örümcekleri aldı. Fikirlerim hala az-çok aynı ama, 2 dk geçmeden düşüncelerine cevap verilince taa Arjantin'den, insan bi' kötü oluyor.
Resim Aceto'dan bu arada.

Baros&Kewell


2005 Cl finali'nde futbol tarihine geçecek bir maçta Liverpool kadrosunda olup ilk 11'de çıkan, hatta görüldüğü üzre maçın santrasını yapan bu iki oyuncu, dün bir kez daha o sahada maç yapma imkanı buldular. Kader dedikleri belki de bu. Sen gel kaç sene sonra Galatasaray'a transfer ol, sonra İBB ile maç yapmak için yine o stada gel falan filan. Belki de biz bu sezon orada oynardı tüm maçları, bilemezdik.
Eminim ikisinin de tüyleri "tiken tiken" olmuştur dün.
Ayrıca o günkü maçta gol atamayan Baros, dün gol atabildi. Ya bu adam iyi hoş, gol atıyor da, bu form ile hakkaten elde tutamayacağız. Zaten kaç senedir piyasada, kalburüstü forvetlerden. Ama hiçbir zaman çok verimli bir golcü olmamıştı. Bizde patlaması güzel tabii ama, insan korkuyor abi. Biz Real Madrid değiliz ki her sene böyle adamlar gelsin bünyeye. Kewell da sevdi burayı, yeniden yükselişe geçti filan ama, onun da garantisi yok.
En kötüsü, kulüp tarihinin en iyi kadrosu eldeyken, şampiyon olamayacağız sanırım ya, o da ayrı ve ayrıntılı bir yazı konusu.

Rafael&Fabio



Fabio ve Rafael Da Silva kardeşler, daha doğrusu ikizler United'ın son zamanlarda dikkat çeken gençlerinden belki de en dikkat çeken ikisi. Dikkat çekmemeleri anormal olur zaten. Aralarından ilk önce sağ bek Rafael fırsat bulmuştu. Şimdi sol bek olan Fabio da yavaştan oynamaya başladı. Bugün penaltılarda kaybettikleri maçta ikisi bek pozisyonlarında ilk 11'de sahaya çıktılar-sanırım ilk kez ikisi bir arada oynadı, tam bilmiyorum. Kökenleri sebebiyle olsa gerek, ikisi de gayet hücumcu bekler. İlerde milli takımda da görürüz sanırım. Gerçi Maicon ve Dani Alves hayvanları varken Rafael'in işi zor ama, bilinmez.
İkizler 90 doğumlu ve bu yaz takıma katıldılar. Daha önce Neville kardeşler ile bu tip bir deneyimi olan Manutd, şimdi de bu iki Brezilyalı sempatik adamla benzer bir şey yaşayacak.

Toraman

Dayaklık futbolcular no 234:İbrahim Toraman.
Kabahati:Önce faulun ardından itiraz, sonra da kornerde yine topa (bariz) elle müdahaleden 2 sarı kart görüp, atılmak. Üstüne bir de itiraz ediyor.