Alpaslan Abi'yi Özleyenler Parmak Kaldırsın!

Bugün Alpaslan Dikmen'in doğum günü. Ne olurdu abi biraz daha kalsaydın da Beşiktaş maçından önce, sonra, devre arası "Alpaslan Dikmen Sanki Süpermen..." diye inleseydi o stad. Zira istemezdin maç oynanırken şahıslara tezahürat yapılmasını, sevmezdin. Ruhun şâd olsun abi, sen cennetteki biz, biz tribündeki sen. Doğum günün kutlu olsun.

Çökçökçü Abiler

Bizde yok diyene kafa atarım. Konya-Fener maçını izliyorum, numaralı tarafta bir abi var. Her Konya geldiğinde insanlar doğal olarak ayağa kalkıyor, oturması kabahat, arkadan bu dayı "çöööööööööööööööeek, çöööööööööööööööööööğğkk!" Ulan git evinden izle o zaman zaten senede üç kere televizyona çıkıyorsunuz al çekirdeğini eline ooooh...

Satılmış Maltaş vol.2



Bizim arkadaşlardan birinin sınıf arkadaşı vardı, adı Satılmış Maltaş. Boyuna dalga geçip dururduk adamı tanımadan. Tanışmak nasip olmadı ama bu yukarıdaki figürü dinliyorum şu anda. Satılmış zaten o belli. Nasıl yorumlar onlar, şaşıp kalıyorum her Fenerbahçe maçı öncesinde. Emre çok büyük topçuymuş da, cemaatten arkadaşı ya toz kondurmaz, Fener'e ne demişler de ne olmuş birinciliğe geliyormuş bugün kazanırlarsa da bilmemne. Ayıp lan Boktay. Türkiye'de gazeteci, yayıncı bitti bunlar oturuyor işte o koltuklarda. İş ve İşçi bulma kurumu sanki...

Boooo-zer


15 maç kaçırdı bu sezon. Önümüzdeki hafta dönmesi bekleniyor, bugün MR'a girecek. Ancak bu postu girmeme sebep bu değil. C-Boo az önce ESPN'de John Hollinger'a yaptığı açıklamada sezon sonunda kontratının opsiyonunu kullanmayıp sınırsız free-agent olacağını söyledi. Böylece 375 (üçyüzyetmişbeş) senedir ortada dolaşan "Boozer South Beach'e mi?" tarzında haberler tekrar ortaya çıkacak ve gerçekleşecek de gibi...

Hdadjsdj

Aslında tek tek her paragrafını çözümleyip cevaplamak istiyordum ama, vallahi onu bile yapasım yok. Link vereceğim, okuyan okusun, anlasın ne demek istediğimi.

http://www.ntvspor.net/Pages/30666.asp

Yine bir İlker Acun döktürüşü.

Gökhan Emreciksin ve Fenerbahçe


Hiçbir zaman altyapıya önem veren bir kulüp olmadı Fenerbahçe. Kimler gelmedi ki Anadolu takımlarından. Selçuk Şahin, Kemal Aslan, Ali Bilgin, İlhan Parlak, Zafer Biryol, Deniz Barış, Serkan Balcı, Burak Yılmaz ve diğerleri... Şimdi de Ankaragücü'nün sağ açığı Gökhan Emreciksin'i almışlar. 2 milyon dolar bonservis.

Şöyle bir bakarsak o kadar adamın bonservisiyle Türkiye'deki en iyi altyapı kurulup oradan çatır çatır ekmek yenmez miydi? Bal gibi de yenirdi. Galatasaray örneğini ele alalım:

Derwall döneminde önem kazanıp ondan sonra gelen her hocanın dikkatini çeken genç oyuncular yetiştirdi Galatasaray altyapısı. Feldkamp ve Mustafa Denizli döneminde yetişen oyuncular Fatih Terim yönetimi altında nice başarılar yakaladı. Terim de Galatasaray'ın çocuğu. Türkiye'de altyapı yokken gelmiş Adana Demir'den. Şöyle bir adlarını anacak olursak en geriden başlayarak; Kaptan Bülent Korkmaz, Suat Kaya, Tugay Kerimoğlu, Emre't' Belözoğlu, Okan Buruk, Arif Erdem, Sabri Sarıoğlu, Aydın Yılmaz... Son yıllarda bir düşüş gözlense de Florya'da, yeni nesil de umut vermiyor değil. U-17 ve U-20 takımlarında yine sayısız Galatasaray oyuncusu var.

Bu yazdıklarım Emreciksin de kötü olacak diye bir yargı uyandırmasın ama parayla saadet olmaz.

51

İbrahim Kutluay bugün İTÜ-Beykoz maçında 8/12 3 sayı, 23/24 serbest atış isabetiyle 51 sayı atmış. Maşallah. Fener'e de kapak olsun.

Güven


Futbolda en önemli şeylerden bir tanesi, tuttuğunuz takımın, sahada yer alırken, maç esnasında, kötü durumlarda, kriz zamanlarında size güven vermesi. Bu husus yerine getirildi mi, istersen 10 puan geri düş, istersen 20. dakikada 3-0 geri düş( ki futbolda hiç de zor olmayan bir olasılık bu), takımın güven veriyorsa, telaşa mahal yoktur. Sakin olunabilir, olunmalıdır. Ve bu güveni, az sayıda takım yayabilir etrafa, taraftarlarına, sempatizanlarına ve izleyenlere. Bunların bir tanesi 2000 Galatasaray'dı mesela. Ben çok iyi hatırlıyorum, geri düşerdik, ama rahat olurduk. Nasılsa bir yolunu bulup (yolunu bulmaktan kastım, "balına goller" değildir, biline) yeneceğiz çünkü, bunu biliyoruz. Ve bu harika bir his. Eminsin kazanmaktan. Bu sebeple de o zamanlar birçok maçı izlemezdik, hata tabii ama, ne yapalım, "nasılsa kazanıyorduk". O devirler de geçti tabii, böyle bu işler. Neyse, uzatmayalım.

Bu takım da o güveni verme yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bunu yapmak için birçok yolları var ve de yapabileceklerini birçok şekilde gösterdiler. Nasıl mı? Şöyle:
1. Takıma kötü oynansa bile, bir hareketiyle maç kazandıracak oyuncular eklendi. Futbol çok göt bir oyun. Her zaman istediğini yapamazsın.

2. Avrupa'da kötü gidilen birkaç yılın ardından, bu sezon deplasmanda maçlar kazanıldı. Hem de cidden iyi takımlara karşı, çok iyi oynayarak, maçı domine ederek, belki de en önemlisi, zekice oynayarak.

3. İşin "oyun" kısmında kalite artmaya başladı. Bu takım dün gece oynadığı maçta attığı 3 golü de fazlasıyla göze hoş gelen ve "organize" şekilde attı. Bu belki de en önemlisi. Çünkü bazı takımlar bir sezon boyunca bu kadar organize gol bulamıyor. Öyle bir de şampiyon oluyorlar, otur ağla, neyse.

Bu noktalar belirince, doğal olarak da taraftar, tabii futboldan anlayan taratar, rahatlıyor. Panik yapmıyor, maça giderken yolda kafası bozuk olmuyor. Ve de en mühimi, geri düşünce morali bozmuyor. Mesela -diğer futboldan anlamayan salakları bilemem ama- biz, yenen golden sonra çok rahattık. Ve o rahatlığın sebebi de zaten biraz sonra anlaşıldı. Çok güzel bir anlaşma sonucu, Linc ve Baros golü buldular. Ardından da yine 2 organize gol. Hele son gol... Muhteşem. Harika paslar, doğru yere koşular. Çok iyi bir ara pas ve, harikulade bir son vuruş. Kaleci çömelemedi bile.

Maçın az çok koptuğu ortaya çıkınca Gs çok kasmadı, Gençler de çok gelemedi zaten. Öyle bitti maç. Bir olumsuzluk, Skibbe'nin değişiklikleri geç yapmasıydı. Yani karşı tarafın herhangi bir tehdidi yoktu, rahatça yapabilirdi değişimleri. Böyle zamanlarda farklı şeyler deneyebilir. Kendi de farkındadır tabii ama, vardır bir sebebi yapmamasının.
Arda sistem gereği işin savunma kısmında daha çok göründü ve bunda çok da başarılıydı. Belki yön ters ama, biliyorsunuz, Arda bek oynamaya yabancı değil. O durumu görünce, maçı birlikte izlediğim arkadaşımla "Arda sol bek oynayabilir mi?" tartışması yaptık. Ki bence rahatça oynayabilir. Hele de böyle deli yüklenmek gerektiği zaman. Sağ beke Aydını bile koyarım ben gerekirse. Nedir yani.

Bu 3-5-2 benzeri sistemi lig maçlarında sık, hatta hep uygulamalıyız. Zorunluluk gereği yapılan bir hamle olarak kalmamalı. Çünkü "oluyor". Değerli skor yazarlarımız "neden çift forvet oynamıyor Gs" diyordu ya, bu sistem sayesinde o da yerine gelmiş oluyor. Gerçi Nonda Baros'un bir gerisinde gibiydi ama, neyse.

Mehmet Güven "güven verdi" esprisini yapmayacağım tabii ki ama, son fırsat bulduğu zamanlardan oldukça farklıydı vaziyeti. Bu harika, çünkü hem kadro yapısı açısından ona ihtiyacımız var, hem de bir altyapıdan gelen oyuncunun daha heba olmasını bu bünyeler kaldırmaz. Çok iyi oldu bu maç onun için.

Kewell sağ kasık fıtığı ameliyatı olacakmış. Ne zaman döner bilmiyorum, ama onsuz işleri iyi götürebiliriz. Bugün de bunun kanıtlarından biriydi. Son zamanlarda formsuz da olduğunu düşünürsek, ne bileyim dinlenmiş gibi filan sayabiliriz onun bu yokluğunu. Ama yine de çok uzun sürmez umarız.

Lincoln ve Baros hakkında bir şey söylemeyeceğim. Ne diyebilirim ki.

Cuttino Mobley

New York'un geçen hafta Clippers'tan takasla aldığı Cuttino Mobley bugün emekliliğini açıklayacakmış. Takastan sonraki sağlık kontrollerinde kalp büyümesi belirlenmiş ve oynarsa hayati tehlike yaratacağı, oynamaması gerektiği söylenmiş. Nedensiz sevdiğim oyunculardan biridir, şut stilini severim. Allah uzun ömürler versin.

Notlar Evet

Çok rağbet gören bir blog olduğumuzu biliyorum, bunun için de gururluyum. Kusura bakmayın canlarım ciğerlerim, bayram münasebeiyle pek boşladık bu ara. Ama söz, tatil bitimi yine "bomba gibi konularla" sizlerle birlikte olacağız. Bu da sizin çok sikinizdeydi.
Aklımda olan birkaç şeyi not halinde yazacağım şimdi. Anca bu kadar. Buna bile şükür.

-Suns ne salak işler yapıyor yine. Elindeki 5 pozisyonu birden yedekleyebilen bir oyuncunu ve doğru düzgün savunma yapabilen nadir adamlarından birini yolluyorsun, karşılığı J-Rich ve ne yapacağı belirsiz bir çaylak. "Denedik olmadı" ya mı getirecekler bilmiyorum ama, feci sıçtılar o kesin. Play-off yapsınlar, şükredip otursunlar.

-Hoffenheim yenilgisinin şokunu halen atlatabilmiş değilim, öyle ki, kurbanı keserken az kaldı benim bileği götürüyordum, o derece. Ama Hildebrand'ı almışlar, bu iyi haber. O da ne ballıymış ha, Valencia'dan kovul, kapağı Hoffenheim'a at. Ooh.

-Mangal yapmaya karar verdiyseniz, etin başında duran adam işten anlamalı. Yoksa bombok oluyor mesele.

-Haftasonu şenlik var hacı. Ben havai fişek filan hazırladım. Formamı giyip geçeceğim Tv karşısına, önce dk. 2'de bi' gol. Ardı gelir zaten. Kebap.

-Fb'nin elenmesine çok üzüldüm dayı. Daha final oynayacaktık Saracoğlu'nda...
O değil de, (yaparız demiyorum, o ayrı mesele, iddiada bulunamam) olur da, gerçekten finale çıkar, bir de kazanırsak, ülkede iç savaş çıkar. Çünkü bunu hazmedemeyecek yüzlerce fenerli tanıyorum ve milyonlarcasının da, memleket içerisinde olduğunu biliyorum.

-Hoffenheim'ın sağbekini almalıyız. Sabri'nin üstüne Messi gibi gelir şerefsizim.

-Karanlıktaki Adam, Paul Auster. Oku.

-Melo azıtmış. Gervin abinin bir periyodda en fazla sayı atma rekorunu kırmış:33 sayı. Yuh hayvan. Yuh. Totalde de 45 atmış. O periyod Gatorade'ine biri bir şey mi kattı, ne oldu artık bilinmez.

-Spurs işleri iyice düzeltiyor. Hele şu Mavs maçı harika oldu. Dabıl ovırtaym filan. Manu benchten gelsin. George veya Mason Jr da ilk 5'e iş yapar nasılsa. Aslanlarım benim.

-Hornets Paul'ün arkasına yedek guardı buldu, şimdi korkun dayılar. Daniels çok iş yapacak. Mike James de bi' sikim yiyemez Wiz'de. Dee'ye siktiri çekmişler, ona üzüldüm. Gelebilse keşke geri.

-Burgaz rakı içmeyin.

-Futbolun çok kolay -ve haksız ve aptalca- sonucun değişebildiği bir oyun olması çok sinirimi bozuyor. Pat diye futbolla alakamı kesebilirim diye korkuyorum. O kadar saçma şeyler olabiliyor ki, hak-hukuk, adalet, vırt-zırt diye düşünürken "eeh, sikerim lan"a geliyor mesele. Basketbol öyle değil mesela, ne bileyim.
Ha bir de, hocanın takıma ve takımın oyununa ne kadar etki ettiği. Hemen örnek:
A takımı hiçbir bok yemiyor sahada. Birden bir faul. Şişir içeri, bir kafa, gol. Maç da bitsin böyle. Hoca sevin, oyuncu, taraftar sevin. Hoca da göklere çıkarılsın. Ee? Hak ediyor mu peki? Veya hocanın söylediği "neyi" yapabildiler de, "kazandılar". Nedir yani? Çok salakça, bir açıdan bakınca. Çok "çirkin" geliyor. Bunun aklıma düşmesindeki en büyük pay sahibi de Fatih Terim. Dün Euro 2008 maçlarını izledik de yeniden.
...
İnanılmaz. Ne yapmış da "başarılı" olmuş kendisi. Ne katmış? Futbolcular onun söylediği "neyi" yapmış da, maçları kazanabimişiz, gazdan başka. Tiksinç.

-Hido "abarmış". Abart değil ha. Bu ara pek iyi değildi, hem moral olur bu iş.

-Tuncay gerçekten gider mi? Giderse ne kadar oynar? Oynarsa ne kadar iş yapar? İş yaparsa, Türk oyuncu piyasası hareketlenir mi? Bu olası transfer, Türk futboluna ne kadar olumlu/olumsuz yansır? Soru bitmez ki.

-Olabildiğince az insanla iletişim kurun. Abi tavsiyesi.

Takas Vaaaaaar! 2

Maşallah hızlı bir gün. Phoenix run-and-gun günlerinden kalma bir takasa imza attı. Raja Bell, Boris Diaw ve Sean Singletary'i paket yapıp Jason Richardson, Jared Dudley ve 2010 2. tur draft hakkı karşılığında Amerika'nın 19. en büyük şehri Charlotte'a yolladılar. Top 10'a aboneler yine. Maç sürerken açıklanmış takas, yeni yeni şeyler...

Takas Vaaaaaar!

3 takımlı bir takas haberi geldi az önce. Wizards Javaris Crittenton ve Mike James'i alırken, Antonio Daniels'ı Hornets'a, 2010 ikinci tur draft hakkını da Memphis'e yolladı.

Görüldüğü gibi, Wizards çabalıyor içinde bulunduğu durumdan çıkmak için. Daniels'ın devamlı "ah bileğim!?!" olayından sıkıldılar herhalde, Arenas gelene kadar James'i bir oynatıp, dönünce combo yaparız gibi bir düşüncesi olabilir. Crittenton ise lige geldikten beri ilgimi çekmiştir. Kolejde süper bir şutördü, bunu eninde sonunda NBA'de de yapabileceğini düşünüyorum.
Hornets'e bir back-up guard lazımdı ve James bunun için biraz lükstü. Onu yollayıp biraz daha çalışkan bir guard olan Daniels'ı aldılar. Memphis'e pek söyleyecek bir şey yok. Geleceğe yatırım.

Kenny George Hazretleri-2

Kenny George.

Hakkında yazmıştım tam on bir ay önce. Çok iyi bir potansiyeli var falan fişman. Ayağında bir milyon kişide bir görülen bir iltihapla olmuş yazın. Bir buçuk ay önce ayağının bir parçası kesildi, basket oynama ihtimali var dendi, yazmadım. Şimdi aldığım habere göre George bundan sonra ne basketbol oynayabilecek, ne koşabilecek. Ayağının bir parçası daha alınmış, enfeksiyonun ilerlemesini önlemek için. Büyük kayıp basketbol adına. İki sene sonra izleyebilirdik belki bu adamı NBA'de. Yazık oldu.

Teker Teker Geleceğiz Yanına


"Gittin gideli yüzümüz hiç gülmedi,
Neler çektik bir bilsen...
Her tarafta sen, her taraftar sen,
Çok özledik Alpaslan Dikmen"


Alpaslan Dikmen'siz ikinci bayram. Önce onun, sonra sizin bayramınızı mübarek eylerim efendim, ellerinizden öperim. Hayırlı kavurmalar!

GS- Ankaragücü


Yüzde 90.3 pas yüzdesi, deplasmanda 0-3'lük galibiyet, Lincoln, Baroş, Kewell, De Sanctis. Maçın özeti bu aslında.

İlk yarı pek bir hareket yoktu maçta, Emreciksin'in 25 metreden vurduğu füze hariç. O top gol olsa çok üzülmem abi, nasıl bir şut o öyle. Gökhan'ı Beşiktaş ve Fenerbahçe istiyormuş, Cemal Aydın da 3 milyon dolardan aşağı vermezmiş. Cemal Aydın'a sonra geleceğim.

İkinci yarıda da ilk yarı gibi başladık aslında. Bülent Tulun da batırdı yine devrede. Kewell kaldıramazmış da çıksınmış, Lincoln zemini beğenmemiş, iyi ki beğenmemiş, çabuk pas yapıyormuş, Baroş çok durgunmuş. 60'a geldik, Lincoln inanılmaz bıraktı Baroş'un önüne, sağlam da vurdu Çek. Bundan sonra dedim, hani gol sonrası sendrom vardır ya, değerlendirip bir tuvalete gideyim dedim. Kalktım ayağa kapıdan çıkarken Melih bağırdı "gooooooool" diye, döndüm baktım Kewell. Tekrarı izledim, yine Lincoln ve o kondisyonu yetmeyen, "kaldıramaz" olan Kewell'ın füzesi sağ üst köşeye. Yetmedi iki dakika sonra, Lincoln-Kewell ikiye birlerle geldi, sol dipten kesti yine Cassio de Souza Soares, Baroş yine doğru zamanda doğru yerdeydi, üç oldu.

Peşinden rölantiye aldık gibi oldu, yine pozisyonlar vardı, olmadı. Deplasmandaki "kağbus" (Bahri Havadır) biraz daha söndü; her Avrupa maçından sonra puan kaybetme alışkanlığı son buldu.

Ayhan çok iyiydi, hiç durmadı. Üçüncü dakikada gördü sarı kartı. Burada bir şey var. Mesaj mı verdi hakem ne yaptı, ikili mücadelede düştü, ellerini açıp hakeme baktı Ayhan. Zaaaart diye sarıyı gördü. Sanki düştün mü ya faul ya aldatma diye bir şey var, öyle gösterdiyse. Eğer itiraz diye gösterdiyse, adam ağzını açmıyor, sadece ellerini açıyor. Hakemlere çok fazla yetki veriliyor artık, kart dedin göster, el açtın göster, ah dedin göster. Olmamalı böyle.

Sağ bek- açık pozisyonu da beraberdi, malum Sabri yoktu. Barış başladı, Aydın bitirdi. Orası da çok iyi işledi, ikisi de çok çalıştı.

Son bir not Lig Tv'ye: kardeşim adam gibi yorumcu bulun, lütfen yahu. O kadar para alıyorsunuz milletten, adam gibi yorumcuyla izleyelim bari maçları. Başta, devrede, sonda çıkıyor yorumcular, maçta yok, eyvallah ama yine de sıçıyor be abi. Bas parayı getir Meleke'yi, Demirkol'u. Zor mu bu kadar. NTV diyoruz, oradalar filan, ama önümüzde Kaan Kural örneği var, senelerce götürmedi mi hem SKYTürk (ki Lig TV'yle aynı grubun kanalı) ve NTV'de. İmkansız değil yani.

Ankaragüçlü Şerefsizlere: Ünal Karaman gibi bir hocayı, ağlatma seviyesine getirip, istifa etmeye zorluyorsanız, bütün maç ne olursa olsun başkanının annesine küfür ediyorsan, sırf İstanbullu diye karşı takıma küfür ediyorsan, takımın büyük takımla kafa kafaya oynarken hiçbir şekilde destek olmuyor, köstek oluyorsan, onaltıncı dakikada Bursa- Ankara çektiğiniz diğer Allah'ın belası takımla beraber soyunuz kurusun, sürüm sürüm sürünün inşallah. Adam olun şerefsizler, adam. Ünal Karaman'a da helal olsun, böyle adamlara ihtiyacımız var.

Kral Mı, Çömez Mi?


Haftasonu zaten, gerek bizim lig, gerek büyük Avrupa ligleriyle, bünye futbola doyacak-kaliteden değil, maç sayısından bahsediyorum. Bu haftasonu özellikle beklediğim bir maç vardı, o da cuma günüymüş "meğersem", ve hem cuma akşamı da dolacak, hem de muhtemel bir maç sıkışıklığı engellenecek haftasonu açısından.
Maçın tarafları, başlıkta da çaktırdığımız gibi, Bayern ve Hoffenheim. Şimdi bu maç gerçekten çok önemli. Hoffenheim şu anda lider. München ise, 3 puan gerisinde ikinci. Eğer Hoffenheim, buradan da bir galibiyet çıkartırsa, iş ciddiye binecek. Çünkü, hani sonuçta ne kadar dikkat çekici sonuçlar alıp liderliğe yükselseler de, bu yıl Bundesliga'ya yükselen bir takım Hoffenheim. Tökezlerse -bu maç veya sonrasında- kimse şaşırmaz. Çok örnekleri oldu bunun, bizdeki Sivas örneği de bunun bir benzeri değil miydi?

Ama olur da, buradan galibiyetle ayrılırlarsa -ki bu cidden çok zor- ben o zaman bağıra bağıra Hoffenheim'ın şampiyonluğunu desteklemeye başlarım ve onlar da daha ciddiye alınmaya başlarlar. Yeni çıkan takım filan evet ama, öyle maçlar aldılar, öyle maçlar çevirdiler, o kadar çok gol attılar ki, hiç de çaylak görüntüsü vermiyorlar. Ve ben, en azından ilk 4 içinde bitirebileceklerine inanıyorum ligi. Bu bile büyük başarı olacak onlar için. Bakalım nefesleri yetecek mi?
Gerçi daha önce, lige yeni yükselen bir takımın şampiyon olmasına tanık olmuş Almanya, ama yine de büyük olay olur bu. Kaiserslautern, 97-98 sezonunda, yeni çıktığı Bundesliga'da şampiyon olmayı başarmıştı.

Hoffenheim'ın bu çıkışı ben dahil birçok futbolseverin desteğini toplamış durumda. Umarım olabildiğince yukarıda bitirirler bu sezonu.

Gs-Hertha



Böyle maçların ardından insanın hiçbir şey yazası gelmiyor. İstiyorum ki sadece düşünüp düşünüp keyfini çıkartayım galibiyetin.
Ama elbet bir şeyler yazmak lazım.

Maçın daha başından belli oldu ki, yeni bir "Benfica" örneği izleyeceğiz. Hakikaten de öyle oldu. İlk yarıda 3-4 fırsat bulduk. En önemlileri de Baros'un karşı karşıyası ve Lincoln'ün yay civarında habire vurduğu şutlar oldu. Hele bir de, 4-5 dk civarı, devre arasına doğru, sol kanatta üçlü-dörtlü paslaşmalar mest etti.
Maçın yıldızı kesinlikle Lincoln'dü. Yani bilemiyorum, izlerken zevkten geberiyoruz. Yükseldikçe yükseliyor. Geçen seneki yokluğunu şimdiden unutturdu neredeyse. Bir de kaptanlık gazını aldı ki, allaah.

Tek olumsuz nokta, son kısımlarda, durumu daha ciddiye alıp, ya da daha istekli olup 2. golü atamamız oldu. Çok yakaladık defansı az adamla ama, ya geri döndük, ya da topu ezdik, fırsat kaybettik. Bunun bedelini pahalı ödeyebilirdik, çünkü gördüğümüz gibi, Hertha son dakikalarda çok tehlikeli geldi. Keşke 2 gol bulunsa da, o kadar sıkışılmasaydı. Bu durum da, daha sonra böyle durumlara düşebilmemiz ihtimaline karşın tecrübe olur takıma umarım.

Ortada oynayan Barış-Topal ikilisinden çok umudum yoktu. Nedeni belli, ikisi de yeni kendine geliyor ve, bu sezon neredeyse hiç yanyana oynamadılar.Bu çok önemli. Hele de böyle bir maça çıkıyorsanız. Ama iyiydiler. Özellikle Barış, son 2 maçtır korkutuyordu. Düzeldiğini gösterdi bu maçla. Böylece artık Ayhan'ı dinlendirme şansımız da olabilecek.

Golün penaltıdan gelmesi aslında olumsuz gelişme. Çünkü basit düşünecek olursak, penaltı dışında pozisyonları gole çeviremedik, ha geri kalan 20 dakikada atabilirdik belki de, ama yine de bu kadar iyi oyun karşılığında 70 dakika içinde gol bulmalısınız. Her zaman son böyle olmaz.
Baros'u çok sıkı tuttular, kimi zaman ikili geldiler. Ona rağmen iyiydi. Son 2 maçta attığı 4 gol, eminim onu daha istekli yapacaktır.
Arda ve Kewell vasattı diyebiliriz. Kewell kaç maçtır böyle ama Arda beklenmedik şekilde etkisizdi. Birkaç estetik hareketi yine dikkat çekti ama, genele bakınca o kadar değildi. Dinlendirse mi Skibbe, ne yapsa.

Bir diğer dikkat çeken nokta, düzelen Emre Güngör'ün, zorunluluktan da olsa, bu maçta da oynamasıydı-ki kısa sürede de katkı yaptı. Meira ve Servet, sezon başından beri maç kaçırmadı. Bu durum bir yerde patlak verecek. Emre şans bulmalı, defans rotasyonu dengeli bir şekilde dağıtılmalı ama, bakalım Skibbe dayı becerebilecek mi bunu?

Kapıl

Şu "karı-kız" ayağına kılık, saç-baş değiştirenler gerçekten çok komik oluyor. Şu "modern görünmeye çalışan kıro"lar ayrı. Onlar ayrı rezillik. Ben biraz daha "normal" olanları söylüyorum.
Demin tanıdığım bir elemanın resimlerine bakınıyorum. Maksat sosyolojik analiz.
Şimdi bu genç, "gangsta" takılıyor, veya takılmaya çalışıyor. Gangsta'lıktan anladığı da, biraz bol giyinip, arkadaş arasında çektirdiği resimlerde işaret parmağıyla makineyi göstermek-o poz apayrı bir yazı konusu ya, neyse.
İlerliyorum resimlerde, bir de ne göreyim! Amanın! Olabildiğince dar bir kot var elemanın altında. "Davayı satmış" anlayacağınız. O anda da hani belli, kızlar filan var, dışarı çıkmışlar.

Şimdii, "bana ne" değil mi elemanın giydiği kottan, yaptığı şeyden. Değil amına koym. Sapına, köküne kadar da ilgilendirir beni. Çok kızdırırsanız da gider döverim. Öhm.
Burda mesele şu;bu benim etrafımda da oluyor bu tip dönüşler. Kimse kimsenin yaptığına karışamaz, ama bunu da sadece birtakım zevkler uğruna ve, yıllardır savunduğu, arkasında durduğu şeyleri saniyesinde geride bırakarak yapıyorsa, bir yerlerde sorun var demektir.
Ol abi, dönek ol, tiki ol, emo ol istersen, git kestir transseksüel ol. Ama iki günlük zevk için, bir kıçıkırık kız için salak salak işler yapma. Sevdiğin, istediğin şeyi yap. Etrafın zorlamasıyla saçını havaya dikme;arkadaşın giydiği için göt çatalının altında başlayan pantolon giyme;millet yapıyor diye, "anadolu çocuğu" diye geçinirken, birdenbire göğüs kıllarını kestirme;sana tamamen tersken, etrafta duyuyorsun diye rap dinleme. Yapma amına koym. Sonra gerisi de geliyor, kayıp gidiyorsun. Bu işler ufak şeylerle başlar, ne olduğunu anlamazsın bir bakmışsın hayatın kaymış.

Ha evet, ben bunlardan şikayetçiyim, ama maalesef ki bu tip manevralar hakim günümüz gençliğine. Yüzde beşi bile kendi zevkleri-istekleri-düşünceleri yönünde ilerletmiyor kendisini. Hep "dışarıdan". Sonra sen bunun "birey" olup ülkesine, çevresine, dünyaya" hayırlı" bir şeyler katmasını bekliyorsun değil mi? Yarrak katar.

Böyle şeyler de işte, anca benim gibi salakların kafasını meşgul eder. Ulan, yapan adam farkında değil, onun umrunda değil. Siktir et. Ama işte...

Huntelaar Da...


Barcelona taraftarı ve Ajax sempatizanı bir futbolsever olarak, bu Real'deki Hollandalı artışı çok sinirimi bozuyor- bu artış pek bir halta yaramıyor, o ayrı mesele. Nicelikten bahsediyorum ben. Bir zamanlar biz Hollanda milli takımı gibiydik, şimdi Real aynen öyle. Hollanda'nın hücum hattını, yedekleriyle birlikte aldılar, bünyeye eklediler.
Bizde ise hiç kalmadı Hollandalı. Hani sembolik olarak bir tane bile yok. Hoca vardı, o kurtarıyordu, o da gitti.

Hepsini bırak, hani halen başımızda Cruyff var. İnsan bekliyor, lan alırlar 1-2 tane yeni yükselenlerden diye. Fos çıktı.
En kötüsü de sanırım, daha önceleri çıkan Rafael ve Sneijder'in Barçalı oldukları hakkındaki haberlerdi. Büyük ihtimal doğrudur bunlar-doğdukları yıl vs göz önüne alınırsa. Ama bunları duyduktan sonra da, bu adamların Real'e gitmesi... Evlat acısı gibi hacı.
Hatta evet, evlat acısı! Bunlar bizim çocuklarımız ulan. Hepsi Cruyff'ün veletleri değil mi bunların? Cruyff'ün çocukları da bizim çocuklarımızdır. Önermeyi de yapıştırdım, hadi bana eyvallah.

Hertha-Gs Filan

Gariptir, bugün Gs-Hertha (veya tersi, onla uğraşamayacağım, saat 6 amk) maçı olduğunu az önce farkettim, o da Ekşi'de başlığı görünce. Onu görmesem herhalde, ya maç saatine yakın, ya da gündüz kardeşimin "abi maçı nerde seyredicez"diye aramasından öğrenecektim. Öyle olunca da maçlar daha farklı izleniyor. Sanki haftasonu kanallarda gezinirken, karşına Dortmund-Hamburg maçı çıkmış gibi. Bir maçı, kafada hazırlanıp izlemekle, zart diye denk gelmek çok farklı şeyler. Evet, ben çıkıp oynamıyorum belki ama, taraftarlıktan mı, takımı çok sevip kendinle bir tutmandan mı bilmem, insan onlar kadar yoğun tutuyor kafasında maçı. Belki de samimi taraftarlık bu. Bir pas hatası yapınca, az önce gol atan adamın eşine-çocuğuna saydırmak gibi değil.
Bunun sebebi maçın alışılanın dışında çarşamba günü oynanması değildir tabii ki. Belki de son zamanlardaki sallantılı gidişatla alakası vardır. Durum çok kötü olmasa bile, hani tam olarak "güven" sağlanmış değil. Hep bir "kriz ortamı". Veya önceden tarihlere bakmadığımdandır sadece, ama bu kadar yakın olan maç tarihinin kafamda yer etmemesi ilginç gerçekten. Çünkü normalde -hele de önemli maçsa- aylar öncesinden düşünmeye başlarsın.

Doğal olarak maçta "evsahibi avantajı" bizde.Bu da tam komedi aslında ha, evinden bilmemkaçyüz km uzakta maçın var, ama Asy'den daha olumlu ortam neredeyse. Akla hemen 03'deki Westfalen'de oynanan Juve maçı geliyor. Çok feci maçtı. Özellikle de, Gs'nin ligde kötü olduğu zamanda bile, Avrupa maçlarına nasıl konsantre olabildiğini tekrar görmek açısından.

Çok salak bir vaziyet var, 6 puandayız. Grup lideriyiz, ama tedirginiz. Ulan geriden gelmenin avantajı bu işte. Sadece kazanmaya odaklanıyorsun, sorun kalmıyor. Böyle ileride olunca da, ayrı dert. Bok mu var, Benfica'yı dışarıda yeniyorsun(Bkz. Türk insanının tatminsizliği). Bu durumda insan "keşke o maçı kazanmasaydık" diyor. Zira o zaman, içerdeki Metalist maçına ve bu son maça ayrı motive çıkacaktık. Ve Türk insanı ve takımlarının "yumurta kapıya gelince" felsefesi uyarınca da, işi halledip, bir sonraki turu bekleyecektik. Şimdi daha beter! Ama allahtan maç "içeride".

İşin "taktiksel" ve "kadro" analizine hiiiç bulaşmayacağım. Hani hal ve gidişat çok kötü değil ama, yine de kazanmalı ki, liderlik garanti olmasa bile (ki sanırım alırsak garantiye yakın olacak) olasılık artar, tur da kesinleşir.

Bir de, yav ne zamandır şöyle "ağız dolusu" bir Avrupa golüne sevindiğimi hatırlayamıyorum. Nedense hep yarım-yamalak oluyor. Hani bir L'Pool-Gs maçı(2-3)(Bu maçta 3. gol gelseydi, yemin ediyorum televizyonu filan duvara çarpacaktım, olmadı kendimi aşağı salacaktım, ama...), bir Sociedad-Gs(03-04 gruplar son maç, 1-1), bir Gs-Bilbao(2-1, son dk, Hagi...) maçındaki gibi. Olympiakos maçında bekledim, olmadı pek o. 2. Steaua maçında beklemiştim, maçın başında Kewell'ın vole girmeyince, hiç olmadı sonra. Şöyle karşındaki adama yumruk atarcasına sevineceğimiz bir gol olsa yarın. Hele de son dakikalara doğru. İyice sıkışmışken.
Bu sefer "romantik" bir yazı oldu ama, saattendir be hacı.