Şimdi malumunuz, Ata'nın yaptığı birçok şey, anlaşılmamış vaziyettedir. O yüzden şimdi bu haldeyiz. O "şey"ler anlaşıldıkça, düzlüğe çıkışımız daha kolay olacaktır.Burnumuz boktan kurtulacaktır. Olacak, inanıyoruz.
Geçen cuma arka arkaya yazdığım yazıların birinde bahsetmiştim Ata'nın tekliğinden, az önce okuduğum bir röportajda gene bu konuyla ilgili birtakım cümlelere rastlayınca, hemen blog'da paylaşayım dedim.
Röportaj Akşam gazetesi'nden. İshak Alaton'la. İlk bölümü toptan alıyorum, o kısmı tek başına koysam anlaşılmaz çünkü.
Referans’ta Osman Öndeş’in bir yazısı çıktı. Ofer’in Londra’daki Deniz İşverenleri Derneği’ne 48 milyon dolar verdiğini yazıyordu. Deniz Müzesi kurulması için. Yani sırf bir müze kurulsun diye 48 milyon dolar veren bir adam! Peki Ofer kim? Burada dayak yemiş bir adam. Ben de bir müddet önce Tophane’deki İstanbul Modern’i gezmiş, etrafın durumunu görmüştüm. O yazıyı okuyunca içim cız etti.
Evet, onun yerine rezillik, mezbelelik vardı. Bir de tesadüfen bir kruvaziyer gemisi duruyordu ben geçerken. Şık kadınlar gemiden iniyor, o çöplerin içinden geçiyorlardı. O görüntü bir şoktu benim için. Bu ayıbın ben de bir parçasıyım diye düşündüm.
Sana açıkça söyleyeyim: Ben Sami Ofer’i hiç tanımadım. Fakat oğlu iki kez buraya geldi. Londra’da yaşayan çok saygın bir işadamı. Bana Yahudi düşmanlığını kastederek, “Siz saygın bir işadamısınız, başarmışsınız ama zorluklar yok mu?” diye sordu. Yalan söylemeyi tercih ettim ve yok dedim.
Ben Atatürk’ü tanıdım. Çocukken karşılaştık. Onun zamanında böyle bir ayrım yoktu. En azından onun kafasında yoktu. Ama Atatürk’ün etrafındaki bazı kişilerin bizlere, yani “ötekilere” müthiş reaksiyonları vardı. Onlar neticesinde Ankara’dan valiliklere talimatlar gidiyordu, taciz edin diye. Bu, zamanla bilinçli bir devlet politikası haline geldi.
Bu söylenenler çok önemli. Gördüğünüz gibi Alaton, Ata'nın zamanında şimdi bahsedilen tip bir "ayrım" olmadığını ama, çevresindekilerin buna meyilli olduğunu söylüyor. Bu işte, hem Ata'nın yalnız olduğunu söylememizin haksız olmadığını, hem de Ata sonrası vaziyetin neden değiştiğini gösteren bir örnek.
Şöyle bir bölüm de var.
Şöyle bir şey var: Başarılı olmuş bir Musevi ise “Türk” diyorlar, kötü bir şöhreti varsa Musevi. Mesela Malki için Musevi diyorlardı. Ama Malki’yi öldürene Müslüman katil demediler. Ben de katilin isminin altını çizip oraya “Müslüman asıllı” yazıp gazetelere gönderdim. Bu mesaj alındı. Artık dikkat ediyorlar.
Böyle bir sorun da var. Yıllar boyu gazete ve dergilerde, özellikle iş dünyası ve magazinle ilgili bölümlerde hep değişik isimler gördük. Garibimize giderdi. Yıllar sonra bu kişilerin aslında gayri müslim, çoğunun da Yahudi olduğunu öğrendik. Ama öyle bir hava vardı ki, biz onları normal sünni müslüman Türk olarak biliyorduk. Sonra bu kişilerin kim olduklarını, ne kadar önemli olduklarını da öğrendik. Sonuç olarak bir ayrım var. Hala var. O magazin dergilerinde hala aynı hitaplar. İnsanları yanlış yönlendirmeler.
Röportajdan önemli bir bölüm daha:
Evet. Toplumun içinden gelen bir üstünlük iddiası var. Bir de kabul etmek lazım ki elindeki hamur çok eğitimli değil. Dış dünyayla çok ilişkin olmayınca kendini bir aidiyete vererek güvende hissediyorsun. O aidiyet de Sünni İslam.
Evet. Güya bütün inançlara saygılılar ama, alttan alta da bir "yabancı düşmanlığı" veya "ayrım" yok değil. Bu ülkeyi kuran adam böyle düşünmüyordu ama bu hale geldi işte. Düzelecek.
Bu neye benziyor biliyor musunuz, Ata sonrası yıllar boyu gelen partiler, iktidarlar, hep Atatürk'ün yolundan gittiklerini, onun izinde olduklarını söylediler. Ama öyle mi oldu? Hayır. Aksine Atatürk'ün attığı temelleri yıkmaya çalıştı orospu çocukları. Aynı o hesap işte. Söylenen ve yapılan farklı. Türk halkı bunu bir an önce öğrenirse iyi olur. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Türkçe'deki en harika sözlerden biridir bu. Ve aşırı doğrudur. Öyle böyle değil. İşte bu söz, hayattaki her şeyde olduğu gibi siyasette de geçerliliğini korumakta. Hem az önceki mesele, hem de Akp'nin yaptığı her şey için.
Böyle yani.
0 yorum:
Yorum Gönder