Gelenek


Takımların kendilerine has forma tasarımları vardır. Ana formaları odur, kendi evlerinde ve dışarda bir mahsuru olmadığı zamanlarda bu formayı giyerler. Böyle yapmıyorlarsa da yapmaları gerekir.
Basit örnek verelim hemen. Barcelona takımı evindeki maçlarda bordo-mavi çizgili formasını giyer. Bunun istisnası olamaz. Ayrıca dışardaki maçlarda da, karşı takımın forması uyuyorsa (örneğin beyazsa), yine bordo-mavi forma giyilir. Diğer türlü ancak deplasman forması giyilir. Ne renkse artık.
Misal bizim Gs bu kurala neredeyse hiç uymuyor. Ne akla hizmet bilmiyorum, ASY'de siyah veya beyaz giyip duruyorlar. Ulan derbi var, Fb ile. Gidip beyaz giyiyor. Abi yok, öyle bir şey yok ya.

Bu yazıyı yazmamın birçok sebebi var da, en başta geleni Trabzonspor'un yeni sezon formalarından birini görmemiz. Bu forma (yani resimdeki), bildiğiniz Aston Villa forması.
Bu sezon Ts'nin Nike giyeceğini öğrendiğimizde sevinmiştik, kaliteli ürünler olacak diye. Ama en azından şimdilik, bu umudumuz boşa gibi.
Bu takımın birinci forması çizgilidir;veya çubuklu, her neyse. Tutup da başka tasarım kullanırsanız, bu her türlü yanlıştır. Gelenek dışıdır. Ayrıca sen, büyük kulüp olduğunu iddia ediyorsan da, değerlerini korumak zorundasın.
Tabii bütün formaları bilinmiyor Trabzon'un henüz. Çizgili varsa, benm söylediklerim boşa. Ama tersiyse, geçerliliği devam eder. Ki öyle görünüyor.

Siz Milan'a gidip, düz siyah formayı 1. forma yapabilir misiniz? Kıyamet kopar. Mümkünatı yok.
Veya Manutd, kırmızı-beyaz parçalı giyebilir mi? Giyemez.

Bu işleri öğrenmek veya usulune uydurmak için, bu işler üstüne kafa yormak gerek. Bu da genelde pek yapılmıyor. Niyetleri de yok. Tek yapabileceğimiz, beklemek. Kendiliğinden olmasını yani.

Az önce bir arkadaş, bu forma hakkında konuşurken, "abi birinci forma da bayıyor bazen yaa" dedi. Normalde ona söyleyeceğim, kendi takımının (yani Bjk), sahaya siyah-beyaz parçalı veya ne bileyim damalı formayla çıktığını hayal etmesi olurdu ama, bu takım, her tasarımı denedi o renklerle. Ne demek "bayıyor". Ulan adamı sevdiği takımın forması bayar mı? Zaten her sezon en az 3 forma oluyor. Her sezon başka tasarımlar. Nasıl bir istek bu.

Tabii bu benim söylediklerim az kişiyi alakadar eder, onun için çok da ehemmiyeti yok. Gidin kız filan tavlayın mesela.

Bu Ne La?!

İyice zıvanadan çıktı. Keşke bu resmi bloga koyduk diye bize de dava açsa. Ne güzel olur.
Ego işte;evlerden uzak.

Baron Clippers'ta!

Geçtiğimiz günlerde Warriors ile olan kontratını iptal eden Baron, Clippers'la anlaşmış. E tabi doğma büyüme LA'li eleman. O kadar cap de Lakers'ta olmadığına göre... Yalnız Clippers ofisi biraz lüks verigisi ödemeyi göze alıp, Brand ve Maggette'yi tutar, yanına bir de şutör bir eleman eklerse Batı'nın altını üstüne getirirler, demedi demeyin.

Arenas filan da Free Agent. Onun üzerine de bi' yazı gerek aslında. Bakalım, yarın filan şeettiririz heralde.

Tiamat


Zeytinli RockFest'te yabancı grup söylentisi vardı bu sene için. Ama henüz isim belirlenmemişti. Bir tanesi kesinleşmiş:Tiamat!
Kendileri gotik-metal (icra ettikleri tür konusunda farklı yorumlar da var) yapan İsveç mahsulü bir grup efem. Bayağı da hani bilinen, tutulan bir grup. Nasıl ikna ettiler ki ola buraya gelmeye. Rağbeti arttıracaktır, o kesin.

İçtenlik

Bazı çizerler sizi tam böyle kritik noktada yakalayabiliyorlar. Kafanızdan geçenler, şüphe ettikleriniz, düşündükleriniz, hissettikleriniz, gördükleriniz, bildikleriniz, bildiğinize emin olamadıklarınız;işt bunlar bu çizerler sayesinde sizin karşınıza çıkıyor ve siz de okuduğunuzda mutlu oluyor, kendinizi iyi hissediyorsunuz. Bunu becerebilen- aslında becermek doğru kavram değil- az sayıda çizer var. Hatta az sayıda "yazar" var. O derece.
O çizerlerden bazıları Oky, Ersin Karabulut ve Umut Sarıkaya. Hep farkındayımdır onların ama, ilk defa burda dile getirmek aklına geldi bu herifin.

Ersin zaten birçok kişi tarafından çok sevilen, köşesiyle belki de Dünya'da ilk ve tek olan bir işe imza atan çok yetenekli ve samimi bir adam. Böyle birinin bizim ülkemizde olması muhteşem. Sandıkiçi'nin ikinci cildi ne zaman çıkacak acep? Bir an önce çıksa keşke.

Umut Sarıkaya'nın günlük hayattan tespitleri inanılmaz. Sırf son Uykusuz'daki köşesinde değindiği birkaç başlığı yazıyorum:izbe yerleri restore edip mekan açma tutkusu, "bastonlu zenci repçi", yanak kıllarının traş sonrası sırıtması, kafedeki "ortama bakan masada" oturma sorunsalı, türk filmlerindeki tırışkadan şirketler, gün sonrasında kalan yemeklere saldırış. Müthiş tespitler. Esas müthiş olan, aslında bildiğimiz, tebessümle karşıladığımız bu tip detayları bizim önümüze komik diyaloglarla çıkarabilmek. Malzemeyi kullanabilmek. Artı gözlem gücü.

Ve de Oky. Onu ilk kez Cihangir'de Bi Ev ile tanıdım. "Genç Evi" kavramını harika anlatıyordu orada. Sonra Çarpışma'da ikili ilişkilere değindi. Aldatma, aşk, affetmek, pişmanlık;normalde pembe diziye malzeme olan bu unsurları, gençlerin okuyup hakkında düşünebileceği şekilde çizdi ve sundu bize. Şimdi de Barış'ın hikayesini anlatıyor. Kendi halinde ama aslında öyle olmayan, biraz da Ersin'in elinde çıkmış gibi duran bir genç Barış.
Oky de çok iyi bir gözlemci. Empati yeteneğine sahip. Ayrıca çok derin sinema bilgisi var ve bunu sıkça kullanıyor hikayelerde. Özellikle Cihangir'de Bi Ev'de uzun sinema muhabbetleri olurdu, bilen bilir.

Umuyorum ki, bu ve bu üçü gibi değerli çizerlerimizi, özellikle hayatın içine derinlemesine inerek çizen/anlatan çizerleri okuyan, önemseyen, onlara değer veren gençlerimiz vardır. Olmalı da.

Alves


Sonunda mesele resmileşti. Dani Alves Barça'da. Ben pek bir tahminde bulunamıyorum transfer hakkında. Huyum olmadığı üzere "hayırlısı" deyip geçeceğim. Bakalım.

Parçalı!!!!!



İlk üçünün ardından, merakla beklediğimiz parçalı da görücüye çıktı. Müthiş. Enfes. Her sezon forma almayı nisan-mayıs'lara kadar erteleyen ben (gerçi çoğu zaman elimde olmuyor ya neyse), bu sezon beyazı da, parçalıyı da en geç eylül'e kadar almalıyım.
05-06'dakini saymazsak, uzun süre sonra Gs, gerçek formasına kavuştu.
Bizim parçalımız ya bundaki gibi, kollardaki rengin omuz kısmını da kapladığı, veyahut kolları da parçalı biçimde ayrılmış olan formadır. O da en son 95-96'da vardı işte. Gerisi hikaye.
Bu sezon siyah yok ama olsun. Zaten genelde bir sene var, bir sene yok siyah.
Parçalının altına beyaz şort giyilmesi de yine geleneksel bir hamle. Biliyorsunuz çook eskiden, Metin Oktay zamanında filan parçalının altına beyaz şort giyilirdi. Sonra siyah giyildiği de olmuştu, onu da severim ben. Sanırım kimi zaman da kırmızı olacak parçalının altı, rakibe göre yani.

Yeni parçalıda geçen sezon şampiyon olmamızın sebebiyle Türk bayrağı da yer alıyor, sağ kısımda.

Şu üstteki resimden formaların hepiciğini görebilirsiniz bir arada.
Bir de numara ve isimlerin yazılacağı karakterin de özel olduğu söyleniyor ki, o zaman dadından yinmez. Genelde ortak karakterleri dayıyorlar bize de.

Velhasılı bu sezon forma konusunda içimiz rahat olacak. Geçen bir postta yazdığım gibi, allaha şükür 4 forma da aynı tasarıma sahip değil. Bu çok iyi. Tabii geçen seneki gibi sezon başladıktan sonra uyduruk bir kırmızı dayamazlarsa da iyi olur. Uyduruk kontenjanından birforma var nasılsa. Şu kalın çubuklu olan yani.

Bir de parçalıya direkt "Metin Oktay parçalı" ismi verilmesi de çok şık bir ayrıntı.

Son olarak ise, artık kollarda ColaTurka yerine Ülker yazacak, bunu da belirtelim dikkatsiz gözler için.

Yeni L'Pool Evey-2


Hüseyin, benim bloga dünkü koyduğum gri formayı gördükten sonra Sporx'te de bunu görmüş. Sordu bana, abi hangisi doğru, veya ikisi de mi geçerli diye. İkisi de geçerli evet. Liverpool deplasman formalarında yeşil ve tonlarını kullanıyor eskiden beri. Güzel de oluyor.

Yeni Sezon Galatasaray



Bunları bizim blogda göstermemiştik değil mi? Sanırım evet. Resimler Aceto usta'dan.
Bir kere geçen o son maçtaki formayı biliyorsunuzdur. O forma bu sezon birinci forma olabilirmiş. ... Gider kulüp binasını yakarım. Umarım doğru değildir.
Beyaz muhteşem. Bayern'in geçen sezonki siyah formasına benziyi. Şeritlerde şampiyon olduğumuz sezonlar yazıyormuş ki, çok şık bir detay. Beyaz formamızın güzel olması mühim.
Turuncuya gelince, öncelikle o söylentinin aslı varmş, onu öğrendik bir kere. Ve turuncu da güzel bir forma. Beşiktaş'ın turuncusu ol(a)maz belki ama, bizim olması anormal değil. Güzel de olmuş. Şu parçalıyı da gösterseler de, rahatlasak.

Şöyle bir nokta var ki, önemli:Geçen yılki 3 formamız da(kırmızıyı saymıyorum, üvey evlat o) aynı tasarıma sahipti. Ben de hep sezon boyunca içimden, "gelecek sezon inşallah farklı tasarımlara sahip formalarımız olur" diye geçiriyordum. Ve bu şimdilik gerçekleşmiş gibi. Sevindim. Çünkü diğer şekilde firma seni enayi yerine koyuyor: tek tasarım, 3 forma.

Yeni Sezon Roma


Söz konusu Kappa ve Roma olunca, çok farklı tasarımlar düşlemek yersiz. Hele siyah, geçen sezonkinin aynısı neredeyse. Burak bunu almaz mesela, almasın zaten. Parasına yazık, forma aynı anasını satayım.

Yeni Liverpool "Evey"

Kareli bir desen var gördüğünüz gibi. Hem iç, hem de dış kısmında formanın. Yaka tasarımı güzel. De ben daha iyi bir 2. forma beklerdim şahsen Liverpool için. Geçen sezonki siyah filan çok iyiydi mesela.

Yeni Çelsi "Evey"

Chelsea'nin bu sezonki deplasman forması. İlk forma gibi bu da sade bayağı bir. Samsung yazısını nedense çok yukarı koyuyorlar. Güzel bence forma.
Hepsini bırak, bir de tanıtım fotolarında Lampard var. Adam gitti filan, taraftar girecek siteye bakacak hüzünlenecek. Düşünmek lazım böyle şeyleri.

Yeni Arsenal "Hom"

"Arsinıl"ın yeni sezon birinci forması. Kollar toptan beyaz olmadığı için benim hoşuma gitmedi. O kalıp aynen kalmalı, tasarım ne kadar değişirse değişsin.

Yeni Manutd "Evey"


Bu da Manutd'nin yeni deplasman forması bu sezonki. Mavinin tonu ve beyaz ile mavinin uyumu çok iyi gerçekten. Herhalde 3. forma da geçen sezonki siyah olur.

Yeni Barça Formaları



İkinci forma bayağı bir önce sızmıştı zaten, haberimiz vardı. Güzel forma. Birinci forma da şuymuş. Ben sevdim. Çok sade. Arada parçalı giyiyor Barça işte;en son 99-00'da giymişlerdi 100. yıl davasına, o da güzel formaydı. Üçüncü forma da, her zaman olduğu gibi önceki sezonun 2. forması oluyor. Yani bu sezonun 3. forması o açık mavi forma oluyor efem. Şans getirmesini dileriz Barcelona'mıza.
Bir de formanın şu görünen, yakanın iç kısmında Katalan marşı mı yazıyordu ne, tam hatırlayamadım.

Gooooooooool!!


Bu kitabın çıktığını görünce ilk tepkim bu oldu. Bildiğin bağırdım. Doğan Kitap sağolsun, arayı fazla uzatmadan Zamanın Kanı'ndan sonra Kaosun Sırları'nı da yayımlıyor.
Kitabın konusunu okuyunca daha da gaza geldim. Ezoterizm, gizli kodlar, tarikatlar, komplolar diyor. Bir polisiye-gerilim'de bunlar varsa ve yazar Maxime abiyse, iş tamamdır.
Kapak harika, yine Zamanın Kanı'ndaki gibi kırmızı-siyah-beyaz renk. Çok fazla yazı var kapağın üstünde ama ne yapalım artık. Sanırım çevirmen yine değişmiş. Çok etkilemese dili bari. Ulan çevirtin hepsini Ali Cevat abiye işte, bok mu var.

Kitap şu anda İdefix'te ön siparişte. Ayın 3'ünde çıkacakmış. Hemen almayan şerefsiz.
Abi de çok kırgın yanlız ha. Kitabın resmini bulamadım, bu olsun.

Aha Da!

Kitap dünyası'ndan 2 haber var hacı, ikisini de ayrı ayrı yazacağım. Biri sevindirici, diğeri değil. Aslında duruma göre değişir.

İlki Yalçın Hoca'ya yönelik yazılmış bir kitap. Arka kapak yazısına bakılınca, sol cenah içinden eski veya eski olmasa da, bir hesaplaşmanın ürünü olan bir kitap olduğunu anlıyoruz bunun. İkinci olarak, kitabın çıktığı yayınevi(Sosyal İnsan Yayınları) Hikmet Kıvılcımlı'nın kitaplarını da basıyor. Bu da az önceki cümleyi destekler mahiyette oluyor.
İsmi Megalomania. Yazarı Cenk Ağcabay. Kimdir bilinmez. Google'da adı çıkmıyor.
Ama bu kitap şu açıdan önemli:Yalçın Hoca, hep kendinin eleştirilmediğinden, yorumlanmadığından dem vurur. Bunun sebepleri ayrı bir yazı konusu. Bu kez görüldüğü gibi, ilk defa Hoca'ya karşı bir kitap yazılıyor. Kapak filan da imalı. İdefix'te bakabilirsniz ayrıntılı bilgi için.
Acil alıp okumalı. Ne kadar haklı-haksız, düşünmeli. Sonra buraya yazarız zaten.

Takasa Gel...

ESPN'in az önce geçtiği habere göre Wolves ve Grizzlies takasa girdi. Mayo, Jaric, Antoine Walker ve Greg Buckner'ı Tennessee'nin azgın rüzgarına yollayan Minnesota; Kevin Love, Mike Miller, Brian Cardinal ve Jason Collins'i kadrosuna kattı. Bana sorarsanız kafadan Minnesota kârlı, hem Love, daha da önemlisi belki de Mike Miller. Hayırlı uğurlu olsun.

2008 NBA Draft- Birinci Tur

Hemen Salih'ten bayrağı devralayım. Teker teker seçimler, değerlendirmeleri. 11'den sonra pek bir değerlendirme yapamayacağım sanırım, zira bu seçimler zaman içinde ne kadar değerli olup olmadıklarını gösteriyorlar. Önce ilk tur listesi:

1

Chicago Bulls Derrick Rose, Guard, Memphis

2

Miami Heat Michael Beasley, Forward, Kansas State

3

Minnesota Timberwolves O.J. Mayo, Guard, USC

4

Seattle Supersonics Russell Westbrook, Guard, UCLA

5

Memphis Grizzlies Kevin Love, Forward, UCLA

6

New York Knicks Danilo Gallinari, Forward, Italy

7

Los Angeles Clippers Eric Gordon, Guard, Indiana

8

Milwaukee Bucks Joe Alexander, Forward, West Virginia

9

Charlotte Bobcats D.J. Augustin, Guard, Texas

10

New Jersey Nets Brook Lopez, Center, Stanford

11

Indiana Pacers Jerryd Bayless, Guard, Arizona

12

Sacramento Kings Jason Thompson, Forward, Rider

13

Portland Trail Blazers Brandon Rush, Forward, Kansas

14

Golden State Warriors Anthony Randolph, Forward, LSU

15

Phoenix Suns (from Atlanta) Robin Lopez, Forward, Stanford

16

Philadelphia 76ers Marreese Speights, Forward, Florida

17

Toronto Raptors Roy Hibbert, Center, Georgetown

18

Washington Wizards JaVale McGee, Center, Nevada

19

Cleveland Cavaliers J.J. Hickson, Forward, N.C. State

20

Charlotte Bobcats (from Denver) Alexis Ajinca, Center, France

21

New Jersey Nets (from Dallas) Ryan Anderson, Forward, California

22

Orlando Magic Courtney Lee, Guard, Western Kentucky

23

Utah Jazz Kosta Koufos, Center, Ohio State

24

Seattle SuperSonics (from Phoenix) Serge Ibaka, Forward, Spain

25

Houston Rockets Nicolas Batum, Forward, France

26

San Antonio Spurs George Hill, Guard, IUPUI

27

New Orleans Darrell Arthur, Forward, Kansas

28

Memphis Grizzlies (from L.A. Lakers) Donte Greene, Forward, Syracuse

29

Detroit Pistons D.J. White, Forward, Indiana

30

Boston Celtics J.R. Giddens, Guard, New Mexico


1) Chicago Bulls- Derrick Rose (Guard- University of Memphis) :

Rose zaten söylemişti, "Chicaho'da oynamak istiyorum" diye. Memleketi zaten. Sağlam gard, yeni Wade bana göre. Şutu pek iyi olmamasına rağmen atletizmi, kuvveti ve oyun görüşüyle iyi bir seçim denebilir. Aklıma takılan ise "takıma liderlik getireceğim" sözü oldu. Tamam guard filan ama biraz fazla iddialı.

2) Miami Heat- Michael Beasley (Forvet- Kansas State University):

2 gündür aptal aptal dedikodular dolaşıyordu. Yok efendim Heat Beasley kalırsa seçmeyecekmiş de Mayo'yu seçecekmiş de... Olur. Bence Bulls'un Beasley'i seçmemesi hataydı. 25-10 ortalaması tutturan ilk freshman tarihte. Kolları aşırı uzun, ribaunt yeteneği diğerlerinden iyi düzeyde ve iyi bir şutör. Tek soru işareti savunması. Eğer beklediğim olur da Marion giderse sezon başlamadan, savunma yönünde sıkıntı yaşayabilir Heat Franchise'ı. Marion'la Beasley yan yana oynar mı? Anasını bile beller.

3) Minnesota Timberwolves- Ovinton J'Antoni "O.J." Mayo (Guard- University of Southern California):

Bu elemanı biliyoruz. 7. sınıftan beri medya önünde. Aslında direk gireyim. Şu ana kadar gördüğüm mock draftların yüzde 70'inde 4-5ti Mayo, Lopez'di 3 numara hep. Aşağıda görürsünüz nerede Lopez. Minnesota bildiğiniz gibi direk rebuildingde. Süper seçim. Mayo'dan daha iyi bir direk bulamazlardı 3. sıradan. Kevin McHale'ın yaptığı en iyi hamle. Okan'a da hayırlı olsun.

4) Seattle Supersonics- Russell Westbrook (Guard- University of California at Los Angeles (UCLA)):

UCLA'i Final Four'a taşıdılar Kevin Love ile birlikte. Patlayıcı gücü had safhada. Kevin Durant'ın yüzünü görünce iyi bir seçim olduğuna karar verdim, umarım öyledir.

5) Memphis Grizzlies- Kevin Love (Forvet- University of California at Los Angeles (UCLA)):

UCLA'in Final Four'unda ikinci adamdı. Bütün sezon boyunca uzun pasları ve potadan potaya şutlarıyla bir quarterback'i andırdı ve şimdi Grizzlies'ın yeni Gasol'u olma yolunda. Benim tek sorum: Gasol'ü bağışlamasaydınız seneye neler yapabilecek olduğunuzu biliyor musunuz?

6) New York Knickerbockers- Danilo Gallinari (Forvet- İtalya):

GM'i "benim içime sinmeyen bir seçim yapacağız" diyen bir takımdan ne beklersiniz. Gallinari'yi seçtiler. Bağlantıları açıklıyorum. D'Antoni'nin annesi İtalyan, ve Gallinari'nin babasıyla aynı takımdalarmış, şu anda da çok iyi arkadaşlarmış. Draft sıralaması açıklandığındaki telefon konuşmaları da cabası. Soner Yalçın'a sesleniyorum; abi bunu Efendi 3'e koy.

7) Los Angeles Clippers- Eric Gordon (Guard- Indiana University):

Gordon bir combo guard değil. Point ya da shooting guard da değil. İşte problem burda, hepsinin ortasında sıkışıyor, hiçbirisini de tam yapamıyor. İyi bir skorer. Olup olabileceği maksimum Sam Cassell.

8)Milwaukee Bucks- Joe Alexander (Forvet- Western Virginia University):

R-Jeff takasından sonra Alexander'ı da alarak sağlam bir play-off takımı oldular. Bir dahaki sene için benim sürprizim kendileri. Sağlam ribauntçu, Tayvan doğumlu vesaire.

9) Charlotte Bobcats- DJ Augustine (Guard- University of Texas):

Bobcats gibi bir takıma gidecek bir oyuncu. NBA seviyesi oynamaya da hazır. Feltonla iyi bir ikili olabilirler.

10) New Jersey Nets- Brook Lopez (Pivot- Stanford University):

Nets yılın seçimini yaptı bana göre. Biraz da şanslılardı desek yalan olmaz. 3. seçileceği tahmin edilen adam 10.sıraya kadar kaldı. Jefferson gitmeseydi eski günlere dönebilirlerdi ancak şu anda her şey Jianlian'a bakar.

11) Indiana Pacers- Jerryd Bayless (Guard- Arizona):

Hemen şöyle gireyim, Pacers seçimi olmasına rağmen Bayless Trail Blazers'a gönderildi. Yanına Ike Diogu'yu koyup karşılığında Brandon Rush, Jarrett Jack ve Josh McRoberts'ı aldılar. Bayless'ı yollamazdım ben olsaydım. Portland da az ballı değil.

Draft

Efenim Draft bu gece yapılmakta. İlk 3 sıra Rose-Beasley-Mayo oldu. Mayo daha aşağı bekleniyordu. Takımlar da Chi-Mia-Min şeklinde. Ayrıntıları Hüseyin bildirecek Siedıl'dan...

Yuro İkibinsekiz

Her katıldığımız Avrupa Şamp.'da daha fazla yükseliyoruz. "Bir dahakinde final oynayabiliriz" veya "şampiyon olabiliriz" diyebileniniz var mı? Bence vardır. Biz Gaz milletiz, gerekli gazı aldığımızda yapamayacağımız iş yok. Bu olanları görüp de "bir sonraki şampiyonayı alırız hacı" diyen vardır, ben tanıyorum memleketimi.
Ben meseleye biraz tersinden bakmak istiyorum. Tabii ki bir gazetede filan yazmıyorum, okuyan da kısıtlı olacak ama, ne de olsa bu ülkede gerekli mercilerin tavsiye almakla veya öneriyle uzaktan yakından alakası olmadığını bildiğim için, öyle "ah okunsun vah eleştirilsin" gibi bir kaygım yok. Yazanlar da kaale alınıyor mu ki?

3 kez sıçradık...
(Hemen araya giriyorum. Şu anda Rusya-İspanya özeti var. Rusya kaleye ilk şutu 89'da attı. Bizim 30'da iki direğimiz vardı. İnsanın içi acıyor işte.)
Evet, 3 kez sıçradı çekirge, 4.cüde sıçtı. Şimdi bu, bir açıdan normal.
Şöyle ki;biz yarı finale çıktık belki ama, bunu yaparken ne düzen, ne sistem, ne belli bir yapı yoktu. Ve bunu bilen ve futboldan anlayan kişi, bu kazanılan başarıyı içine sindiremez. Sevinir ama, işin iç yüzünü bilir. Eksikleri görür.

Bu takımın, son hazırlık maçındakiyle, ilk grup maçındaki kadrosu arasında ne sistem, ne de oyuncular açısından benzerlik yoktu. Grup maçlarında hele hiç yoktu. Fatih hoca'nın fi tarihinde uygulayacağını açıkladığı 2-2-2-2-2-2-2-2-2-2-2-2, pardon fazla gitti, 2-2-2-2-2'den zaten eser yok. Kafasına göre oynadı hoca.
Eğer ortada bir başarı varsa, ben bunu "gaz" ve "iman gücü" kavramlarıyla açıklamayı öneriyorum. Sağı-solu olmayan bir milletiz işte.

Geçen duydum, Fifa, bizim Çek maçını son 50 yılın maçı seçmiş. Haksız sayılmazlar.
Tam 3 kez geriden geldik ama, öne geçince olmadı Böyle de cins bir yapı.

İşte doğru-düzgün oynamadan buraya gelince, o zaman da oynamaya kalkarsan, futbol senin yüzüne çarpar gerçekleri. Bir maç "oynayarak" kupa alınmaz mesela, alamadık da.
İkincisi;karşımızdaki takım, benim yukarda söylediğim bütün meseleleri halletmiş bir takım;bir ekol. Hoca değişimleri filan hikaye. Bu takımın bir karakteri var. Aslında bizim de var da, ona dengesizlik diyorlar.
İşte biz ne zaman Almanya-vari bir yapıya, sisteme sahip olacağız, o zaman başarı gelir ve başarı "içe siner". Önemli olan bu. İyi oyna, yenil, elen. Belli bir duruşun olsun. Tabii Terim sonrarı gelmesi beklenen hoca da Ertuğrul Sağlam'mış. Onla da ne duruş olur ya... Dua okur çıkarız biz sistem yerine.

Evet sakatlıklar, kart cezalıları büyük şanssızlıklar ama, sorunun temeli de belli.Bu gözardı edilemez.
Şu gerçek ki, bu turnuvada yediğimiz halt uzun süre konuşulacak, akılda kalacak. Ama 3 maçı son anda kurtarıp da sonradan yarı finalde "oynayarak" elenmek, bize diğer turnuvalarda başarı getirmez. Bunu düşünmeliler. Fatih Hoca da gidiyor, onun "gaz"ı da yok artık, ne yapacaklarsa.

Serveeet... Serveeett....

“Hocam öl de, öleyim. Şimdiye kadar üzerime düşen görevlerden hiçbir zaman kaçmadım. Yine fedakarlık yapmaya hazırım. Ayağım kopsa da oynamak istiyorum”

Yoklukta Notlar

-Milli Takım bokunu çıkardı. Düdük çalmadan maç bitmez abi. Yediğimiz golden sonra, bütün millet köşedeki köfteciye uçmuştu. Tek izleyen bendim neredeyse. Benim "gooaaallksndslnasnald" şeklindeki hönkürüşüme geldiler. Penaltılarda ise zaten "Yenebilir miyiz?" diye düşünmedik ki. Biliyorduk böyle olacağını.
Sonrasındaki geyikler daha fena. Henüz az önce bir arkadaş şunları söyledi:"Abi, Almanya maçında 0-5 geri düşeriz, sonra da 6-5 yapar finale çıkarız nedir ki yani". Daha ne.

-Herkesin kendine göre bir gerçeği olması, bu dünyanın en büyük aldatmacalarından bir tanesi. Bu yanılsama yüzünden Dünya bu halde. Gerçek birdir. Ama ego var ya işte ego... Bu farklı görüşler silsilesi bittiği zaman sorun kalmayacak işte.

-Tabi yaa...

Melo: Takas ya da sadece "Danışma"


Şu anda bu satırları okuduğunuza göre Carmelo Anthony'nin polisle ne kadar başı belada olan bir tip olduğunu da biliyorsunuzdur. Bir buçuk ay önce, play-off'tan elendikten hemen sonra bu paşamız sarhoş ve otun etkisinde araba kullanırken yakalanmış, para karşılığı sarıverilmişti. Bu olaydan sonra Nuggets yetkililerinin de tabii ki bakış açısı biraz değişti, hatta takası her zamankinden daha fazla düşündükleri iddia edildi.

Bugün Melo ve menajeri Nuggets ofisiyle bir araya geliyor. Amerika basını takas da takas diye tutturmuş durumda. Özellikle ESPN cephesi. Menajeri de çıktı, "sadece tutuklanma olayı görüşülecek" dedi. E tabi müşterisinin takasını görüşmeye gittiğini söylemeyecek ya...

Kişisel görüşüm Melo'nun önümüzdeki sezona Nuggets formasıyla başlamayacağı. AI da kalıyor, cap space olayı aştı. Eğer Miami'ye gelirse draft sonrası bir takasla kimse şaşırmasın, benden söylemesi.

Nah Ronaldo

23 yaşında Dünya kupası dışında bütün kupalara erişmek erken olurdu değil mi? Beklesin az daha.
Arda vs Ronaldo mücadelesini izleyemeyeceğiz FlyingDutchman'ın dediği gibi. Bir dahaki en yakın turnuvaya artık. Cl'de filan mesela önümüzdeki sezon.

Almanları Portekiz'e tercih etmezdik tabii ki. Daha sağlam takımlar. Portekiz favoriydi ama Hırvatların çıkışı belki de, onların yolunu kesti. Gerçi formda Hırvatistan da ters gelirdi bunlara ama, bu kadar olur muydu? Sanmam. Portekiz-Hollanda finali olmayacak, çok istiyorduk. Hollanda-Almanya finali olsun bari, ezeli rekabet. Daha bir güzel olur.

Bizimkiler yine mucize peşinde mi koşacak acaba. Son 2 maçta kalp hastalığına tutulma riskim arttı, daha da artmasını istemiyorum doğal olarak. Daha normal bir maç olsun, ne olur. Ben böyle diyorum ya, inadına penaltılara kadar gider.
Normal şartlarda bunları yenme ihtimalimiz yok mu? Var tabii ki. Ama Servet'siz daha az, o kesin. İlaveten ortada Aurelio yok. Yerine Ayhan ya da Hamit oynayacak. Bu Gökhan Gönül'ün sakatlığı takımı nasıl etkledi görün. Sabri'ye güvenemiyoruz sağ bekte, onun yerine Hamit'i koyuyoruz. Ortaya Hamit'i koyamıyoruz işte. Böyle de garip işler. Sabri'nin Çek maçının son 15 dakikasındaki oyunu garanti olsa, gözü kapalı koysun Fatih Terim. Sağbek tercihi çok kritik.
Yine farklı bir 11 çıkabilir. Hadi biz her maç değiştiriyoruz takımı, sakatlık, tercihler vs. Ya İtalya ve Fransa nasıl olacak? Gruptaki 3 maçta da her müsabaka takımın yarısı değişti. Ulan bizim yapımız belli değil, sistemimiz yok tamam da onlar öyle mi peki? Donadoni de Domenech de adam değil diye sallayayım bari, Ahmet Çakar usulu olsun.
İspanya İtalya'yı fena yapar son duruma bakarsak. Toni 4. maçta da kaçırmaya devam ederse, Bayern bile kapının önüne koyar, Gomez'in işini bitirmeye bakar. Bu kadar da kaçırılmaz, Hakan Şükür'ün nesi bu ya.

Rusya'yı doğru düzgün izleyemedim ama, çok iyi diyorlar. Bakalım, Hollanda-Rusya maçı turnuvanın en iyisi olabilir diyorlar. Olsun da şöyle futbol orgazmı geçirelim be hacı.

Fikstürü yapanı siksinler. Niye çapraz eşleşme yok ya. Mesela biz yarı finale çıksak, Portekiz de çıksa, büyük ihtimal yine bize kayarlardı. Ne anladım ki o zaman ben.


Finaller hakkında yazmayacağım, ne gerek var ki? Nasıl ki biz ilk maçı Sıteyplıs Sentır'da 20 sayıdan verdik, Lakers da 4. maçı öyle vermeyecekti abi. Bazı yazısız kuralları var bu işlerin. Dikkat edeceksin.

Amma ağladın be...


Şimdi, bu Doc Rivers denen "şampiyon koç"un bu hafta içinde üçüncü kere ağlayışını görüyorum. Şampiyon oldular diye şimdi ağlıyor, babasının ölümüne babalar gününde ağladı, çocukluğunu anlatırken Steward Scott'a ağladı. Ağladı da ağladı. Bir de "savunma hücumu yener"miş. Babamda zaten Paul Pierce, KG ve Ray Allen. Öyle olsa Bobcats'e savunma yaptır, şampiyon olsunlar. Olur.

NBA 07-08 Şampiyonu Boston Celtics

Maç bitmeden yazıyorum bu yazıyı. 3. periyodun ortası. Evet, erken. NBA bu, basketbol. Neler görmedik ki, ne geri gelişler. Ancak bu akşamki Lakers'ın bırakın geri gelmeyi, sıçtıkları boku silmeye halleri yok. Kobe iyi başladı dedik- ki bunu geçen maçta da dedik- sıçtı batırdı. Fark 27 şu anda. Lakers'ın hücum ribauntu yok, asist top kaybı oranı 8/13. Diğer tarafta Celtics 10 hücum ribauntu çekti, 12 top çaldı, 21 asist ve 5 top kaybı yaptı. Bu maç dönmez, sezon biter... Hayırlı olsun Boston taraftarlarına. Çok istedik Lakers, olmadı. Hatta olmadı değil, yapamadınız. Bunun sonucunda herkes Phil'e yüklenecek. Belki de haklılar. Kendisi belki de bırakmanın daha doğru olacağından bahsediyordu sezon ortasında. Kobe de maç önceleri "Ben Lakers'lıyım," dedi hep ancak Ağustos gibi "I wanna get traded. I feel like I have accomplished all I can for this franchise." derse şaşırmayın. Bizden ayrılmayın, lappapla kalın...

Arda Vs Modric


Modric'e 23 verdiklerini duyunca "Arda da 50 eder" demiştim. Kader işte, karşı karşıya geldiler.
Maç analizi filan yapacak halim yok. Zafer sarhoşu kabilinden "mucize sarhoşu"yum.
74'te "böyle hocanın, takımın, sistemin ta..." diyorduk yanımdaki arkadaşımla. 75'te Arda attı. Sonrası korkunç bir yükleniş.
87'de Nihat attı, penaltılara götürdük diye delirdik, 89'da ise...
Orası işte bulanık. Havadaki sandalye ve masaları hatırlıyorum. Bomba patlamışcasına çıkan sesi hatırlıyorum. Kırılan bardakları hatırlıyorum.

Bu iş, sistemle, çalışmayla filan açıklanamaz. İman gücü gibi bir şey. Son 20-30 dakikada sahadaki dizilişi bana kimse açıklayamaz. Ama kazandık işte. Deşmemek lazım. Otur keyfini çıkar.
Turnuvada 2 tane geriden gelip kazanılan maç var, ikisi de bizim. Ve ikisi de son dakikada atılan gollerle. İnanılmaz yav, korkunç.

Objektif bakınca Hırvatlar yer bizi, bir ton sakat filan ama, görüyorsunuz işte. Olacaksa oluyor.

Hamit Altıntop'a burdan özel teşekkürlerimi iletiyorum naçizane. 3 asist de ondan. Kimse pek farkında değil ama neyse. İşte insanın Bayern'de oynayan oyuncusu olunca böyle oluyor caaanım, diyip övünerek de yazıyı bitireyim.

Hocam...


Kazım'ı aldın oyuna hocam, golden 2 dakika önce o orta yapacağına topa öylesine vurunca da bu hale geldin. Etme bulma dünyası...

El Turco


İlk yarı iğrenç bir oyun, pozisyonsuz bir maç. Doldur Koller'e eleman vuramasa da faul olsun, İsveçli hakemin niyeti belliydi zaten. 11 Çek artı 1 İsveçli.
İkinci yarı başladı, iyi oynuyoruz dedik, Arda dominasyonu başlamıştı. Derken ikinci gol geldi. Emre Güngör sakatlandı, yerine Aşık girecek. Faul oluyor hakem paşa oyunu durdurup değişikliğe izin vermeyince ters taraftaki bek Sabri iki oyuncunun arasında kalıyor stoper orda olmadığından, ve gol. Plasil, 2-0. Bu dakikadan sonra dedik 75'e kadar atarsak çeviririz maçı. Peşinden bir direkten dönen top, Aşık'ın dallamaca uzaklaştırma çabaları arasında yarılan bir kafa ve girmeyen top. Bundan sonra Hamit istediği yer olan sağ içe kayınca akınlar gelmeye başladı. Kazım Kazım Kazım Kazım sıçtı, batırdı. Allahtan Arda ve Nihat oradaydı. İlk golde Arda'nın bitiriciliğini ne kadar geliştirdiğini gördük. İkinci golde Hakan, Nihat ve Ümit Karan hariç hiç bir Türk forvetinin takip edemeyeceği topun nası gol yapılabileceğini, Cech gibi bir kalecinin korkulacak bir tarafı olmadığını, her şeyin yukarıdakiyle bağlantısı olduğunu sindirdik. Üçüncü golde ise beceri ön plandaydı. Boşu boşuna "El Turco" olamamıştı Kahveci. Aldı, döndü, iki dripling, sağ ayağının içiyle mükemmeli gördü. Tam "Allah Allaaaah.." kıvamına geldik, Volkan denen kişiliksiz kalecimiz durup dururken kırmızı kart gördü, Tuncay'a verdik eldivenleri. "Koca turnuva bir şey yapamadı belki bir top kurtarır," diye. İşte Koller küfür etmiş de, tutamamış da. Bak hacı, burası Türkiye Kupası değil, oynadığın takım Fenerbahçe hiç değil. 80 milyon sana bakıyor, senin yaptığın bu hareket tura mal olsa ne olacaktı biliyorsun değil mi? Bence bilmiyorsun, neyse. İyi kaleciliğine laf yok ancak kişilik açısından daha çoook olgunlaşması gerekiyor Volkan "Tikky" Demirel'in. Şimdi takımına ağabeyi Rüştü'ye bakacağız, gaza geldi filan ama ne kadar hazır burası soru işareti.
Luka Modric- Arda Turan karşılaşması da ilginç olacak.

Aforizmalar


Uzun zamandır Hoca'ya hasrettik. Daha doğrusu ben hasrettim. Epilepsi ile Orgazm'ı alamamıştım mesela, ondan ara uzadı. Geçen dergileri alırken, bir de kitap alma fırsatı oldu. Rafta gördüğüm gibi atladım.
Hoca'nın kitaplarındaki aforizmaları veya o tip cümleleri toplamışlar. Ve çok da iyi etmişler. Türkiye'de birkaç kişinin böyle bir çalışması çıkar zaten, biri de Yalçın hoca.

14 başlık altında toplamışlar aforizmaları. Devrim, Sosyalizm, Aşk, İnsan, Edebiyat ve Felsefe bunlardan bazıları. Kısacası, gidip alıyorsun okur, hadi anam.

Abla

Hüseyin ile birlikte bulunduğumuz sitelerden birinde bir ablamız bize feci sövmüş. Buradan ona cevap verme ihtiyacı hissediyorum. Blogu bu şekilde kullanmak istemiyorum ama mecbur kalıyoruz bazen. Ne yani, basın açıklaması mı yapayım?

Belki zamanında eski dönem Gs hakkında yazarım demişimdir ama, unutmuşuz ne yapalım. Bu ara birkaç şey yazarız inşallah.
Ayrıca belirteyim, o mesele hakkında sadece "babamda posterleri var ehehe" gibisinden bilgiye sahip değilim. Klasik "cahil genç" durumuna düşmeyelim. Kafasını siktiğim gençliği.

Bir de gençler var değil mi? Evet. Mngtnsktğm.

Yola Gel

Ronaldo paşa ne demişler:

"Türkiye, Euro 2008 ’in en iyi futbol oynayan takımları arasında. İsviçre ile oynadığınız maçı izledim. İlk yarıdaki futbolunuzu beğenmedim. Ancak, ikinci yarıda sahada bambaşka bir Türk Milli Takımı vardı. Oyuna sonradan giren oyuncular sayesinde milli takımınızın futbolu değişti. Daha çok pas yapmaya başladınız ve daha atak oynayıp golü düşündünüz.

O maçta Arda’yı çok beğendim. Tıpkı bizim Deco gibi teknik kapasitesi çok yüksek. Yaşının genç olması da en büyük avantajı.

Çek Cumhuriyeti, fizik gücü yüksek oyunculardan kurulu. Sionko, Ujfalusi, Plasin, Jankulovski üst düzey oyuncular. İki takım arasındaki tek fark fiziksel özellik. Çekler daha fizikli. Türkler ise daha teknik. Pazar günü süper bir maç daha izleyeceğiz. Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçının galibiyle, yolumuzun yarı finalde kesişeceğini düşünüyorum."


Öküz Ronaldo adam olmuş, ya da biz ettik.

Hollanda

Maşallah diyerek girelim. Ölüm grubu denilen C grubunda "çıkamaz" denilen Portakallar iki maçtır düpedüz büyülüyor. İtalya'ya 3, Fransa'ya 4... Romanya'ya 5 olur mu? Göreceğiz. Takım halinde iyi oynuyorlar. Van der Sar büyülüyor resmen. Gol yemiyor adam.

Mutu penaltıyı atsa kariyer yalan olurdu. İyi tuttu bari Gigi. "Gigi" de pek yaygın bir kullanım değil ama Amerikan televizyonundaki spikerler sanırım "Gianluigi"yi okuyamadıklarından olsa gerek maç boyu Gigi dediler adama.

Salı Fransa-İtalya var. Kazanan çıkıyor, kazanamayan babayı alıyor. İzlenir, ama izleyemeyeceğim malesef. Bok var yeni öğrenciler geliyor, neyse...

Ösese

Yarın ÖSS var malum. Girecek arkadaşlar vardır mutlaka burayı okuyan. Hepsine başarılar dileriz efendim.
Çok sikko bir sistem zaten, ne yaparsa giremeyenler mi dersin, anne-baba zoruyla bir alan seçtirilmiş ancak diğer bir alanda çok başarılı ve lâkin seçtiği bölüme kafası basmadığından giremeyenler mi dersin, "çok da fiki fiki" deyip de 350ler yapanlar mı. Ama şartlara uyum sağlamak gerek. Gösterin bakalım elinizdekileri. Kendi deneyimlerimden dil öğrencilerine matematik yapmalarını ancak fen kasmak yerine Türkçe ve Sosyal'e zaman ayırmalarını önerebilirim sanırım. Yalnız önemli sınav haftaya. Ona göre.
Okunmuş pirinç filan yutun. Ben yuttum, kazandım. Siz de yutun, siz de kazanın. (Yok daha neler...)

Arda Turan

Sağı solu belli olmayan bir takımız işte. Devrede kaç kişinin ümidi vardı ki? Belki de bizimkilerin burda olmasını sağlayan, şanslarının hala devam etmesini sağlayan bu dengesizlik. İlk yarıda pozisyon yok doğru düzgün. Umut yok galibiyetten, saha göl. Devrede Topal ve Semih giriyor. Biraz daha kıpırdanıyoruz. Sonra Semih'in niye o kadroda olduğunun kanıtı geliyor. O arada bir ödümüz kopuyor. Bu maçı kazanacaksak, böyle son dakika golüyle aşırı heyecanla olacağı belli. Ki öyle de oluyor. Bize rahat yok ki.
Hep şey diyordum, "abi Arda bu turnuvada bir şeyler yapacak, değerini yükseltecek, belki de gidecek" diye. Aha işte oldu.
Yine ite kaka da olsa gruptan çıkma şansımız var. Diğer maç Tuncay oynamasın artık, ayıp yani yeter.

Döner Döndü, İçlerine Kaçtı

Karikatür varmış malum İsviçre basınında, Fatih Terim'i döner üstüne koyup filan. O döner döndü, Arda'nın kramponu oldu.
Yağmur yağdı, seller aktı, arap kızı camdan baktı. Türkler azdı, ama onlardaki Türkler. Hakan Yakın golden sonraki pozisyonu atsa maç bitecek. Önce Nihat'ın ortası, Semih'in Kralvari kafası, sonra hatta en sonda Arda'nın sahne alıp perdeyi kapatması. Pazar günü Çeklerle oynuyoruz. Kazanırsak çıkıyoruz, kaybedersek eve dönüş; beraberlikte ise penaltılar. Allah yardımcımız olsun.

Notlar Filan

-Telekom Asım Pars ve Serkan Erdoğan'ı almış. Çok iyi iki hamle. El-Amin'i kaybettiler belki ama, bu iki transfer onları daha da güçlendirdi. Daha da birilerini alabilirler.

-Final 2-1 oldu. Vujacic çok ekstra oynadı, 7/10 ile 20 sayı. Kobe de biraz daha iyiydi;daha agresifti. Garnett ve Pierce tam manasıyla "bir halt yiyemedi". Toplamda 8/35 attılar;KG orta mesafe işini abarttı. Biz bile kendi maçlarımızda, girmiyorsa bir yerden sonra zorlamayız yani. Son 2 hücumda Kobe yine eli titremeden soktu. Belki de son dakikalarda sorumluluk alma açısından bakarsak gelmiş geçmiş en büyük oyuncu.
Allen çok iyi gidiyordu ama, son anlarda şutlarını sokamadı. Zaten bu maçı tek başına aldırması da zordu. Lakers'ta da berbat olan birileri vardı:Gasol, Odom ve Radman. Gasol ilk sahaiçi isabetini neredeyse bitime yakın buldu. Diğer ikisi de faul problemi yüzünden sahada kalamadı doğru düzgün.

2 takımda toplam 4 oyuncu çift hanelere ulaştı. Hele Boston'da bu uzun süre birdi, sonlara doğru KG oldu 2. oyuncu.

-Dün Ibra gözümüzü şenlendirdi. Belki de turnuvanın ilk maçlarının en güzel golünü attı. O vuruşa cesaret edecek 2-3 adam var işte Dünya'da. İspanya da takımın turnuva tarihindeki en farklı galibiyetini aldı. Fabregas ve Xabi Alonso yedek, orta sahaya bak. Villa da gol kralı olur artık herhalde.

-Onu demişken;geçenki 0-3'lük Hollanda maçı da, İtalya'nın Avrupa şampiyonaları tarihindeki en farklı mağlubiyetiymiş. İnsan şaşırıyor duyunca aslında, ama normal. Lig değil ki bu. Öyle ortalama sonuçlarla ilerliyor turnuva. Yine de belki 50 yıla yakın süre boyunca gerçekleşebilirdi bu skorlar.

-Bugünkü maçtan pek umudum yok. Nasıl olsun ki. Arda oynar herhalde artık bugün. Bu adama zerre güvenesi gelmiyor adamın artık, Fatih hoca'ya yani. Çıkıp 5 yer, yine de bir Adanalı havaları, "ben yaptım ulan var mı" çıkışları. Ya, insan bir kere de "evet, ben yaptım, suçlusu benim" filan der değil mi? Hayır işte. Kendisinde bu yok. Her zaman yaptığının arkasındadır. Hep haklıdır vs vs. Sonumuz hayır olsun abi, ne bileyim.
Bir de İsviçre'deki Türklerden biri gol atarsa tam olur.

-Ego denen şeyin allah belasını versin. Siz siz olun, evrensel doğru bile olsa, kimseye bir şey tavsiye etmeyin, "bu böyledir" demeyin. Siz suçlu çıkarsınız sonra. Veya yaptığınız/söylediğiniz kaale alınmaz, üzülürsünüz. Kim ne bok yerse yesin, ceremesini de çeksin. Gördük ki bu çağ, "sence-bence" çağıymış. Yaşa da gör "sence" olan şey doğru muymuş.
"Bence"ymiş, seni sikiyim sen kimsin ulan.

Kafa-Göz

Daha sonra yazacaktım ama, dayanamadım.
Ekşi'ye çok bakan biri olarak, güncel çoğu haberi oradan öğreniyorum. Satır arası ayrıntıları filan da görüyoruz oradan, özellikle bunlar iyi oluyor çok.
Bugün itibariyle oradan gördüğüm 2 hadise. İkisi de aynı programda gerçekleşmiş.

1.
fatih altaylı: şimdi bana gelen mektuplara bakıyorum, sizin facebook'ta bir sayfanız varmış sanırım, biri onu bulmuş, humeyni'yi öven fotoğraflar bulunduğunu söylüyor?
kız: ee evet, ben seviyorum humeyniyi yani
- neden seviyorsunuz?
- neden sevmeyeyim ki, iyi bir insan olduğunu düşünüyorum
- peki atatürk'ü seviyor musunuz?(diğer kıza dönerek)
...
- humeyni'yi seviyor musunuz denildiğinde hiç düşünmeden cevap veriyorsunuz, şimdi neden sustunuz?
- başıma bir iş gelir mi? bu ülkede atatürk'ü sevmeme hakkı var mı insanların? başıma bir iş gelmeyecekse atatürk'ü sevmiyorum

Bunu söyleyen dinci bir hanım kızımızmış. Surat ifadesini bile tahayyül edebiliyorum. Böyle ateşli ateşli konuşan, suratsız, gudubet bir şeydir.
Tabii bunları okuyunca deli oluyoruz ama, maalesef kabul etmek gerekir ki böyle bir kısım insan var ülkemizde. Yani pasif dincilikten öteye geçip, böyle düşündüklerini bazı platformlarda aşırı sesli şekilde dile getirme cesaretine sahipler. İnanılmaz bu. Ama yazık ki ülke bu şartlara geldi.
Bunu düzeltmek bizim görevimiz. Hepsi imha edilecek. Umrumda değil, benim insanımmış. Bunları söyleyen benim vatandaşım değildir, sikime kadar.

2. Yine o programdan bir ateşli dinci kızın cümlesi:"belki yabancı manda altında daha özgür olabilirdik, inançlarımızı daha iyi yaşayabilirdik.".
İşte bunlar, babaları dedeleri tarafından Türkiye'nin kafir memleketi, Atatürk'ün de deccal olduğu öğretilen acınası gençler.
Nasıl oluyor da, Humeyni'yi övüp, Atatürk'ü sevmiyor diyoruz öyle değil mi? Ama var işte, insana ne verirsen onu alır. Bu kız doğduğundan beri aşırı dinci cemaatlerin içinde yetişmiş. Aldığı eğitim belli. Normal yani bir nevi. Ha bir yandan -ne bir yanı gerçek bu- sıçış ama, nasıl olduğunu biliyorsanız, anlayabiliyorsanız, biraz daha çekilir hale geliyor. Hallolunca sorun kalmaz.

Bir tarafım deli oluyor, diğer tarafım da "oğlum, var böyleleri. Nasıl olduğunu da biliyorsun, sakin ol" diyor. İkisinin arasındayım. Bilemiyorum.

Zeytinli Rock Fest

Canımız festivalimize kimlerin katılacağı açıklanmış. En azından bir kısmının. Hayko yine var. Pentagram da var geçen seneki gibi. Yüksek Sadakat var, bu kez 3 yıl önceki gibi küfür yemezler sanırım ve umarım.
Gökçe gelecekmiş, "popçular dışarı" diye laf yer garibim.
Yabancı grup gelecek deniyordu, kim gelecek hala merak konusu.
Ben gider Hayko'yu izlerim, gerisi sikimde olmaz. Pompei izlemeye niyetim yok.

Sago vs Rap

Bu Sago ile ne yapacağız bilmiyorum. Kendisini ne kadar seversek, o kadar arıza çıkarıyor sağolsun.
Daha önce atışmaları sonucunda Ceza'ya dava açmıştı, sonucu nedir bilmiyorum. Pek bir şey de çıkmamıştır, çıksa duyardık.
Şimdi de Fuat'a dava açıyor kendisi.
...
Bu adam Rapçi. Türkiye'de Hiphop denen nanenin en önde gelen isimlerinden biri, ve bir rapçi kendisine diss attı diye dava açıyor-hem de ikinci kez. Bebek misin?
Yaptığınız şey pop müzik değil, rap yapıyorsunuz siz. Adam ana-bacı girse, sen kaleminle yanıt vereceksin. Hem senin bir lakabın da "Cümle Mühendisi" değil mi? Konuştursana o zaman cümlelerini. Tabii benim bu söylediklerimi hazretin duyması mümkün değil ama, olması gerekenler bunlar. Yine Kolera'nın başının altından mı çıkıyor bunlar ne.
Git diss at, olmadı bir daha at, o da olmadı bırak. Uğraşma. Anlamıyorum ki ben, bunlar underground'daki veletler filan değil. Yol yordam bilen adamlar. Dava açmak da ne? Keşke burada da Gangsta rap yaygın olsa diyor insan, gider vurur mesela en azından. Bunu Abd'deki elemanlara söylesen, götleriyle gülerler.
Hiçbir şey değil, adam güvenilirliğini yitiriyor. Sen istediğin kadar iyi müzisyen ol, böyle sıçtığın sürece nasıl olacak ki?

Euro 2008-2 Sonunda Futbol!!

İlk 2 gün çok kaliteli olmayan maçlardan, hele de bu maç öncesindeki aşırı monoton Fransa-Romanya maçından sonra, ilaca kavuştuk. Zaten iyi maç olmasını bekliyorduk evet ama, beklediğimizden de iyi geçti.
Hollanda belki total futbol'ün kıyısından geçmiyor, belki hakim sisteme yakın oynuyor ama, oyuncu kalitesi farkı belirliyor bir şekilde. Veya belirledi diyelim. Artı, doğru zamanda doğru işi yapmak.
2. gol, tam derslik bir kontraatak golü. Çizgiden Gio çıkarıyor, Van der Vaart'a veriyor. O da soldan yardıran Gio'yu görüyor. Gio sağ tarafa uzatıyor, oradaki Kuyt da içeri hareketlenen Sneijder'e ortalıyor, Sneijder de çok şık vurarak golü buluyor. Tam bir kontra harikası gol.
İlk golde ofsayt var gibi ama, demin nerde okudum bilmiyorum, orada dediği gibi Hollanda öyle oynadı ki, gerek kalmadı o pozisyonun tartışılmasına.
İtalya çok mu kötüydü Hayır. Ama özellikle 2. yarıda ele geçirdikleri pozisyonları değerlendirememeleri onlar için büyük talihsizlik oldu. Hele 3 dk içinde Grosso ve Toni'nin yakaladığı pozisyonlar. Üstüne bir de, Pirlo'nun frikiğinden dönen topun gol olması tuz biber ekti ve maç orda bitti.
Peki kağıt üstünde Hollanda'nın en iyi savunmacısı gibi görünen Heitinga niye 11 başlamıyor?
Kuyt bütün sene yattı, şimdi ne oldu da gaza geldi? Ben Benitez'in yerinde olsam, kampa girer döverim.
Sonradan giren Afellay da, şans verilse neler yapacağını gösterdi. Aslında Ruud'suz, böyle 4-6-0 gibi bir şey deneyebilir Hollanda ve çok rahat da oynabilirler. İlerde Van Persie veya Robben serbest oynar misal. Denenebilir.
Sneijder de çok iyiydi.
İtalya'nın orta üçlüsünü tamamen Milan'dan alması Aceto üstadın dediği gibi "hizipçilik". Ayıptır. De Rossi-Perrotta-Aquilani üçlüsü yedekte oturmakta.
Camoranesi-Di Natale ikilisi de ilk maç için en azından, acayip vasat kaldılar. Gördük ki Grosso bu takım için çok çok önemli ve 11 oynamalı. Panucci kesilebilir, veya ortaya alınabilir.
Materazzi yine güven vermiyor. Çıkınca birçok italyan rahatlamıştır eminim. Nerde Cannavaro-Nesta, nerde Barzagli-Materazzi. İtalya'nın beklerinin değişken olması büyük avantaj, dün maçta da bunu kullandı Donadoni mesela.

Görünen o ki, ölüm grubu'ndan çıkanlardan biri belli. Hele de Fransa'nın o halinde. Hollanda sanıldığından daha iyi geliyor.

Beklenen oldu, Arenas Free Agent


Az önce Wizards'ın yaptığı açıklamayla gündem tekrar değişti. Gil-Zero kontratının son yılını iptal etmiş, bu hak vardı zaten elinde. Ancak kendisi Jamison'un kalması durumunda kendisinin de kalacağını hatta ücretinde indirime bile gidebileceğini belirtmişti. Bu Jamison'a da yol göründü mü demek onu zaman gösterecek. Bu yaz cap boşluğu doğacak çok takım var. Hangi takım alırsa alsın Arenas'ı bir gömlek atlar arkadaş.

Aceto Geri Döndü

Hepimizin ustası, futbol topunun sevgilisi Aceto Balsamico geri döndü. Geçenlerde yorumlarda yapılan şerefsizlikler yüzünden dükkanı kapatan usta ısrarlara dayanamayarak bir güzellik daha yaptı. Açın bakalım neler varmış:

Aceto

Yorum

Her yerde var bu. Bir haberin ya da postun altına yorum girmek. Yararlı, iyi, güzel. Yapıcısı ama. Aceto ustanın neden dükkanı kapattığı önümüzde. O kadar toptan anlamayan adam var ki ülkede, adam aptal saptal yorumlar yazıyor, üstte isim şu "futbol uzmanı- eskişehir." Bundan adam olmaz, futbol uzmanını bırak. Efendi olun, düzgün yorum yapın. Herkes teknik direktör, herkes koç zaten bu ülkede anasını satayım.

Saf

Bugün Uykusuz ve Penguen'i aldım. Geç oldu gene ama, ne yapalım.
Uykusuz'un kapağında şu cümle var: "Emniyet, Mit ve Jandarma'nın istediği herkesin telefonuna gizlice ulaşabildiği ortaya çıktı.".

Tabii bunu okuyan ortalama gencimiz veya ortalama vatandaşımız, "vay anuna goyim, şerefsizlere bak" diyebilir ama, bu çok uzun zamandır var olan ama az kişinin bildiği bir gerçek. Dahası, bu durum bütün dünya için geçerli. Gerekli güce sahip merciler, istedikleri herkesi dinleyebilir, takip edebilir. Avucunun içinde tutar. Hiç zor değil.
Ayrıntı isteyen gider okur, öğrenir. Zor bir şey değil, isteyen bulur.
Sisteme karşı olan herkes, bu yollarla olsun, daha gelişmiş veya daha "sert" yollarla olsun bir şekilde susturulur. İşler böyle yürür.

Alev Alatlı'nın bir röportajında söylediği cümle vardır, hiç aklımdan çıkmaz:"Dünya'yı bilmeyen, Dünya'nın maskarası olur". Bu cümle, yaşadığınız dünya ile ilgili duyabileceğiniz en gerçekçi, sert ve vurucu cümledir.
Birçoğumuz (çoğumuz mu demeliydim) Dünya'da işlerin nasıl yürüdüğü hakkında en ufak bilgiye sahip değil. Bunun 2 türlü yansıması var:1. Kendi hayatımız. 2. Dünya'nın gidişatı.
Birincisine bakacak olursak, şöyle söyleyebiliriz:Bilgi, genelin hayatında küçümsenen bir öğedir, lüks olarak görülür. Halbuki o "lüks" bizi kurtaracak olan şeydir.Kurtarmak burada, daha iyi bir hayat manasında kullanılıyor. Bu dünyaya kendi özümüzü keşfetmeye geldik, bunu yapamadığımız sürece de defalarca sefil hayatlar yaşamaya mahkum oluruz. O "keşfin" yolu da bilgidir.
İkinci olarak, Dünya'daki kendi benliğini keşfetmiş insan sayısı çoğaldıkça, bu gezegen de daha iyiye gider. Doğal süreç yani. Bu yerküredeki kişiler bizsek, biz belli bir seviyeye gelemeden, işler düzelemez. Seviye yükseldikçe gidişat da olumlu etkilenecektir.

Ulan ben bunları diyorum da, benim ülkem ne zaman adam olacak? Bilinmez. Daha en basit gerçekler bile bilinmezken, nasıl kendini keşfedecek? Olacak, ama ne zaman?
Toparlayayım bari yav. Demek istediğim şu:o dinleme olayı mesela, çok basitçe, öğrenebileceği bir bilgi insanların. Ama ancak tutup da dergi veya gazete başlıklarından duyuluyor. Sonra da şaşırılıyor. Ne bileyim, bu kadar vahim olmamalı ya.
Ama gidip bi kahveye muhabbeti dinlesen, herkes çözmüş bu ülkeyi. Bir sik bildikleri yok halbuki.

Size bir örnek bu dinleme konusunda. Annem belediye'de çalışan biri. Geçenlerde bir mevzu oldu bel. başkanı ile ilgili. İfadesini aldılar annemin. Akşamüstü bir yeri arayacaktık. Telefonu bir kaldırdı annem, sesler geliyor. Bazı adamlar konuşuyor vs. Aha dedik, dinliyorlar. Dinlenecek bir şey yok tabii bizde ama, görün işte. Ufak bir ifade sonucunda bile dinlemeye girişiyorlarsa, devlet büyükleri, milletvekilleri, askerler, bürokratlara neler yapmasınlar.
Daha bir şey söylemeye gerek var mı?

El Kol

Geçenlerde yine, Sago'nun kliplerde bocaladığını yazmıştım. Sago bu konuda ne kadar kötüyse, Ceza o kadar iyi. Mesela son klibi "Hiç yok deme hit çok" bu mevzuya güzel örnek. Becerebiliyor ve yapıyor. Sago ise diretiyor. Kötü.

Euro 2008-1

İlk gün yayın karmaşasıyla geçti. Halen kafam karışık diyebilirim. Uyduda var şunda yok, Digitürk'te var, bunda yok vs.
Şükür bütün maçları Atv'den izleyebileceğiz;bu, en azından turnuvanın genelini izleyeceğimiz anlamına gelir.
İlk maç feci sıçtık. Sahaya çıkan kadronun söylenen veya, hazırlık maçlarındaki kadroyla zerre alakası yoktu. Fatih Terim'in bi' 2-2-2-2-2'si vardı, ne oldu ona?
Devre arasında Tuncay'ı çıkarıp Arda'yı sokacak milyon kişi sayabilirim size. Ama Terim onlardan biri değilmiş demek ki işte. Yazık. Kazım tercihi riskliydi ama, çok da kötü sonuç vermedi. Puan getirecek asist filan yapsa, Fatih hoca deha olurdu, o ayrı.
Mevlüt neden çıkarılır devrede? Beklentimiz vardı oysa ki.
İlk maçta yenilmezsek şansımız olurdu demiştik, azaldı şans işte. Diğer taraf da berabere çıkmadı.
Arda ilk 11 çıkmazsa işimiz var demektir. Hoca'nın Galatasaray'a garezi olduğunu ciddi ciddi düşünmeye başlayacağım artık. Karan'ı, Güngör'ü kadroya alma, Arda'yı 11'e alma...

Yine de hezimet olmamasına sevinmeliyiz bir yandan, öyle olsa iyice moraller bozulurdu. Ki hezimetin de kıyısından geçtik yani.

Almanya hakikaten rahatça final yapabilecek gibi. Podolski'yi sola koyma düşüncesi harika, meyvesi de alındı zaten. Yedek orta sahaları Hitzlsperger, Schweinsteiger ve Borowski. Berekete gel.
Avusturya-Hırvatistan'ı izleyemedim ama, Avusturya beklenenden fazla zorlamış. Grupta dengeleri değiştirebilirler demek ki bir ihtimal, çıkamasalar bile.

Bugün ölüm grubu'nda sıra. 21.45'te Hollanda-İtalya. Of of. Hollanda bunu almalı gruptan çıkmak için. Kadroyu da merak ediyorum, nasıl çıkacaklar.

Jim McKay (1921-2008)


12 Olimpiyat. Dile kolay. Amerika'nın Kenan Onuk'u bir yerde. Dün ölmüş. Nur içinde yatsın. Yüce İsa onu korusun. (!)

Fatih Terim Düşerken

4-1-4-1 dedin, tamam dedik hocam. Biz seni oyuna yerinde hamleleriyle tanıdık, "şehir kırosu" olarak sevdik, hak edene formayı verirdin, böyle bildik. Olmadı Fatih Hoca. Arda kenarda otururken Kazım Kazım Kazım Kazım olmadı. Oyuna müdahale açısından 90 dakika sahada kalan Tuncay Şanlı olmadı. Kıyafet açısından cart turkuaz eşofman olmadı. Fatih Terim takım elbisesi ve gömleğiyle çıkardı turnuvalara çünkü. Formayı hak edene verme olayını geçiyorum zaten hikaye.

3 şutumuz var kaleye, Portekiz'in üç şutu direkten dönmüş. Ronaldo zaten folloş etti, Simao ha keza. Çok geride başladık, kontra atak hiç yoktu, geride başlamanın en önemli olayı olan yavaş yavaş ileriye dönmeyi beceremedik. Mevlüt'ü oyundan alıp Sabri'yi koyduk. Sakatlık mı artık ne bilmiyorum. Şartlardan dolayı Arda giremedi. Kazım ve Tuncay zaten geziyordu o ara. Ronaldo'nun o frikikte iyi ölmedim. 4 puanla çıkma gibi bir şansımız yok değil ancak Çek Cumhuriyetinin bundan sonra puan almaması gerekiyor. 6 puan yine garantiler gibi. Olur mu? Zor.

Başlar

Avrupa Şampiyonası bugün başlıyor. Biz de bu lappap'a blogda yer vereceğiz.

Kupayı ya da Babayı


Son an gelene kadar yazmak istemedim. Biraz da havaya gireyim de öyle yazayım amacıyla. Belki de iyi değil bu, zira maça 28 dakika var ve yazacağım her şey 2 saat içerisinde yüzüme vurulabilecek konuma gelebilir.
Bildiğimiz gibi Boston Celtics-Los Angeles Lakers finalin adı. Şu anda televizyonda, orada burada gördüğümüz, bu işi yapan nesile NBA'i sevdiren seri tekrar karşımızda. Boston ev sahibi avantajına ve sadece üç oyuncudan çok daha fazlasına sahip. Rondo'suz, Perkins'siz hatta PJ Brown'suz bir Celtics buralara kesinlikle gelemezdi. Şu "Big Three" olayına da karşıyım aslında. Çok büyük bir haksızlık bu geçmiş zamanın "Big Three"sine. Celtics tarafında X-Factor denilen farkı yaratacak oyuncu kesinlikle Rajon Rondo. Kalitesini belli etmiş oyuncular zaten belli bir katkıyı yapacaktır ancak o oyuncuların eline baktığı gard da Rajon Rondo. Kevin Garnett artık iyice hücumda tek yönlü olmaya başladı. Kıçına kadar girip elini kaldıracaksın; girerse girer, girmezse yaşadın. Ray Allen son zamanlarda açıldı ama her an bi' "fıssss" sesi gelebilir. Paul Pierce ise her zamanki gibi bir numaralı skor opsiyonu olacak. Garnett yüzük kazanabilecek mi? Ligin en iyi şutörü Ray Allen neler yapacak? Paul Pierce senelerce lottery takımında kalmanın ödülünü alıyor mu? Bir buçuk hafta sonra belli olacak.

Melekler şehrinin temsilcileri şu ana kadar mükemmeller. Houston, Utah ve son şampiyon Spurs. Şimdi ise Keltler. Ligin en değerli oyuncusu, belki de (belki de mi?) son jenerasyonun en iyi oyuncusuna sahipler. Lamar Odom ve Derek Fisher'dan gelecek olan istikrarlı katkı ve Pau Gasol'ün ne kadar konsantre olacağı seriyi Lakers adına belirleyecek şeyler. Kobe yine Kobe olacaktır.

Benchlere baktığımızda Lakers'ın büyük üstünlüğü olduğunu görüyoruz. Zaten ligde benchten en çok katkıyı alan takım kendileri. (Spurs'ü saymıyorum. Adamların yıldızları yedekten geliyor, sonra "en iyi bench bizde." Hee tabi, Horry filan.) Aslında bana göre Lakers'ı öne koyan bir numaralı faktör Zenmaster. Sonra da Kobe'nin Shaq'siz şampiyonluk kazanma arzusu. Bekleyip göreceğiz. Kartlar karışsın, yeniden dağılsın... Ne alemde bakalım üstü toz kaplı final rekabeti.

Köprüden Karşıya Geçmek

Denge, insanoğlunun icat ettiği en vahşi kavramdır. İp cambazının kendini en iyi hissettiği an, kendini ağa bıraktığı andır oysa. sırat köprüsünden, beslenmeye kadar denge her yerdedir. Dünyanın en sağlam alarm sistemi. Bütün dengesizlere karşı. En ufak harekete, yanlışa duyarlı... Oysa hayatlarının belli dönemlerinin her saniyesini aşka verebilenlerse gerçekten yaşarlar. sadece sevgilileri ve kendileri. Başka hiçbir şeyle ilgilenmezler. Yüzde yüz aşk! Dengesizlik, gerçek duygusunun ve gerçeğin tek kapısıdır. Dengeyle hiçbir yere varılmaz. Ancak düşmeyi bilenler köprüden karşıya yüzülerek de geçilebileceğini öğrenir. Belki cennete, belki ipin gerildiği karşı tarafa varılır dengenin sonucunda, kabul ediyorum. Ama düşmemek için verilmiş mücadelelerin acısı ve tedirginliğiyle... (Kinyas ve Kayra, Hakan Günday, 2000, sayfa 197)

Toprakta Nadal


"Parkede Kobe, toprakta Nadal."

Hele de o çift el paralel backhandleri yok mu...

Koçsuz Pistons

Üç senedir konferans finalinin arkasının gelmemesi beklendiği gibi Flip Saunders'ın başına patladı. Rasheed'in sorumsuzlukları, Billups'ın iyileşti dense de bir türlü iyileşememesi, ofisteki yanlışlar... Hepsi bir kenara bırakıldı ve kollektif spor dallarında en çok görülen hadise tekrar yaşandı. Hocayı yollamak. Detroit yardımcı antrenör Terry Porter'ı getirmek istiyormuş, Phoenix'le de adı anılıyor adamın. Saunders'ın da iş bulması biraz zor olacak gibi, zira Mavs Carlisle'ı getirdi, Bulls Doug Collins'le ha imzaladı ha imzalayacak. Phoenix bir şans olabilir belki de ancak oraya da sistem uymaz. Zaten Kerr de açıklama yaptı. Adaylar 4'e inmiş. Spurs asistanu Budenholzer, Terry Porter, Utah asistanı Tyrone Corbin ve Houston asistanı Elston Turner. Bekleyip görelim, daha çok var yeni sezona. Ulan daha bu sezon bitmedi...

Yapma Usta

Ara verdiğinde üzülürdük, şimdi ne yapacağız peki?
Bu işe girdiysek senin sayende be abi. Haklısın filan ama, ne bileyim. Bırakma bizi bir başımıza. Başsız. Sabah kalktığımızda haberlerden önce senin bloga giriyorduk, bir süre daha devam eder bu. Az zaman değil bu işi yaptığımız. Ama artık olmayacak görünüşe bakılırsa. Kimden öğreneceğiz biz transfer dedikodularını, dışarda dönen geyikleri, Katalan basını'nın Barça hocalarıyla dalga geçmesini, genç yetenekleri ve daha birçok şeyi?
Kim dalga geçecek Ertem Şener'le bizle birlikte? Kim Arjantin ligi'ni tek başına Türkiye'de yayınlatabilecek?
Zaten efsaneydin ama, şimdi tam efsane oldun abi. Bütün emeklerin için sağol.

Hacı Sago

Daha önce Sago'nun klip işini beceremediğini yazmıştık. Arşivden okuyabilirsiniz bulup, müzik yazılarından. Yeni albümün ilk klibi Ben Hüsrana Komşuyum'a çekildi ve, geçenlerde kanallara sunuldu.

Anlaşılan bu albümün kliplerinde toptan bir hikaye olacak. Bu güzel.
Ama onun dışında klip yine fiyasko. O bahsettiğim yazıdaki mesele, aynen duruyor. Sago söylediği sözlerin hepsini el hareketleri ve mimikleriyle anlatmaya/göstermeye çalışıyor ve daha önce de söylediğim gibi çok basit kaçıyor. Madem hep aynı şeyler, animasyon klip yapın. Ya da bu klibin yarısındaki o elemanın olduğu hikayeyi genele yayın. Ama bundan sonra da böyle devam edecek gibi bu-maalesef.

İkincisi;o sakal ne...
Tabii ben böyle "çok bilmiş müzik eleştirmeni" tadında konuşuyor olabilirim, kusura bakmasın kimse ama, hakikaten çok kötü duruyor ya. Kimlere benzemiş biliyor musunuz? Hani başı takkeli, şalvarımsı pantolon giyen dindar elemanlar vardır ya, sakallarını böyle yaparlar, aynı onlar gibi. Dinine bağlı olduğunu biliyoruz Sago'nun ama şekle dökmezdi, bu kez öyle bir hamle mi var acep?
Bir de saçla birleştirince Static-X'in solistine benziyor, o da var.

9.72


Çok az takip etsem de, atletizmi severim. Belki diğerlerinden vakit kalmıyor, bilinmez. Paralel olarak da az yer alıyor blogda. Ama şimdi yazacağım gibi gelişmelere yer vereceğim tabii ki.

31 Mayıs'ta yapılan New York Grand Prix'sinde Usain Bolt, 9.72 yaparak 100 metre Dünya rekorunu kırdı. Bundan önce rekor, 9.74 ile Asafa Powell'ındı. Bu arada ikisi hemşo, onu da belirtelim-Jamaikalı yani.
Bolt esasen bir 200 metreci-imiş. Orada da Michael Johnson abimizi zorlayacak dereceleri varmış. Onu bilemem ama, eleman artık 100 mt'ci olarak anılır;boru değil, rekoru 0.2 geliştirdi.

Bu rekoru okuyunca, veya haberdar olunca aklıma hemen, her rekor duyduğumda gelen şey takıldı:Atletizm programlarında rekorlar hakkında konuşulurken, sürekli bunun bir sınırı olduğundan, insanoğlunun limitleri olduğu için bu rekorların bir yerde duracağından bahsederler. Aklıma yine bu geldi. Nasıl gelmesin.
1999'da Maurice Greene 9.79 yaptı-çok karizma abiydi bu arada kendisi, feci kasılırdı. Ardından Eylül 02'de (sonradan doping sebebiyle iptal edildi o ayrı) Tim Montgomery 9.78 yaptı. Sonra Haziran 05'te Asafa Powell 9.77 yaptı; Mayıs 06'da Justin Gatlin, ve Haziran ve Ağustos 06'da yine Asafa Powell bu dereceyi eşitledi. 9 Eylül 2007'de Powell rekoru 9.74'e çekti. Ve birkaç gün önce de rekor yine 0.2 geliştirildi.
Diğerlerini bilemem ama 100 mt gittikçe sınırları zorluyor. Nerede durulur, hangi nokta sınır olur, hala muallakta. Demek ki insan bedeni sanıldığından daha iyisini yapabilecek durumda. Bize de yeni rekorları izlemeyi beklemek düşer o zaman değil mi?

Görünen o ki, Pekin olimpiyatları korkunç bir mücadeleye sahne olacak-100 metrede yani.

Ferdi Elmas Gs'de


Son 2-3 yıldır çok mühim transferler yapan Galatasaray, bir genç yıldızı daha kadrosuna kattı. Hollanda doğumlu ve Ajax altyapısı çıkışlı bir oyuncu olan Ferdi, 05'te Çaykur Rize'ye gelmişti. Geçen sezonki yarım sezonluk Ankaraspor'a kiralık gitmesi dışında orada oynadı. 3 yıllık sözleşmeye imza atmış Ferdi. Bunun 2. senesinde filan gidebilir Avrupa'ya, benden söylemesi.
Forvet kendisi. Ama "Ronaldo" tarzı forvet, yani kanat oyuncusu. Çoğu yerde orta saha diye geçiyor, malum bu "forvet" kavramı Türkiye'de oturmadı henüz.
Görünüşe bakılırsa ya 3, ya da 1 altyapıdan oyuncu karşılığında aldık Ferdi'yi, ki bu yine bir vurgun yaptığımız anlamına geliyor. Müthiş bir transfer Gs için. Milli takım sorunu da yok, o da güzel.
Bir diğer genç yetenek Özer Hurmacı'nın da geleceği söyleniyordu ama, ondan haber yok henüz.

Nette rastladığım bir röportajında, Ferdi Rize için, "daha ofansif oynamalıyız. Ben 4-3-3 oynamayı seviyorum" filan diyor-bu güzel haber. 4-3-3'ü sevmesi tabii ki normal, Ajax'ın bütün altyapı kategorilerinde, A takımdaki gibi 4-3-3 oynanır. Ofansif futbolu sevmesi için de açıklamaya gerek yok tabii. Hollanda ne de olsa...

Bu arada Bjk ve Trabzon da daha haziran gelmeden bir ton adam aldı. Hele Trabzon çok iyi işler çıkardı. Bakalım etkileri ne olacak.

Son bir ekleme:Galatasaray, Kartalspor'un gelecek vaadeden oyuncusu Yaser Yıldız'ı da kadrosuna katmış mayıs ayında. Bir güzel haber daha.


Yazı bitmeden edit:Lan çok resmi bir yazı olmuş, sanki Ntvspor'a haber geçiyoruz, kusura bakmayın artık.

3 Resim Arasındaki Fark




3 "ayrı" milli takım. 3 "aynı" forma. Başka örnekleri de var. 2002'de Çin ve Türkiye mesela.
Biraz daha hassas olabilirler bu konuda firmalar.

Final Zamanı


Haziran geldi, final vakti. En son 86-87'de gerçekleşen Lal-Bos finali, tam 21 sezon sonra yine oynanacak. 11. final olacak bu iki takımın karşılaştığı. Malum, Nba tarihindeki en büyük rekabet neredeyse.

İki tarafta da final veya yüzük açı diyeceğimiz oyuncular var. Kobe'nin belki 3 yüzüğü var ama, Shaq sonrası bir yüzük kazanmak için ne kadar hevesli ve gayretli olduğunu herkes biliyor. Garnett deseniz, Nba tarihinin en büyük, en hırslı oyuncularından ama yüzüğe ucundan bile ulaşamadı şimdiye dek. Sadece Batı finali var. Pierce ve Ray Allen da, son dönemin büyük oyuncularından. Onların da bir finalleri bile yok.

Ben ve tanıdığım birçok Nbasever, bu finalde kim kazansa üzülmeyecek. Çünkü yukarıda da söylediğim gibi, her iki tarafta da çok değerli, yüzüğü hak eden büyük oyuncular var, Nba tarihine geçecek oyuncular.
Hem bu oyuncuların başarı açlığı, hem de büyük rekabetin yeniden dirilmesi, bu finali herhangi bir finalden çok farklı bir yere taşıyor. İşin mali yönü de azımsanacak gibi değil.
Play-Off başladığından beri bu Lakers-Boston finalinin isminin hep zikredilmesi hoş değil akla şüphe getiriyor ama, normal bir yandan. Bir nesil bu oyunu bu rekabetle sevdi, az değil.
O zamanlar olduğu gibi yeniden Nba'in yükselişine katkıda bulunur bu final diyesim var ama, zaten halihazırda Nba'in yükselmesi için birçok sebep var.
Olsa olsa, o büyük rekabeti öğretir gençlere, Nba'in eski zamanlarını öğrenmelesine vesile olur. Bu da çok güzel olur. Bir sporla ilgileniyorsan, onun tarihini bilmelisin ki, daha iyi çözüp kavrayabilesin, özümseyebilesin o sporu.

Final ne olur peki?
İsteğim 4-3 bitecek olan bir final. Olabildiğince zevkli, mücadele içinde geçsin. O büyük oyuncular basketbol ziyafeti sunsun bizlere. Pierce, Lbj ile olduğu gibi Kobe ile de düelloya girişsin.
Ama olacak gibi görünen ise 4-2 Lakers-benim tahminim yani. Bir kere Boston dışarıda kötü. Son seride 4 galibiyetin ikisini dışarıda aldı belki ama, ben en azından güven(e)miyorum Kelt'lere. Kobe'nin azmasını bekleyin derim ben, yani ilk turda, ikinci turda, konferans finalinde böyle dönem dönem "dinlendi" ya, o olmayacak işte. Son sahne artık, neyin varsa ortaya koyacaksın. O da öyle yapacak.
Boston açısından, son maçlarda Ray'in form tutması çok önemli. Belki ilk turlarda onsuz bir şekilde işleri hallettiler ama, finalde böyle bir lüksleri yok tabii ki.
Bir de isim açısından bakınca oyun kurucu sıkıntısı çekebilir Celtics. Fisher baskın çıkabilir Rondo'ya, şaşırtıcı olmaz bu.

Bir de nostaljik formaları giysinler 1-2 kez, çok güzel olur o da.

Savulun Inter Geliyor


Jose'nin (kuzenim ya kendisi) İnter'e gelişi resmileşti. Şimdi seyreyleyin eğlenceyi.
Olayın 2 yönü var:
1. Takımın ne hale geleceği
2.Yapılacak transferler

Bir kere İnter'in zaten son 2 sezondur İtalya'da at koşturduğunu, pek sorun yaşamadığını, sağlam bir kadro oluşturdğunu düşünürsek (küme düşme, şike mevzuu önemli etken tabii) , bu takım Mourinho'nun elinde çok daha değerlenecektir. Böyle egosu çok yüksek yıldız da yok ortalıkta. En fazla Ibra. Adriano da geri dönmez herhalde, feci papaz olurlar çünkü.

Mesela son haftalarda rehavete kapılmaları ve sonucunda puan farkının kapanması olumsuz ama Jose böyle bir duruma izin vermez.

Yeni sezon için ismi geçenler Lampard, Deco, Drogba, Eto'o ve Carvalho. Bunların sırf ilk üçü gelse İnter'e sezon başlamadan tüm kupaları vermek ve sezonu oynatmamak lazım.
İnter'in savunma rotasyonu iyi ve derin ama biraz yaşlı, o yüzden birileri alınacaktır defansa.

Resim de pek manidar. Jose burda da büyük işler yaparsa, iyiden iyiye tarihin en büyükleri arasına girer.

Pfff

Bu Hüseyin pezevengin teki, gecenin bir vakti tutmuş benim zamanında yazdığım bir yazıdan "blog açmam, blogda yazmam" cümlelerini ayıklamış, "kendinle çelişiyorsun!!!" diyor.
Kendisi yüzeysel bir ibne olduğu için, hemen atlıyor mevzuya.
Benim orada kastettiğim, hani böyle "bugün şunu yedim içtim, çok kötü depresyondayım, saçımı değiştirdim" tarzı blogculuk. Bir bakın bakalım, bizimki öyle mi? Hayır. Ulan 2 gün yoktum gittim, onu bile yazmadım. Ama yazacağım bir dahakine. Millet yazı istiyor belli konularda. Hüseyin de gidip "cuppa cuppa" kopuyor. İş güç yok tabii...
Böyle bir açıklama yapmış olalım da, 2 gün sonra başkası da çıkar "çelişiyor bu gör kendisiyle" der filan, maazallah.
Böyle de hassas bir insanımdır işte.

Tekno-Tiesto- BT-Lappap

Benim gibi tekno müzik dinlemeyen bi' insan için büyük bir adımdı sanırım dün akşamki Tiesto konseri. Daha doğrusu USC turnesinin 11. durağı diyelim.
Adam benim gibi birini bile dans ettirdi, ki ben dans etmem, düğünümde oynamamışımdır. Cuppa cuppa felsefesini bir yerde tanımış olduk.
Şunu söyleyeyim ki bu Amerikalılar atla eşeği karıştırıyor. Tekno konserine 50 cent tişörtüyle, bol pantolonla gelenler mi ararsın, göttik kıyafetlerle gelenler mi. Ulan her yerin bi' ağırlığı var, ona göre davransana sapık.
Gelelim konsere. Tiesto paşadan önce başka DJler çıkacak dediler, eyvallah dedik. İlki Dukduk mu ne öyle bir şey, tıraştı. Bildiğin cuppa cuppa. Otur evde dinle aynı şey. Ardından BT denilen eleman çktı, ki ben bu elemanı Tiesto'da daha çok sevdim. Eleman "Let It Be"yi mixlemiş, hem cuppa hem alttan şarkıyı söylüyorsunuz, şaşırtıcı. Hatta başka ünlü slow hitleri de. Bir su 4 dolar, fena koydu.
Tiesto denen arkadaş çıktı sahneye. Dünyanın en iyi trance DJi olduğu aşikar zaten abinin, ama geçişler olsun, müzik kalitesi olsun.
Şimdi beni sapık olarak adlandıracaklar çıkacak ama konsere bikiniyle gelenleri bıraktık, direk don-sütyen gelip, sütyeni çıkaranlar vardı. Tek tangayla kalan karılar...

Son olarak 18 Haziran'da Snoop geliyormuş, gitmeyen top olsun.

"If a bitch tryna' get at ya,
park it like it's hoot!!"

Emre Profesyoneloğlu


Bloga rağbetin arttığına kanıt olarak gösterebilirim 1.5 günlük yokluğumda Emre mevzuu hakkında yazı istenmesini.
Şaşırtıcı olduğu kesin tabii ki ama "o kadar" da değil.
Ya profesyonellik filan da abi, bu olmaz işte. Şimdi bu adam ASY'deki maçlara nasıl çıkacak? Veya oradan sağ-salim çıkabilecek mi? Ulan gelme Türkiye'ye işte. Git Portsmouth'ta oyna. Bile bile lades bu oluyor sanırım. Bela istiyor abimiz, al sana bela.
Yıllık 3.5 milyon gibi bir para var ortada, ki feci bir şey Türkiye için. Bu parayı Avrupa'da vermezlerdi Emre'ye. Gelmesinde bu büyük etken olabilir ama, daha mühim noktalar var tabii. Abimiz bu noktaları ya siklemedi, ya da cidden göremedi. Karşısına çıkacak nasılsa bunlar. Görür o zaman.
Gidin sorun, hem Fb, hem de Gs'liler rahatsız bu işten. Nasıl olmasınlar ki. Emre gol atınca bir Fb'li ne kadar sevinecek abi? Düşünmek gerek böyle şeyleri ya, biz mi uyaracağız yani?
Tuncay Gs'ye gelse neler olur sizce? Ki gelmez diyesim var, diyemiyorum, malum...

Bilmemnaparım profesyonelliğini, bazı şeyler profesyonelliğin filan ötesinde. Yok abi olmaz işte, gelmemen gerek. Ha yapıyorsun, yaparsan olur o ayrı ama yapmaman gerek, bu ortada. Bile bile de yanlış yapılmaz ki.
Nihat'ın da gelme ihtimali var diyorlar. O da gelsin, sonra Fb'liler Gs ve Bjk'lilerle alakayı kssin iyice, kanlı bıçaklı olsunlar. Tam olur. Futbol kültürü meselesi işte. Sik var gibi gidiyor Gs altyapısı çıkışlı oyuncu ezeli rakibe. Git tabii aa. Profesyonelsin sen işin bu. Para kazanıyorsun bu işten. Fb almasa ortada kalacaksın ya zaten...

Son olarak, o erikleri afiyetle yemesini diliyoruz Emre'nin. Yiyebilirse tabii.