Dövme




Timoti


Lö Fırans Dö La Basket


Bunu biliyoruz. 07 finalleri'nde Henry Parker'ın yanına gelmiş ve hem o heyecanı yerinde yaşamış, hem de hemşosuna destek vermişti. Ama işin içinde Turiaf'ın da olduğunu ben bilmiyordum. O vakit gördüysem de unutmuşum besbelli. Az önce bir sitede dünkü maç sonrası görüntüleri izlerken, uçakta Turiaf'ın Henry'nin yanında oturduğunu gördüm. Acayip hoşumuza gitti. Tabii Warriors'ın play-off'la filan alakası pek olmadığından, Turiaf da farklı mecrada fink atıyor. Konuyla ilgili yine fotoğrafımız yok, ama ilintili bir şeyler bulduk.
Parker'ın Barça'lı olabileceği tahmini zor bir şey değildi ama, Deron'ı da saflarımıza kattık, mutluyuz. Zaten Kobe de bizde. Hobaa.

Çadır Karışık


Eddie House adamı deli gibi atıyor. Sağ köşeden soktu yine bir tane. Şut girdi, bu indi aşağı. Biraz sonra Rafer Alston bunun kafaya bi' tane yerleştirdi. resmi maalesef bulamadık, elde bu "horozlanma" görüntüleri var yalnızca. Neden vurduğu bilinmiyor. Ama sebep de olmayabilir;zenci işte. Eser vurur.

"Yok Kardeş Öyle Değil"


İki post altta bahsettiğim dalganın tam resmi.

Ders

Alex Ferguson ‘efsane’ olduğu kadar ilginç menajer. Takımını öyle bir motive etmiş ki, Fletcher’ın maç 3-0 giderken yaptığı penaltıyı anlamak mümkün değil. Bu nasıl bir egodur.. Artık maç kaybetmek değil, gol yemek bile onları mutsuz etmeye yetiyor. Fletcher, 2000’de UEFA’ya uzanan G.Saray’da kırmızı kart gören Emre’den hiç ders almamış belli ki.

Yukarıdaki sözler Vatan gazetesi'de sanırım yeni yazmaya başlayan Ali Gümen diye birinden. Yazarken kafası mı güzeldi, birinin akrabası, eşi dostu filan mı. Bilinmez. İroni yaptığını da hiç sanmıyorum.

...-2




Bu Kobe adamını bana biri açıklasın.
Maçtan önce yorumcuya gidip diyorsun ki: "Doug, maça öyle hızlı başlayacağım ki şaşıracaksınız. Bu maçı kaybetmeyeceğiz."
Çıkıyor ilk çeyrekte 15 sayıyı bırakıveriyor Rockets potasına. Maç boyunca play-off'un ne olduğunu hatırlatırcasına parmağında oynatıyor Rockets oyuncularını.
Artest'in ne çeşit bir adam olduğunu biliyoruz. Maç boyunca dirsek, omuz çalıştı Kobe'ye. 4. çeyrekte KB24'de ona bir dirsek çaktı, gitti ağladı hakeme Artest. Sonra da Kobe'nin üstüne yürüdü. Mamba takmayınca iyice sinirlendi etrafa saldırmaya başladı, hakemler de Crawford ve Stevie olunca maçı erkenden tamamladı. Kobe iki pozisyon sonra yanından patlayarak geçip şutu patlattığı Battier'e dönerek "sen misin lan beni savunacak" gibi bir hareket yaptı, teknik faul aldı. Peşinden gelen hücumda yaptığı şey de inanılmazdı. Hücumun bitmesine 5 saniye var, Kobe "elbow" diye tabir edilen boyalı alanın üst köşesinde sıkışmış. İkili, üçlü sıkıştırma. Aradan topu panyaya atıyor, alıp turnikeyle tamamlıyor. İnsan mental açıdan bu kadar olgun olur, rakibi bu kadar iyi okur, ona oynar.
Maç sonunda bunların hepsini soran Craig Sager'a cevabı şuydu Bryant'ın:
"Play-offlardayız. Basketbol oynuyoruz. Kaybetme lüksümüz yok. Bana karşı sert oynayan adama karşı ben de sert oynarım. Bunda sinirlenecek, çirkinleşecek bir şey yok. Pozisyonu tek izlemekle olmaz, bütün maçı izleyin anlayacaksınız."
Bu adamı bu yüzden seviyorum, kazanmasını istiyorum.
Alakası yok ama bir reklamdan ağzıma takılan şarkıyla bitireyim post'u, Phil Jackson'dan Mamba'ya gelsin:

"Oh baby you... You got what I neeeeeeeeeeed..."

...





Finaldeyiz evet ama, herkesin Barça taraftarı olmasından fazlasıyla rahatsızım. Güzel futbolun yanındasınız tamam da, o çizgiyi aşmasanız bir de. Gole deli gibi sevinenleri de anlıyorum, tabii ki Barça-Man finali, bir Man-Çelsi final tekrarından yeğdir ama, "finalde sikicez Mençıstırı" olayına girince olmuyor işte... Efendi gibi "futbolsever" olarak kalsana, ne o 7 ceddin katalan'mış gibi ağızlar.
Yalnız olayın ne hale geldiğini gösterecek en büyük örnek de şudur, Ali Okancı'nın blog'undan:

23: 37 Beyler abartmıyorum. Babam aradı. Ağlıyor telefonda. Olamaz böyle birşey. Babam ağlıyor. Barcelona gol attığı için, Chelsea'nin çirkin futboluna sinir olduğu için bağırıyor sevinçten...

Hönk


El Classico manzaralarından. İlginç tabii. Sağdaki dayıya dikkat.

Altınsay

Buyrun efem:http://www.sporyazarlari.com/FFutbol/futbol-genel/ibrahim-altinsay/06-05-2009/sampiyonlar-liginden-affimizi-isteyelim/104524.aspx

Şehr-i Hüzün_Albüm Yorumu


Nedendir bilmiyorum ama, benim bir albümü özümseyip, iyice anlayıp kararımı verme sürem bayağı uzun. Aslında iyi oluyor, çünkü bir albüm veya şarkı hakında erken karar verip sonra tükürdüğünü yalamak kötü oluyor. Bir de uzun süre bekledik bu albümü, öyle olunca daha bir ihtimam gösterdik.
"Beklentilerimi karşıladı" kabilinden bir cümle söylemeyeceğim, çünkü belli bir beklentim yoktu, şu vardı ki, daha sert olabileceğini düşünüyordum. Olmadı. Belki diğer albümlerinde.
İlk göze çarpan, albüm fotoğrafları ve genel hallerinde de gözlemlenebileceği gibi, olgunlaşmaları. Müzikal açıdan olsun, özellikle şarkı sözleri açısından olsun, "olgunlaşma", bu albümle ilgili söylenebilecek belki de ilk kelime. Kendileri röportajlarda filan da bahsediyorlar, şehir değiştirmeleri onları çok etkilemiş. Ayrıca kıyafet vs. anlamında da kendini gösteriyor bu olgunlaşma. Tabii Efe'nin fötr şapkayla turntable başında dolanması çok abes ama, yapacak bir şey de yok.
İlk albüm çıkıp da, mecburi tür yakıştırmaları yapılınca, insanlar ilk olarak "nu-metal" demişti Manga'nın yaptığı müziğe. Halbuki çok daha farklı ve karmaşıktı onların yaptığı. Ve de nu-metal demek için, bahsi edilen müziğin daha sert olması gerekiyordu. Böylece geriye sadece "alternatif rock" demek kalıyordu. Bu albüm de öyle. Başka ne desek yanlış olur. Ekşi'de bir entry'de "post-modern arabesk rock" denmiş. Yanlış bir tanımlama sayılmaz. Bu, arabesk'in popüler müzik türlerine yaptığı etki hakkında uzun uzadıya bir yazmak gerek aslında. Sanıldığından çok daha derine tesir eden bir kültür Arabesk.
Albüm başlangıç ve bitişlerinde "Gün doğumu" ve "Gün batımı" isimli intro ve outro'lar var. Gün doğumu çok iyi, özellikle Ney kullanılması muhteşem. Albümde Ney kullanılması da müziklerinin olgunlaşmasının bir başka yönü olarak görülebilir(3-4 parçada var ney). Gün batımı'nın ise yarısı enstrümental, yarısı ise maNga hayranlarının ses kayıtlarından ibaret. Bu da hoş bir ayrıntı olmuş. Manga fan club üyeleri filan sanırım.
Toplam 5 enstrümental parça var 16 parçalık albümde. Albümün hareketli/tempolu şarkıları Evdeki ses, Sessizlik sona erdi, Hepsi bir nefes ve Dünyanın sonuna doğmuşum. Geri kalanları da olumsuz/duygusal şarkılar ki, albümün temelini bunlar oluşturuyor. Olgunlaşma ve değişim dediğimiz hadise bu şarkılarda anlaşılıyor esas. Dikkat çekici sözler mevcut bu şarkılarda.

İlk albümde yalnızca "esasen rap vokali yapan, bazı şarkıları da iyi söyleyen" kişi durumundaki Ferman Akgül "level atlamış" vaziyette bu albümde. Eğer Şehr-i Hüzün iyi bir albümse, bunda en büyük pay Ferman'da. Bu albümle daha çok takdir toplayacağı kesin.
Albümde çok fazla piyano/klavye kullanılmış ve bu da olumlu yansımış durumda. Özellikle Hayat bu işte'de doruğa çıkıyor piyanonun güzel kullanımı. Tuluyhan Uğurlu'nun prodüksiyon aşamasında desteği olduğunu duymuştum bir yerlerden.

Evdeki ses'in cover'ının yeni albümde bulunacağı kesindi, ama "bu şekilde" değil. Daha önce Rock'n Coke'da çaldıkları hali bu değildi Evdeki ses'in. Çok değişmiş. Kendi adıma, o düzenlemeyle olsa daha iyi olabilirdi sanki.

Sonuç olarak, iyi bir albüm Manga'dan. Etraftan gelen tepkiler de olumlu. Sevilmiş edilmiş, belli. Şahsen tek dileğim, 3. albüm ile arayı çok uzatmamaları. Bunu çok bekledik çünkü. O bekleyişe de değmiş gibi duruyor şimdi.

Bosh Ve Eşek

06-05-09

Antipati

Büyüdükçe daha itici oluyor. Hep karşılaştırıldığı Messi'den daha iyi olsa bile, şu tavırları yüzünden yeterince takdir görmeyecek. Herkes istiyor ve bekliyor. Şu final gerçekleşsin de, sonucu görüp herkes rahatlasın.

Mvp


"Chosen 1" projesi yolunda emin adımlarla ilerliyor ve ilk büyük hedefe ulaşıldı:Normal sezon Mvp ödülü. Önceki 2 All-Star ile birlikte toplam 3 Mvp'si oldu 'Bron'un. Jordan'ın 14 tane var Mvp'si. Bu elemanın olayı da MJ'i alaşağı etmek olduğuna göre, daha çok yolu var. Hele şampiyonluk olayını nasıl yapacak bilemiyorum. Göreceğiz. Yaş 24. En az 10 yılı var önünde.
"Kim olmalıydı" sorusuna da cevabımı vereyim hazır böyle bir post yazmışken:Benim oyum Wade'e. Ama hepimizin bildiği gibi, maalesef Mvp ödülü sadece kişisel performansa verilmiyor. Eğer öyle olsa, ödülün sahibi belli yoksa.

Oha

Sabah sabah, gerçekten çok ilginç. Yorum filan yapamam sanırım. Kısaca söyleyeyim, bir süredir blog çevrelerinde meşhur olan, yazılarıyla dikkat çeken F.Dutchman yazarı Joe Jonese Ateşdağlı, aslında bir sanal karaktermiş. Gerçi okuyan oradan da okur açıklamayı ama, ben yine de sizi şöyle alayım.

Semi


Bos-Orl maçını ekranın yarısını kaplayan "Mardin'de saldırı" yazısı ve sürekli değişen alt cümleler eşliğinde izleyince, doğal olarak maksimum zevki alamıyorsunuz. Terör saldırısı değilmiş bir de. Tam olarak belli değil henüz ama, hangi tanımlayamayacağım zihniyet yedi bu haltı, merak ediyorum.
Seri hakkındaki görüşüm, "her şey olur" gibisindendi. İlk maç sonu da zaten "öyle olacak" diyor. Bir tarafın "düzen"i yok. Ne oyun kurucu var(ki oyun kurucu "döktürdü" yine bu maç), ne top indirilebiln süperyıldız, esas oyun kuran adamının sağı-solu belli değil, büyük paralar döktüğün yıldız oyuncun da bir garip. Bu Magic oluyor.
Diğerinin ise en büyük güvencesi, manevi lideri yok. Benchten gelen en önemli potaaltı desteği yok, Scalabrine 30 dk'ya yakın süre alıyor. Rondo düşüşe geçmiş. Falan filan.
Yani "günlük performanslara" göre değişecek bir seri. Veya "anlık hatalar". İşte o hatalardan, hele de maç sonu abartısız binlerce oldu. Hele 35 saniye kala Hido'nun 8 saniye ihlali var ki...
İkisi de son periyot boyu ikramdan ikrama koştu. İhale Orlando'ya kaldı. Stan dayı gerçekten çoğu zaman kenarda dellenmekte haklı.
Magic 28-30'dan 65-37'ye bir seri yakaladı. Ama arkasından maçı koparacak hareketleri yapamadı;bir sürü boş şut kaçırıp, bir ton saçma-sapan top kaybettiler. Karşı taraf da "istemem kalsın" çekince, aldılar maçı. Böyle garip maç sonu görmemişimdir herhalde.
Bulls serisinin ilk 5 maçında bokunu çıkaran Rondo, döküldü bu maçta. Hatta bir faul atışı var. Hani anlarım, kısa gelir şut. Ama çemberin 1 metre soluna nasıl atılır ki, kafan nerde? Buna rağmen 2 asistle t-d'ı kaçırdı, öyle de garip. 7 top kaybı var.
Hidayet de yine vasattı. Ray&PP, 4/24 attı, nasıl seri geçsin bunlar.

Fazlasıyla kargaşa içinde bir seri olacak. 4-3'e yolu var.
Son olarak:Eddie House adamından ve 7-8 kişi rotasyon yapıp "yüzük istiyoruz" diyen takımlardan tiksiniyorum.

xxx

Diğer maç hakkında ayrıntılı konuşamam, izleyemedim. Ev içi konum ayarlayamama yüzünden. Gerçi linklerin sağı-solu oynuyor, garantisi yoktu ya, neyse.
Lakers sıçtı. Kısası bu. Sonlara doğru "Yao sakatlandı" dedi Hüseyin, ne kadar ciddi, bilmiyoruz. Kobe 31 şutta 32 sayı buldu. Nereye kadar böyle kastıracak, göreceğiz. Houston hiç beklemediğimiz şeyler yapabilir. Şaşırmamalıyız. Düşünsenize, Denver-Houston Batı finali görme ihtimalimiz var. Benim için sorun yok, Stern delirir.

Kırmızı Şeytan Ribery


Manchester United The Guardian'ın haberine göre Franck Ribery için 63 milyon paund teklif etmiş. Giggs'in sonunu görüp geleceğe yatırım mı dersiniz, Ronaldo gidici mi dersiniz, ne derseniz deyin. Ribery takviyeli Man U, ortalığı yıkar. Türk medyasında da ilk Lappappa'da haber, ona göre.

Azutabel Edum Kotas

Blog işinin hakikaten iyice boku çıkıyor. Bilen-bilmeyen, 2 tıkla açıyor blogu, hep şikayet ettiğimiz "bir şey bildiğini sanıp ahkam kesen" spor yazarı modelinin alt versiyonu ortaya çıkıyor bu şekilde. Biz yazmaya utanıyoruz artık. İyi de oluyor aslında, görüyoruz ne kadar biliyorlar.
Az önce bu furyanın güzel örneklerinden birine rastladım. Ne içmişlerse ondan istiyorum. Buyrun, yazı budur.

Hayal

Şimdi 'Bron'u filan boşverin de, çok büyük bir idealim var artık. İleride inşallah bir futbol dergisi'nde yazar olacağım. Orda böyle fıstık gibi yazılar yazacağım, böyle uzun uzun. Sonra bir de blog açacağım, oraya da dergi için yazdığım yazıları koyacağım. Hem orda işimi halledeceğim, hem de blog bir yandan yürüyecek. Nasıl, zekice değil mi? Piyasanın amına koyucam bu yöntemle.
Kimsenin aklına gelmemişti bu evet, çok zekiyim ben.

MVP

LeBron James kariyerinin ilk MVP odulunu aldi. Hayirli olsun, detaylar eve gecince.

D. Gezmiş

Sizce Deniz Gezmiş Marksist miydi?

Olabildiğince Marksist'ti. Ne kadar imkanı oldu da Marks'ı okudu ki...

BİZİM DEVRİMCİLER UCUZCU
O dönem, hareketin içinde olanların ideolojik altyapıları sağlam değil miydi?


Evet, değildi. Biz üniversiteye cahil geldik. Kemalizm'i de bilmiyorduk. Doğan Avcıoğlu öğretti, Nazım Hikmet öğretti... Ama şimdikiler bizden daha cahil. Kaldı ki devrimci olmak için Marksolog olmaya gerek yok... Sınıf bilinci yeter. Marksist değil, duyarlı olmak lazım. Bizim devrimciler biraz ucuzcu. Cebine bir tabanca koyan devrimci oluyor.

xxx

Deniz Gezmiş'in 68 hareketi içinde en yakınlarından olan Bozkurt Nuhoğlu'nun Vatan'daki röportajından. Eskiler farkındalığa sahip tabii, inşallah bu "kaldırım taşı anarşistleri" de ilerde akıllanır. Neye yarar tabii, o ayrı. Anca Nuhoğlu gibi hayıflanırlar. "Ne salakmışız lan biz" derler.

Lig filan

Demek ki bütün gün "abi Barça-Real maçından sonra bu çekilmez yaaa" şeklinde konuşmamak gerekmiş. Bir nevi göte patladı. 3 gol, 3'ü de kendi alanında müthiş. Önce harika bir aşırtma vuruş. Tabii öncesinde Gökhan Zan denen... tanım bulamıyorum ki abi adama. Neyse, onun "ayağının altından" geçen topa Güiza koştu ve çok iyi vurdu. Bu tek vuruşun güzel örneği. 2. gol desen, hakikaten Barça-vari bir gol oldu. Üstüste pas yaptı Fb, ardından Hızlı bir üçlü paslaşmayla çizgiye yakın alanda topla kaldı Bilgin ve sonra Semih'e uzattı çok güzel, Semih de tavana. Bu organize golün güzel örneği. Son gol de tam "one man show". 50 metre depar, sonra o da tavana. Direkten içeri.
Fenerbahçe bütün sezon nerdeydi, insan merak ediyor. O "şampiyonluğa koşan" Beşiktaş nerdeydi, o da diğer kayıp.
Diğer notları yazayım son olarak:

-Şu Rüştü'nün "yenilen gol sonrası itiraz" olayı bokunu çıkardı artık. Neyine itiraz. Zan adamı da kart gördü aynı pozisyona itirazdan. Sen hayvan kadar cüssenle Semih'ten darbe al savrul, ayağından top kaçır. Sonra itiraz.

-Gökhan Gönül abartısız "efsanevi" bir oyun oynadı. Sanırım hayatında ilk kez stoper oynadı ve top geçirmedi. Bir tane bile. Son dakikada da bir depar atıp hücuma çıktı ki, bir de gol attırsaydı, of of.

-Beşiktaş, ligin ilk 6 sırasındaki takımlara karşı hala galibiyet alabilmiş değil. Ve bu takım şampiyon olacak. Hey yarabbi lige bak.

-İlk iki sıradaki takımlar yenildi. Bizim gerizekalı Gs, bu hafta kazansa, yine ilk 2 için iddialı olacak. Onu bırak daha komiği, "şampiyonluk gitti" deyu hocayı kovan Trabzon, yeniden iddialı duruma geldi. Nasıl işler bunlar.

-Bir de ligin dibi var ki...

Vukuat





Maçla ilgili ne yazabilirsin ki daha. Ben sadece maç sırasında ve sonrasındaki brkaç izlenimi vs. yazacağım. Bir de maksat foto koymak, tarihi belge olsun. Nıhah.

-Hani bir Can Yücel şiiri var, Yeni Türkü besteleyip söylemişti de, "Başka türlü bir şey-benim istediğim-ne ağaca benzer-ne de buluta" der o şiirde. Ben de diyorum ki dünkü maça ithafen, "Başka türlü bir şey-benim izlediğim-ne ağaca benzer- ne de buluta". Daha ne olsun.

-Maç içinde tabii, Rıdvan da çok sevdiği için filan, söz birçok kez Messi'ye geldi. Bir pozisyonla ilgili de en sonunda şu tip bir şeyler söyledi:"Messi ordan... çok iyi yapar". O aradaki boşluk, bizim arkadaş arasında filan kullandığımız "ordan amına bile kor abi" nin devamıdır. Ama tabii Rıdvan hoca söyleyememiştir. Olsundur, biz anladık. Güldürdü hoca çokça zaten maçta. Her Barça maçını o yorumlasa keşke.

-Bu Real Madrid, Barça maçından sonra sadec 1 kez berabere kaldı. O da Madrid derbisiydi işte.(Orda da fena kurtuldular ya, ayrı. Salak damat) Bu takım La Liga'da 17 galibiyet-1 beraberlik almış peşpeşe. Yani 1 devreyi mağlubiyetsiz kapatmış, neredeyse hepsi de galibiyet. Bu takımın dün ne hale düştüğünü gördük. Sizce "sorun" Barcelona'da mı, yoksa La Liga takımları çok güçsüz de, o sebepten mi Real böyle bir seri yaptı. Daha çok ilki gibi. Aradaki fark çok büyük. Ki bir de "Barça'ya kaleci lazım hacı", "sol bek laızm dayı" deyip duruyoruz. Olmasın onlar da bir zahmet. Yeter bu. Bulmuş da kıllısını istiyor millet. Hep bir Galacticos merakı. "Buffon gelsin", gelmesin a.k, yok mu hiç Valdes-Buffon arası bir şey.

-Pek dillendiren olmuyor doğal olarak, bu galibiyet, bu dominasyon, bu zafer, Total Futbol'un zaferidir.

-"6" filan, feci. Evet. Ama görebildiğim kadarıyla izleyenler şunun farkında değil:Mesele 6 atmak değil, 6 pozisyonda da 6 gol atabilirsin (bkz. 6-2'lik Man-fb maçı), 3 gider atarsın, 3 de duran top olur. Formül çok yani, futbol bu. Amaa, Barça'nınki öyle değil ki. Bunun başında bir tane de "1"var. Aslında 16 veya 26 bu. Bu kadar ezilmez yani, yok böyle bir örneği daha gerek normalde, gerek büyük derbilerde. Bu konuda daha da aydınlanmanız için sizi şu yazıya yönlendiriyorum. Aslında bu da 4'te filan kalırdı da, 6 olması işin "El Classico"luğundan. cila yapalım dediler. Hem 100 oldu. Oh.

-Messi maçta bir nevi serbest gibi oynadı. Buna şeklen, Eto'o ve Henry'nin biraz arkasında, ortada da diyebiliriz-orta üçlü'nün önünde gibi belki de. Rıdvan hoca maçta "bu futbolcu refleksidir" dese de, bana Guardiola hamlesi gibi geldi. Chelsea maçını izleyenler anlar bu meseleyi.

-Dünya'nın hiçbir stadında, burada, yani Barnebau'da olduğu kadar hakeme baskı yapılmıyor tribün tarafından. O sessiz-sedasız oturan ahali, bir faul, bir haksız kararda nasıl galeyana geliyor. İnanılmaz. Çoğu kez subjektif olsa da bu reaksiyonlar, kimi kez futbolu bilmekle de çok ilintili olabiliyor-Nba'de de örnekleri var. Basitçe baksan "nerden görüyo lan o adam faulu taa tepeden" dersin. Ama öyle değil.

-"Raul ve Casillas'a üzülüyorum" diyenler var. Raul'ün nesine acıyacağız, bayrak adam diye mi. Burada acınacak adam, (kaçıncı kez hem de) Casillas'tır. Nba'de de böyle çok adam var "takım değiştirse keşke" dediğim. Iker de öyle. Yazıktır, 05-06'da da öyleydi az-çok ama, dünkü hal... tanımsız yani. Gitsin-mitsin desen de, adam oranın çocuğu, nereye gidecek. Çok az ihtimal. Ama keşke gitse. Bıkmıştır bu defansların arkasında oynamaktan. 6 golün 4'ün de yapacağı hiçbir şey yok. Hiç hem de. Hele Messi'nin 2. gol. Abov...
Şu hale bak abi, bildiğin "ızdırabını..." diyor adam.

1

Şu 1 Mayıs manzaraları hakkında bir şeyler karalamak istiyordum. Belki sadık(!) blog takipçilerimiz hatırlar, zamanında seri birkaç yazı yazmıştım bu "kolpa solculuk" ve "kolpa solcular" hakkında. Sağolsun Vincenzo abimiz resimler eşliğinde, kısa da olsa gerekenleri yazmış. Direk sizi o yazıya yönlendiriyorum. Çok tepem atarsa ben de bir daha sallarım burdan. Aklını-beynini siktiğim ergenleri.

7


Bir yandan 4. uzatma için dua ederken, bir yandan da 7. maça kalsın da Ntv veya Ntvspor 7. maçı versin diye dua ettik. 2.si oldu. İyi de oldu. Bu serinin hakkı 7. maçtır. Öyle bir tarafın kazanıp da seriyi bitirmesine bağlı maç yakışmaz bu serinin sonuna.
Ray Allen işin bokunu çıkardı, eğer son hücumda da topu alıp gönderseydi üçlüğü, bırakıp giderdik Nba'i de, basketbolu da. 18/32 ile 51 sayı. 9/18 üçlük. 29 sayı zaten ilk yarıda attı. Play-off'ta da iyice böyle azıtma dönemleri gösterdikçe, Nba tarihinin en iyi şutörü ünvanını yavaş yavaş alacaktır Ray. Yanlış bilmiyorsam bir play-off maçında yapılan en fazla üçlük girişimi rekorunu kırdı-18. İsabet rekorunun da sahiplerinden biriymiş-9.

Daha şimdiden bu serinin gelmiş-geçmiş en iyi 10 play-off serisinden biri olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Ne kadar daha büyüyeceğini de, 7. maçta izleyeceğimiz uzatma sayısı belirleyecek. 6 maçın 4'ü uzatmada bitti, ve 5 maçta da fark 3 veya altındaydı.
Bu seriden çıkan takımı Orlando'nun rahat eleyeceği tahminleri var, ki hiç katılmıyorum. Orlando'da düzen yok, Howard, Lewis filan kafasına göre. Hido desen formunda değil. Oyun kurucu kendi keyfinde. Şu Orlando bir yerde feci patlayacak amaa... Ne vakit.

Bir de şu Nba'in yeni sloganını zaten sevmiyoruz, üstüne her kelime veya kavramı sıkıştırmıyorlar mı içine... Bu maça da hazır işte, koymuş Enbieydatkom:"where overtime happens". Hadi ya. Bulmuşsun her yere çekilecek slogan, koy araya, senin de başlık işini görsün. Gitti güzelim "I love this game", kaldık böyle sikko laflara.

Son olarak da, sahadaki 60. dakikasını (evet 60) geçirirken, en kritik pozisyonda Rondo'yu bloklayan Rose'a ne demeli bilmiyorum.

Derbi-Maç 1


Bir yanda 10 kişi hücum eden Barça, diğer yanda 10 kişi savunma yapan Chelsea. Olmadı işte. Cruyff'ün de dediği gibi, futbolun en ilginç özelliği bilinemezliği. 90 dakika oyuna hakim ol, her şeyi yap;gol bulama. Ve de neredeyse bir pas hatasından gol yiyorlardı. O da olsa daha büyük bir hayal kırıklığı olurdu eminim, şükür olmadı. Drogba bizim kazmanın üstüne vurdu. Herhalde kırk yılda bir öyle kötü vurur, o tip bir pozisyonda.
Bu oyunu oynayan takım bu skora üzülmez. Bilir çünkü gerekeni yaptığını. En azından karşı taraf gibi sadece savunmayı düşünmüyor. Oradaki maçın atmosferi çok daha farklı olacak. Neden mi, şu sebeplerden:1. Malum, İngiliz stadları, futbol oynanabilirliği açısından en uygunları. Bir aklınızdan geçirin ve diğer büyük stadlarla kıyaslayın İngiliz stadlarını. 2. Malum, 2.maç. Her şey belli olacak. 3. İki takım son 5 sezonda 4. kez karşılaşıyor, ve bu iki takımın maçları artık bir "Cl derbisi" havasında.

Sonlarda Iniesta'yı sık sık yaptığı gibi sol forvete alabilirdi ama, Hleb'i yerleştirdi oraya Guardiola. Krkic'in 90'da kaçırdığı bomboş kafa vuruşu, 90 dakikalık dominasyona rağmen, en net pozisyondu hemen hemen. Alves'e "orta yapamıyo bu, Sabri gibi" diyenler de o ortayı izleyince utanmıştır sanırım.
Büyük ihtimalle 2. maçta bizi bu Liverpool'un 4-4'ler, veya 05-06'daki Barça-Çelsi rövanşı gibi bir maç bekliyor. Bu da iyiydi ama, sonuçta karşılıklı mücadele yok ki, biri geliyor, öbürü arkaya yaslanmış. Hiddink'in 90+4'de yaptığı Anelka değişikliğinin, Bülent'in Ankaraspor maçındaki Yaser değişikliğinden farkı yok. Ama zaman içindi sanırım.

Zeka

"sahada chelsea yerine isveç milli takımı vardır.

halbuki mavi daha bi güzeldi..."

Bu entry Çelsi-Barça maçı başlığından. Hiç mi aklına gelmez maviyle bordo-mavi çakışır mı, karışır mı diye. Behey zekasız. Bu bir de "futbol bilen" adamdır ha. Şu Türk insanı forma meselelerini hiç anlayamayacak. Birçok şeyi olduğu gibi. Ulan çok mu zor ya.

Muhammed Suiçmez


Bu adamı tanıyor musunuz? Büyük ihtimalle hayır. Onun yeteneğinde ve seviyesinde bir (müzisyen filan diyemem onun için) sanatçının bu kadar az tanınması, sanırım ülkemizin veya toplumumuzun en büyük ayıplarından biri. Lafı geçti mi, "Türkiye'den bilmem ne çıkmaz" diye atması kolay. İşte bak, çıkabiliyormuş. Belki Türkiye doğumlu değil, olsun. Benle aynı topraklardan çıkan bir adam, böylesine güzel ve büyük işlere imza atabiliyorsa, gerekirse uzayda doğsun. Ben guru duyarım, millet ne düşünürse düşünsün.

Muhammed Suiçmez, Necrophagist adlı technical death metal grubunun kurucusu ve beyni. Grupta gitar ve vokali(brütal) üstlenmiş durumda. Ama herhangi bir gitarist değil. Hangi müzik türüyle ilgileniyorsunuz bilmem, hatta müzikle ilgileniyor musunuz, onu da bilmem, ama bu adamı bir izleyin ve dinleyin. İnanılmaz. Yani zaten kendisini takip edip sevebilecekken, bir de Türk olduğunu düşündüğünüzde...
Kendisi için "hiç tanınmıyor" demeyeceğim. 2 örnek vereceğim sadece. 1-Ekşi sözlük'te onun için yazılmış sadece 21 entry var. Ki gidip bir sürü salak-saçma grup veya sanatçının başlığına baktığınızda, ne methiyeler görürsünüz. Ama o adamlar, Muhammed Suiçmez'i tanımıyor;veya tanıyor da kaale almıyor. Her türlü rezalet.
2-En yakın arkadaşlarımdan biri sıkı bir metal dinleyicisi. Hemen hemen her grubu tanır eder. Bir şey merak ettiğimde filan sorarım ona, danışırım. Ona sordum Suiçmez'i, "tanımıyorum" dedi. İnanamadım.

Bu tanınmamazlığının sebebini ben (en azından kendisi hakkında araştırmalarım neticesinde) mütevazı olması diye açıklayabilirim. Demeç ve röportajlarını okuduğunuzda, kendisinin şan-şöhret gibi bir derdi olmadığı açıkça görülüyor. Bunu albümlerin çıkış tarihlerine bakarak da anlayabiliriz. Uzun aralıklarla.

Şimdi de maddeler halinde onunla ilgili bazı bilgileri yazacağım. Korkunç şeyler var:

-M. Suiçmez, gitar çalmayı kendi kendine öğreniyor! Böyle bir gitar dehası, bu işi kendi başına çözüyor. Ne demeli bilmiyorum.
Babası, aldığı ilk gitarı parçalıyor.(bkz. Türklerin sanata desteği) O pes etmiyor, para biriktirip bir daha alıyor. Gizli gizli çalışıp kendini geliştiriyor.

-17 yaşında Necrophagist'i kuruyor. 18'ine girdiğinde, yıllar sonra yayınlanacak olan Onset Of Putrefaction isimli albümünün tüm sözleri ve gitar riffleri hazır halde bulunuyor.

-99 yılında bu albümün yayınlanmasına karar veriliyor. Ve kayıtların hepsini M. Suiçmez yapıyor. Vokal ve gitar zaten kendisi, bası da o çalıyor. Davulu ise Drum Machine ile hallediyor. Günde 12-15 saatlik bir çalışma ile bu kayıtları bitiriyor. Bütün albümü kendi başına yapıyor yani. Burzum örneği gibi bir nevi.

-Ibanez'in onun adına ürettiği bir gitar modeli var.

-Kendisi Decibel dergisi tarafından, Dünyanın en iyi 20 gitaristi içinde 12. sırada gösteriliyor. Onun tepkisi ise şöyle:"Ben bu tarz şeylerle hiç uğraşmıyorum. Zaten bunlara çok takılırsanız işinize odaklanamazsınız. İnsanlar böyle başarısız oluyor. Decibel dergisi dünyada çok saygın yeri olan bir dergidir ama bunları reklam konusu haline getirirsem işime konsantre olamam. Kısacası böyle şeylere çok kafayı takmayacaksın."

-Metal müzik çevrelerinde Chuck Schuldiner ile kıyaslanıyormuş. Ki Schuldiner, metal müzik tarihinin en büyüklerindendir.

Ayrıca Ekşi'de onun başlığında uzuun bir röportajı var. İsteyenler, merak edenler okuyabilir. Daha iyi tanıyabilirsiniz onu.
Ben kendi adıma, onun ismini bu kadar geç duyduğum, onu tanımadığım için utanç duydum. Görünüşe göre ülkemizde Metalci geçinenlerin birçoğu da tanımıyor onu. Ne desek, kime suç bulsak ki.

Çöküş


8 yıl üst üste play-off, 7 yıl üst üste 50+ galibiyet, 6 yıl peşpeşe Doğu Finali. Sonra mı? Sonrası şöyle:

Billups:Abi bakın, ben gidersem yarraa yersiniz. Gidin ikna edin şu adamı. İyi-kötü kaç senedir birlikteyiz, alışmışız, 2-3 sene daha böyle gideriz. Böyle fırsat kaçırılır mı. Millet senelerce takım kurmaya çalışıyor, bizim pezevenk Joe da Ivy uğruna takımı bozma peşinde...
Sheed:İyi de abi, dinlemez ki bizi.
Dice:Abi dinlettirin ya, ben de güme gidicem valla arada.
Rip:Aramızda en küçük Tayshaun, bizim Gm ufaklıkları sever. Onu yollayalım!
Tayshaun:Ya bana ne yaa!!

Takas

Xavi

Anarşist Devlet


Önce şu linki okuyun:http://www.sabah.com.tr/haber,07395CD9CFB4437EAC5760AD9B931840.html

Şimdi "Mülk Allah'ındır" demek, "Mülk hiçkimsenin" demektir. O da bizi nereye götürür, anarşizme! Yoksa Devlet Bahçeli aslen anarşist de, gizli bir görev için parti başkanı numarası mı çekiyor. Hazır Mhp'nin de oyları artmışken. Yoksa ülkeyi anarşizme mi götürecek... Lan!?

Clutch



Hido'nun son saniyeleri, hatta son periyotları ne kadar iyi oynadığını biliyorduk. Ama bunu bu gece tam olarak tasdikledi kendisi. Tamamdır artık. Bu işi ligde en iyi yapan 4-5 adamdan biridir. Ki bir tanesi de maçta rakibiydi. Karşılık veremedi.
Bu arada Phila koçunu da kutluyoruz. Maçı satmıştır.

Cruyff


Az önce gördüğüm bir entry, bu postun yazılmasına sebeptir. Malum, çok tartışılan bir konu. Geçen ay mı ne, 4-4-2'da da vardı. "Pele mi Maradona mı"? Benim cevabım 4-4-2'ya İbrahim Altınsay'ın verdiği cevabın aynısı, ama yine de bu ikisinden birini seçmeli, biliyorsunuz. Futbol dünyasının en büyük 4-5 çıkmazından biridir bu. Bayağı da devam eder. Bahsettiğim entry şu:


eric cantona'nın mükemmel bir ifadeyle anlayan için sonsuza kadar bitirdiği karşılaştırmadır;

"maradona her zaman en iyi olacak.aralarındaki en can alıcı fark maradona'nın etrafında iyi oyuncuların olmaması ve takımı tek başına sırtlamasıydı.eğer maradonayı arjantin'den çıkarsaydınız 1986 da o takım asla dünya kupası kazanamazdı.fakat brezilya pele olmadan da kazanabilrdi."

ayrıca maradona italya 90 da napolideki italya-arjantin maçından önce "sizi şampiyonluklara ulaştıran beni mi yoksa size hayvan muamelesi yapan italyanları mı tutacaksınız" diye buyurmuş ve beklediğini almış efsane bir oyuncudur,pele ise tam anlamıyla düzenin adamı olmuş,kravat takan politik bir palyaçodan fazlası değildir.

...

Bu söylenenlerden sonra, tartışma bitmiştir aslında. Ama insanoğlu işte. Elbet objektif olamayıp, "şudur en iyi" diyenler çıkacaktır. Ama tarafsız göz için, olay budur zaten. Pele sistemin adamı olmuştur, Maradona ise, çok takdir etmesem de bu yönünü, isyankardır, harbidir. İçtendir. Ne gelirse söyler.
Maradona kadar filan izlenmese de, Pele'nin nasıl, ne tarz bir oyuncu olduğu bellidir az çok. Ve onu esas meşhur eden milli takım maceralarında her zaman Brezilya çok güçlü olmuştur. Ve de bildiğim kadarıyla Pele'nin Maradona'nın Napoli macerasına benzer bir icraati yok. Maradona gerek 86 Arjantin zaferi olsun, gerek Napoli serüveni olsun, hep olmazsa olmaz unsurdur. Onu çıkarın, hiçbir halt yapamaz o takımlar.

Yukarıda "İbrahim Altınsay'ın verdiği cevap" demiştim. O cevap Johann Cruyff'tür efem. Dünya futbol tarihinin en büyük şahsiyeti Johann Cruyff'tür. Ama maalesef bu gerçeğin, çok az futbolsever farkındadır. Bunun da sebebi, o "futbolsever"lerin, aslında futbolsever olmayıp, başka bir şey olmasıdır. Ona da geleceğiz.

Mk

Barça berabere kaldı. Spurs 1-3 oldu, Nba tarihinde 1-3'ten dönen 8 mi 9 mu seri ne var. Gs desen, ayrı alem. Gene Uefa'dayız. Bari bu adam gitse. Böyle aşkın ızdırabını ben...

(...)

Maçın sonları. Böyle bir rahatlık var, garip. O taraf gidiyor, bu taraf geliyor filan. Bizimkiler atmak istemiyor, hoca zaten oralı değil. Koruyayım da ne olursa olsun. Gelen fırsat da kaçırılıyor, 3'e 2 filan. Sonra "saç düzleştirici" katkılı Topal kaleciye doğru tıngır mıngır giden topu kornere atar.
Sonra gel de "oyuncunun saçına başına takılmayın kardeşim" lafını kaale al. Biri gece kulübü açar. Diğerinin en büyük derdi kıvırcık saçını düzleştirmek.
Yine de alabilirdik. Futbolun güzelliği mi diyeyim, götlüğü mü diyeyim, yedikten önceki pozisyonlardan birini atsak, veya yedikten sonra efendi gibi orta açabilse Şaş efendi, yine yenebilirdik.
Ama, ama...
Şu açıdan iyi oldu bu puan kaybı:artık beklentimiz yok. Yani biliyorsunuz, hala içten içe şey vardı, "lan 6 puan var, Bjk ve Sivas ile maç var, olur bir şeyler belki" düşüncesi. O bitti. İyi de oldu. Bazen puan kaybı iyidir. Gs tarihinin en iyi kadrosunun ucundan şampyonluk şansı olması işkencesine daha fazla maruz kalmayacağız. Tabii Gs gerçekten "sikinde olan" taraftar için böyle bu. Maç bittikten sonra "Çok güzel hareketler bunlar"ı açıp kahkahalarla gülen orospu çocukları için değil.

Hasan ve Bülent, futbolculuk kariyerleriyle birer Gs efsanesi. Ama sanırım bu "efsanelik zamanı", her ikisi için de geçen sezonun sonunda bitti. Artık değil cepten yemek, Gs taraftarının nefretini kazanma istikametindeler.

Şampiyon Takımın Kaptanları


Dünya küçük. Dün gece samimi arkadaşlarımdan biri FRAME isimli mekandaymış. Bilen bilir bu mekanın kimin olduğunu. 6 tane Galatasaray'lı futbolcu gece saat 3'e kadar oradalarmış. İsim vermeye gerek yok, zaten az çok belli kim oldukları. İlk yarıda bir tane kötü orta yapan Balta'dan sonra ekrana gelen iki adam vardı, kaptanlar. Suratını ekşite ekşite sallıyorlardı arkasından. Sonra ikisi de oyuna girdi, eze eze bitiremediler. Sonra da şampiyon olacağız, tabii. En garibime giden de golden önce Topal'ın tripleri. "Kapa çeneni Morgan tamam mı?" E sen kalecinin eline giden topa vur, sonra da... Bırak Allah aşkına yahu. İçeride Ankara'yı yeneme, sonra şampiyon ol.
Bu takımın kaptanları başta olmak üzere, teknik direktörü ve menajeri dahil hepsi kabahatli. Yılda 3.5 milyon dolar alan topçunu oynatamıyorsan yazıklar olsun sana Galatasaray. Bundan sonra da "hepsini yenersek bilmemne.." diye maval okumasın. Hadi selametle.

Hönk



Ben hala inanamıyorum, okuyanlar ve/veya duyanlar da öyle olacaktır. Mersin Büyükşehir Belediye'li Chris Lofton, Casa Ted Kolejliler ile oynadıkları ve 116-70 kazandıkları maçta, 17/22 üçlük, toplamda 21/28 sahaiçi isabeti ile 61 sayı atıyor. 17/22. 17. 17 üçlük. Tbl'de.

...

İlk olarak bu hayvanlığı okuduğumda aklıma şu cümleler düştü:"lan bir eleman da 13 üçlük atmıştı, kimdi ki o". O da kendisiymiş efem. O maçta da 13/20 atmış, 47 sayı. Kazanmışlar tabii. Ben bilemiyorum ne denebilir daha.
Araştırmayı da yaptık tabii hemen eleman hakkında. Bu sezon "tibiel"i doğu düzgün takip edemediğimiz için, uzak kalmışız ona da. Kendisi Tennessee çıkışlı. Drafta girmemiş, Ahmet Kandemir getirmiş onu memlekete. Ve de en garibi, Türk vatandaşlığına geçecekmiş Lofton. İnanılmaz.
Bundan sonra kendisinin oynadığı maçları izlemek için özel çaba göstereceğim sanırım. Bir de milli takımda oynama durumu gerçekleşirse, of of.
Kendisi iyi bir şutör olarak biliniyormuş zaten, rekoru filan da varmış. Hatta Sports Illustrated'a kapak olmuş. Bilmiyorum Nba'e uçar mı. Böyle hayvani bir şutör herhalde bir yere kadar gözden kaçırılır.

Bir not eklemek istiyorum bu arada. Ntvspor.net'te maç haberinde, ufacık da olsa bu hayvanlık hakkında bir şeyler yazılmamış. Sadece işte skor dökümü'nde 61 yazıyor adamın yanında. Kafa güzeldi sanırım o haberi geçerken, 16 sandılar. Gerçekten garip.

Bu arada deştikçe neler öğreniyoruz. Lofton'ın bir yandan da trajik bir hikayesi varmış. Üniversite'deki son sezonunda testis kanserine yakalanıyor. Erken teşhis ve kemoterapi sayesinde bu illetten kurtuluyor. İyi ki de kurtuluyor. Böyle gelecek vaad eden bir oyuncunun, henüz üni. son sınıfta kanser yüzünden basketbolu bırakması, herkesi üzerdi.

Bizim ligimizde oynayan bir oyuncu hakkında bu bilgileri geç öğrenmeyi, açıkçası kendime yediremedim. Duymamışız demek ki hiçbir yerden de. Ncaa'i filan daha çok takip etmeli sanırım.

Lofton bu 61 sayısıyla, 2000'li yıllarda Tbl'de bir maçta en çok skor üreten oyuncu oldu. Üçlük rekorundan zaten bahsetmiyorum. Bir de sanırım, Erman Kunter'in şu hayvani 153'ünden sonra ulaşılan en yüksek skor.
Bir de kendisiyle ilgili Ekşi'den ulaştığım bilgiler var, onları da kendisinin çapının anlaşılması için sunuyorum efem.

Lofton, 07'de All-American 2. takımına seçiliyor. O takımda aynı zamanda Jared Dudley, Greg Oden ve Joakim Noah var. 3. takımda ise Aaron Brooks, Al Thornton, Aaron Gray, Al Horford ve Jeff Green. Bu isimlerin Nba açısından ne ifade ettiği herkesin malumu.
Geçen sene ise 3. takıma seçiliyor. O takımda da Derick Rose, Eric Gordon ve Brook Lopez bulunuyor.
Yani bahsettiğimiz adam, gerçekten Ncaa'in sayılı oyuncularından ve Nba'de iş yapması beklenen oyunculardan biri olarak görülüyor. Ve bu adam şu anda bizim ligin altını üstüne getiriyor. İlaveten de Türk olup, milli takımda oynama ihtimali var. İnanılmaz.
Burnumuzun dibinde ne duruyor, haberimiz yok.