Yuro İkibinsekiz

Her katıldığımız Avrupa Şamp.'da daha fazla yükseliyoruz. "Bir dahakinde final oynayabiliriz" veya "şampiyon olabiliriz" diyebileniniz var mı? Bence vardır. Biz Gaz milletiz, gerekli gazı aldığımızda yapamayacağımız iş yok. Bu olanları görüp de "bir sonraki şampiyonayı alırız hacı" diyen vardır, ben tanıyorum memleketimi.
Ben meseleye biraz tersinden bakmak istiyorum. Tabii ki bir gazetede filan yazmıyorum, okuyan da kısıtlı olacak ama, ne de olsa bu ülkede gerekli mercilerin tavsiye almakla veya öneriyle uzaktan yakından alakası olmadığını bildiğim için, öyle "ah okunsun vah eleştirilsin" gibi bir kaygım yok. Yazanlar da kaale alınıyor mu ki?

3 kez sıçradık...
(Hemen araya giriyorum. Şu anda Rusya-İspanya özeti var. Rusya kaleye ilk şutu 89'da attı. Bizim 30'da iki direğimiz vardı. İnsanın içi acıyor işte.)
Evet, 3 kez sıçradı çekirge, 4.cüde sıçtı. Şimdi bu, bir açıdan normal.
Şöyle ki;biz yarı finale çıktık belki ama, bunu yaparken ne düzen, ne sistem, ne belli bir yapı yoktu. Ve bunu bilen ve futboldan anlayan kişi, bu kazanılan başarıyı içine sindiremez. Sevinir ama, işin iç yüzünü bilir. Eksikleri görür.

Bu takımın, son hazırlık maçındakiyle, ilk grup maçındaki kadrosu arasında ne sistem, ne de oyuncular açısından benzerlik yoktu. Grup maçlarında hele hiç yoktu. Fatih hoca'nın fi tarihinde uygulayacağını açıkladığı 2-2-2-2-2-2-2-2-2-2-2-2, pardon fazla gitti, 2-2-2-2-2'den zaten eser yok. Kafasına göre oynadı hoca.
Eğer ortada bir başarı varsa, ben bunu "gaz" ve "iman gücü" kavramlarıyla açıklamayı öneriyorum. Sağı-solu olmayan bir milletiz işte.

Geçen duydum, Fifa, bizim Çek maçını son 50 yılın maçı seçmiş. Haksız sayılmazlar.
Tam 3 kez geriden geldik ama, öne geçince olmadı Böyle de cins bir yapı.

İşte doğru-düzgün oynamadan buraya gelince, o zaman da oynamaya kalkarsan, futbol senin yüzüne çarpar gerçekleri. Bir maç "oynayarak" kupa alınmaz mesela, alamadık da.
İkincisi;karşımızdaki takım, benim yukarda söylediğim bütün meseleleri halletmiş bir takım;bir ekol. Hoca değişimleri filan hikaye. Bu takımın bir karakteri var. Aslında bizim de var da, ona dengesizlik diyorlar.
İşte biz ne zaman Almanya-vari bir yapıya, sisteme sahip olacağız, o zaman başarı gelir ve başarı "içe siner". Önemli olan bu. İyi oyna, yenil, elen. Belli bir duruşun olsun. Tabii Terim sonrarı gelmesi beklenen hoca da Ertuğrul Sağlam'mış. Onla da ne duruş olur ya... Dua okur çıkarız biz sistem yerine.

Evet sakatlıklar, kart cezalıları büyük şanssızlıklar ama, sorunun temeli de belli.Bu gözardı edilemez.
Şu gerçek ki, bu turnuvada yediğimiz halt uzun süre konuşulacak, akılda kalacak. Ama 3 maçı son anda kurtarıp da sonradan yarı finalde "oynayarak" elenmek, bize diğer turnuvalarda başarı getirmez. Bunu düşünmeliler. Fatih Hoca da gidiyor, onun "gaz"ı da yok artık, ne yapacaklarsa.

Serveeet... Serveeett....

“Hocam öl de, öleyim. Şimdiye kadar üzerime düşen görevlerden hiçbir zaman kaçmadım. Yine fedakarlık yapmaya hazırım. Ayağım kopsa da oynamak istiyorum”

Yoklukta Notlar

-Milli Takım bokunu çıkardı. Düdük çalmadan maç bitmez abi. Yediğimiz golden sonra, bütün millet köşedeki köfteciye uçmuştu. Tek izleyen bendim neredeyse. Benim "gooaaallksndslnasnald" şeklindeki hönkürüşüme geldiler. Penaltılarda ise zaten "Yenebilir miyiz?" diye düşünmedik ki. Biliyorduk böyle olacağını.
Sonrasındaki geyikler daha fena. Henüz az önce bir arkadaş şunları söyledi:"Abi, Almanya maçında 0-5 geri düşeriz, sonra da 6-5 yapar finale çıkarız nedir ki yani". Daha ne.

-Herkesin kendine göre bir gerçeği olması, bu dünyanın en büyük aldatmacalarından bir tanesi. Bu yanılsama yüzünden Dünya bu halde. Gerçek birdir. Ama ego var ya işte ego... Bu farklı görüşler silsilesi bittiği zaman sorun kalmayacak işte.

-Tabi yaa...

Melo: Takas ya da sadece "Danışma"


Şu anda bu satırları okuduğunuza göre Carmelo Anthony'nin polisle ne kadar başı belada olan bir tip olduğunu da biliyorsunuzdur. Bir buçuk ay önce, play-off'tan elendikten hemen sonra bu paşamız sarhoş ve otun etkisinde araba kullanırken yakalanmış, para karşılığı sarıverilmişti. Bu olaydan sonra Nuggets yetkililerinin de tabii ki bakış açısı biraz değişti, hatta takası her zamankinden daha fazla düşündükleri iddia edildi.

Bugün Melo ve menajeri Nuggets ofisiyle bir araya geliyor. Amerika basını takas da takas diye tutturmuş durumda. Özellikle ESPN cephesi. Menajeri de çıktı, "sadece tutuklanma olayı görüşülecek" dedi. E tabi müşterisinin takasını görüşmeye gittiğini söylemeyecek ya...

Kişisel görüşüm Melo'nun önümüzdeki sezona Nuggets formasıyla başlamayacağı. AI da kalıyor, cap space olayı aştı. Eğer Miami'ye gelirse draft sonrası bir takasla kimse şaşırmasın, benden söylemesi.

Nah Ronaldo

23 yaşında Dünya kupası dışında bütün kupalara erişmek erken olurdu değil mi? Beklesin az daha.
Arda vs Ronaldo mücadelesini izleyemeyeceğiz FlyingDutchman'ın dediği gibi. Bir dahaki en yakın turnuvaya artık. Cl'de filan mesela önümüzdeki sezon.

Almanları Portekiz'e tercih etmezdik tabii ki. Daha sağlam takımlar. Portekiz favoriydi ama Hırvatların çıkışı belki de, onların yolunu kesti. Gerçi formda Hırvatistan da ters gelirdi bunlara ama, bu kadar olur muydu? Sanmam. Portekiz-Hollanda finali olmayacak, çok istiyorduk. Hollanda-Almanya finali olsun bari, ezeli rekabet. Daha bir güzel olur.

Bizimkiler yine mucize peşinde mi koşacak acaba. Son 2 maçta kalp hastalığına tutulma riskim arttı, daha da artmasını istemiyorum doğal olarak. Daha normal bir maç olsun, ne olur. Ben böyle diyorum ya, inadına penaltılara kadar gider.
Normal şartlarda bunları yenme ihtimalimiz yok mu? Var tabii ki. Ama Servet'siz daha az, o kesin. İlaveten ortada Aurelio yok. Yerine Ayhan ya da Hamit oynayacak. Bu Gökhan Gönül'ün sakatlığı takımı nasıl etkledi görün. Sabri'ye güvenemiyoruz sağ bekte, onun yerine Hamit'i koyuyoruz. Ortaya Hamit'i koyamıyoruz işte. Böyle de garip işler. Sabri'nin Çek maçının son 15 dakikasındaki oyunu garanti olsa, gözü kapalı koysun Fatih Terim. Sağbek tercihi çok kritik.
Yine farklı bir 11 çıkabilir. Hadi biz her maç değiştiriyoruz takımı, sakatlık, tercihler vs. Ya İtalya ve Fransa nasıl olacak? Gruptaki 3 maçta da her müsabaka takımın yarısı değişti. Ulan bizim yapımız belli değil, sistemimiz yok tamam da onlar öyle mi peki? Donadoni de Domenech de adam değil diye sallayayım bari, Ahmet Çakar usulu olsun.
İspanya İtalya'yı fena yapar son duruma bakarsak. Toni 4. maçta da kaçırmaya devam ederse, Bayern bile kapının önüne koyar, Gomez'in işini bitirmeye bakar. Bu kadar da kaçırılmaz, Hakan Şükür'ün nesi bu ya.

Rusya'yı doğru düzgün izleyemedim ama, çok iyi diyorlar. Bakalım, Hollanda-Rusya maçı turnuvanın en iyisi olabilir diyorlar. Olsun da şöyle futbol orgazmı geçirelim be hacı.

Fikstürü yapanı siksinler. Niye çapraz eşleşme yok ya. Mesela biz yarı finale çıksak, Portekiz de çıksa, büyük ihtimal yine bize kayarlardı. Ne anladım ki o zaman ben.


Finaller hakkında yazmayacağım, ne gerek var ki? Nasıl ki biz ilk maçı Sıteyplıs Sentır'da 20 sayıdan verdik, Lakers da 4. maçı öyle vermeyecekti abi. Bazı yazısız kuralları var bu işlerin. Dikkat edeceksin.

Amma ağladın be...


Şimdi, bu Doc Rivers denen "şampiyon koç"un bu hafta içinde üçüncü kere ağlayışını görüyorum. Şampiyon oldular diye şimdi ağlıyor, babasının ölümüne babalar gününde ağladı, çocukluğunu anlatırken Steward Scott'a ağladı. Ağladı da ağladı. Bir de "savunma hücumu yener"miş. Babamda zaten Paul Pierce, KG ve Ray Allen. Öyle olsa Bobcats'e savunma yaptır, şampiyon olsunlar. Olur.

NBA 07-08 Şampiyonu Boston Celtics

Maç bitmeden yazıyorum bu yazıyı. 3. periyodun ortası. Evet, erken. NBA bu, basketbol. Neler görmedik ki, ne geri gelişler. Ancak bu akşamki Lakers'ın bırakın geri gelmeyi, sıçtıkları boku silmeye halleri yok. Kobe iyi başladı dedik- ki bunu geçen maçta da dedik- sıçtı batırdı. Fark 27 şu anda. Lakers'ın hücum ribauntu yok, asist top kaybı oranı 8/13. Diğer tarafta Celtics 10 hücum ribauntu çekti, 12 top çaldı, 21 asist ve 5 top kaybı yaptı. Bu maç dönmez, sezon biter... Hayırlı olsun Boston taraftarlarına. Çok istedik Lakers, olmadı. Hatta olmadı değil, yapamadınız. Bunun sonucunda herkes Phil'e yüklenecek. Belki de haklılar. Kendisi belki de bırakmanın daha doğru olacağından bahsediyordu sezon ortasında. Kobe de maç önceleri "Ben Lakers'lıyım," dedi hep ancak Ağustos gibi "I wanna get traded. I feel like I have accomplished all I can for this franchise." derse şaşırmayın. Bizden ayrılmayın, lappapla kalın...

Arda Vs Modric


Modric'e 23 verdiklerini duyunca "Arda da 50 eder" demiştim. Kader işte, karşı karşıya geldiler.
Maç analizi filan yapacak halim yok. Zafer sarhoşu kabilinden "mucize sarhoşu"yum.
74'te "böyle hocanın, takımın, sistemin ta..." diyorduk yanımdaki arkadaşımla. 75'te Arda attı. Sonrası korkunç bir yükleniş.
87'de Nihat attı, penaltılara götürdük diye delirdik, 89'da ise...
Orası işte bulanık. Havadaki sandalye ve masaları hatırlıyorum. Bomba patlamışcasına çıkan sesi hatırlıyorum. Kırılan bardakları hatırlıyorum.

Bu iş, sistemle, çalışmayla filan açıklanamaz. İman gücü gibi bir şey. Son 20-30 dakikada sahadaki dizilişi bana kimse açıklayamaz. Ama kazandık işte. Deşmemek lazım. Otur keyfini çıkar.
Turnuvada 2 tane geriden gelip kazanılan maç var, ikisi de bizim. Ve ikisi de son dakikada atılan gollerle. İnanılmaz yav, korkunç.

Objektif bakınca Hırvatlar yer bizi, bir ton sakat filan ama, görüyorsunuz işte. Olacaksa oluyor.

Hamit Altıntop'a burdan özel teşekkürlerimi iletiyorum naçizane. 3 asist de ondan. Kimse pek farkında değil ama neyse. İşte insanın Bayern'de oynayan oyuncusu olunca böyle oluyor caaanım, diyip övünerek de yazıyı bitireyim.

Hocam...


Kazım'ı aldın oyuna hocam, golden 2 dakika önce o orta yapacağına topa öylesine vurunca da bu hale geldin. Etme bulma dünyası...

El Turco


İlk yarı iğrenç bir oyun, pozisyonsuz bir maç. Doldur Koller'e eleman vuramasa da faul olsun, İsveçli hakemin niyeti belliydi zaten. 11 Çek artı 1 İsveçli.
İkinci yarı başladı, iyi oynuyoruz dedik, Arda dominasyonu başlamıştı. Derken ikinci gol geldi. Emre Güngör sakatlandı, yerine Aşık girecek. Faul oluyor hakem paşa oyunu durdurup değişikliğe izin vermeyince ters taraftaki bek Sabri iki oyuncunun arasında kalıyor stoper orda olmadığından, ve gol. Plasil, 2-0. Bu dakikadan sonra dedik 75'e kadar atarsak çeviririz maçı. Peşinden bir direkten dönen top, Aşık'ın dallamaca uzaklaştırma çabaları arasında yarılan bir kafa ve girmeyen top. Bundan sonra Hamit istediği yer olan sağ içe kayınca akınlar gelmeye başladı. Kazım Kazım Kazım Kazım sıçtı, batırdı. Allahtan Arda ve Nihat oradaydı. İlk golde Arda'nın bitiriciliğini ne kadar geliştirdiğini gördük. İkinci golde Hakan, Nihat ve Ümit Karan hariç hiç bir Türk forvetinin takip edemeyeceği topun nası gol yapılabileceğini, Cech gibi bir kalecinin korkulacak bir tarafı olmadığını, her şeyin yukarıdakiyle bağlantısı olduğunu sindirdik. Üçüncü golde ise beceri ön plandaydı. Boşu boşuna "El Turco" olamamıştı Kahveci. Aldı, döndü, iki dripling, sağ ayağının içiyle mükemmeli gördü. Tam "Allah Allaaaah.." kıvamına geldik, Volkan denen kişiliksiz kalecimiz durup dururken kırmızı kart gördü, Tuncay'a verdik eldivenleri. "Koca turnuva bir şey yapamadı belki bir top kurtarır," diye. İşte Koller küfür etmiş de, tutamamış da. Bak hacı, burası Türkiye Kupası değil, oynadığın takım Fenerbahçe hiç değil. 80 milyon sana bakıyor, senin yaptığın bu hareket tura mal olsa ne olacaktı biliyorsun değil mi? Bence bilmiyorsun, neyse. İyi kaleciliğine laf yok ancak kişilik açısından daha çoook olgunlaşması gerekiyor Volkan "Tikky" Demirel'in. Şimdi takımına ağabeyi Rüştü'ye bakacağız, gaza geldi filan ama ne kadar hazır burası soru işareti.
Luka Modric- Arda Turan karşılaşması da ilginç olacak.

Aforizmalar


Uzun zamandır Hoca'ya hasrettik. Daha doğrusu ben hasrettim. Epilepsi ile Orgazm'ı alamamıştım mesela, ondan ara uzadı. Geçen dergileri alırken, bir de kitap alma fırsatı oldu. Rafta gördüğüm gibi atladım.
Hoca'nın kitaplarındaki aforizmaları veya o tip cümleleri toplamışlar. Ve çok da iyi etmişler. Türkiye'de birkaç kişinin böyle bir çalışması çıkar zaten, biri de Yalçın hoca.

14 başlık altında toplamışlar aforizmaları. Devrim, Sosyalizm, Aşk, İnsan, Edebiyat ve Felsefe bunlardan bazıları. Kısacası, gidip alıyorsun okur, hadi anam.

Abla

Hüseyin ile birlikte bulunduğumuz sitelerden birinde bir ablamız bize feci sövmüş. Buradan ona cevap verme ihtiyacı hissediyorum. Blogu bu şekilde kullanmak istemiyorum ama mecbur kalıyoruz bazen. Ne yani, basın açıklaması mı yapayım?

Belki zamanında eski dönem Gs hakkında yazarım demişimdir ama, unutmuşuz ne yapalım. Bu ara birkaç şey yazarız inşallah.
Ayrıca belirteyim, o mesele hakkında sadece "babamda posterleri var ehehe" gibisinden bilgiye sahip değilim. Klasik "cahil genç" durumuna düşmeyelim. Kafasını siktiğim gençliği.

Bir de gençler var değil mi? Evet. Mngtnsktğm.

Yola Gel

Ronaldo paşa ne demişler:

"Türkiye, Euro 2008 ’in en iyi futbol oynayan takımları arasında. İsviçre ile oynadığınız maçı izledim. İlk yarıdaki futbolunuzu beğenmedim. Ancak, ikinci yarıda sahada bambaşka bir Türk Milli Takımı vardı. Oyuna sonradan giren oyuncular sayesinde milli takımınızın futbolu değişti. Daha çok pas yapmaya başladınız ve daha atak oynayıp golü düşündünüz.

O maçta Arda’yı çok beğendim. Tıpkı bizim Deco gibi teknik kapasitesi çok yüksek. Yaşının genç olması da en büyük avantajı.

Çek Cumhuriyeti, fizik gücü yüksek oyunculardan kurulu. Sionko, Ujfalusi, Plasin, Jankulovski üst düzey oyuncular. İki takım arasındaki tek fark fiziksel özellik. Çekler daha fizikli. Türkler ise daha teknik. Pazar günü süper bir maç daha izleyeceğiz. Türkiye-Çek Cumhuriyeti maçının galibiyle, yolumuzun yarı finalde kesişeceğini düşünüyorum."


Öküz Ronaldo adam olmuş, ya da biz ettik.

Hollanda

Maşallah diyerek girelim. Ölüm grubu denilen C grubunda "çıkamaz" denilen Portakallar iki maçtır düpedüz büyülüyor. İtalya'ya 3, Fransa'ya 4... Romanya'ya 5 olur mu? Göreceğiz. Takım halinde iyi oynuyorlar. Van der Sar büyülüyor resmen. Gol yemiyor adam.

Mutu penaltıyı atsa kariyer yalan olurdu. İyi tuttu bari Gigi. "Gigi" de pek yaygın bir kullanım değil ama Amerikan televizyonundaki spikerler sanırım "Gianluigi"yi okuyamadıklarından olsa gerek maç boyu Gigi dediler adama.

Salı Fransa-İtalya var. Kazanan çıkıyor, kazanamayan babayı alıyor. İzlenir, ama izleyemeyeceğim malesef. Bok var yeni öğrenciler geliyor, neyse...

Ösese

Yarın ÖSS var malum. Girecek arkadaşlar vardır mutlaka burayı okuyan. Hepsine başarılar dileriz efendim.
Çok sikko bir sistem zaten, ne yaparsa giremeyenler mi dersin, anne-baba zoruyla bir alan seçtirilmiş ancak diğer bir alanda çok başarılı ve lâkin seçtiği bölüme kafası basmadığından giremeyenler mi dersin, "çok da fiki fiki" deyip de 350ler yapanlar mı. Ama şartlara uyum sağlamak gerek. Gösterin bakalım elinizdekileri. Kendi deneyimlerimden dil öğrencilerine matematik yapmalarını ancak fen kasmak yerine Türkçe ve Sosyal'e zaman ayırmalarını önerebilirim sanırım. Yalnız önemli sınav haftaya. Ona göre.
Okunmuş pirinç filan yutun. Ben yuttum, kazandım. Siz de yutun, siz de kazanın. (Yok daha neler...)

Arda Turan

Sağı solu belli olmayan bir takımız işte. Devrede kaç kişinin ümidi vardı ki? Belki de bizimkilerin burda olmasını sağlayan, şanslarının hala devam etmesini sağlayan bu dengesizlik. İlk yarıda pozisyon yok doğru düzgün. Umut yok galibiyetten, saha göl. Devrede Topal ve Semih giriyor. Biraz daha kıpırdanıyoruz. Sonra Semih'in niye o kadroda olduğunun kanıtı geliyor. O arada bir ödümüz kopuyor. Bu maçı kazanacaksak, böyle son dakika golüyle aşırı heyecanla olacağı belli. Ki öyle de oluyor. Bize rahat yok ki.
Hep şey diyordum, "abi Arda bu turnuvada bir şeyler yapacak, değerini yükseltecek, belki de gidecek" diye. Aha işte oldu.
Yine ite kaka da olsa gruptan çıkma şansımız var. Diğer maç Tuncay oynamasın artık, ayıp yani yeter.

Döner Döndü, İçlerine Kaçtı

Karikatür varmış malum İsviçre basınında, Fatih Terim'i döner üstüne koyup filan. O döner döndü, Arda'nın kramponu oldu.
Yağmur yağdı, seller aktı, arap kızı camdan baktı. Türkler azdı, ama onlardaki Türkler. Hakan Yakın golden sonraki pozisyonu atsa maç bitecek. Önce Nihat'ın ortası, Semih'in Kralvari kafası, sonra hatta en sonda Arda'nın sahne alıp perdeyi kapatması. Pazar günü Çeklerle oynuyoruz. Kazanırsak çıkıyoruz, kaybedersek eve dönüş; beraberlikte ise penaltılar. Allah yardımcımız olsun.

Notlar Filan

-Telekom Asım Pars ve Serkan Erdoğan'ı almış. Çok iyi iki hamle. El-Amin'i kaybettiler belki ama, bu iki transfer onları daha da güçlendirdi. Daha da birilerini alabilirler.

-Final 2-1 oldu. Vujacic çok ekstra oynadı, 7/10 ile 20 sayı. Kobe de biraz daha iyiydi;daha agresifti. Garnett ve Pierce tam manasıyla "bir halt yiyemedi". Toplamda 8/35 attılar;KG orta mesafe işini abarttı. Biz bile kendi maçlarımızda, girmiyorsa bir yerden sonra zorlamayız yani. Son 2 hücumda Kobe yine eli titremeden soktu. Belki de son dakikalarda sorumluluk alma açısından bakarsak gelmiş geçmiş en büyük oyuncu.
Allen çok iyi gidiyordu ama, son anlarda şutlarını sokamadı. Zaten bu maçı tek başına aldırması da zordu. Lakers'ta da berbat olan birileri vardı:Gasol, Odom ve Radman. Gasol ilk sahaiçi isabetini neredeyse bitime yakın buldu. Diğer ikisi de faul problemi yüzünden sahada kalamadı doğru düzgün.

2 takımda toplam 4 oyuncu çift hanelere ulaştı. Hele Boston'da bu uzun süre birdi, sonlara doğru KG oldu 2. oyuncu.

-Dün Ibra gözümüzü şenlendirdi. Belki de turnuvanın ilk maçlarının en güzel golünü attı. O vuruşa cesaret edecek 2-3 adam var işte Dünya'da. İspanya da takımın turnuva tarihindeki en farklı galibiyetini aldı. Fabregas ve Xabi Alonso yedek, orta sahaya bak. Villa da gol kralı olur artık herhalde.

-Onu demişken;geçenki 0-3'lük Hollanda maçı da, İtalya'nın Avrupa şampiyonaları tarihindeki en farklı mağlubiyetiymiş. İnsan şaşırıyor duyunca aslında, ama normal. Lig değil ki bu. Öyle ortalama sonuçlarla ilerliyor turnuva. Yine de belki 50 yıla yakın süre boyunca gerçekleşebilirdi bu skorlar.

-Bugünkü maçtan pek umudum yok. Nasıl olsun ki. Arda oynar herhalde artık bugün. Bu adama zerre güvenesi gelmiyor adamın artık, Fatih hoca'ya yani. Çıkıp 5 yer, yine de bir Adanalı havaları, "ben yaptım ulan var mı" çıkışları. Ya, insan bir kere de "evet, ben yaptım, suçlusu benim" filan der değil mi? Hayır işte. Kendisinde bu yok. Her zaman yaptığının arkasındadır. Hep haklıdır vs vs. Sonumuz hayır olsun abi, ne bileyim.
Bir de İsviçre'deki Türklerden biri gol atarsa tam olur.

-Ego denen şeyin allah belasını versin. Siz siz olun, evrensel doğru bile olsa, kimseye bir şey tavsiye etmeyin, "bu böyledir" demeyin. Siz suçlu çıkarsınız sonra. Veya yaptığınız/söylediğiniz kaale alınmaz, üzülürsünüz. Kim ne bok yerse yesin, ceremesini de çeksin. Gördük ki bu çağ, "sence-bence" çağıymış. Yaşa da gör "sence" olan şey doğru muymuş.
"Bence"ymiş, seni sikiyim sen kimsin ulan.

Kafa-Göz

Daha sonra yazacaktım ama, dayanamadım.
Ekşi'ye çok bakan biri olarak, güncel çoğu haberi oradan öğreniyorum. Satır arası ayrıntıları filan da görüyoruz oradan, özellikle bunlar iyi oluyor çok.
Bugün itibariyle oradan gördüğüm 2 hadise. İkisi de aynı programda gerçekleşmiş.

1.
fatih altaylı: şimdi bana gelen mektuplara bakıyorum, sizin facebook'ta bir sayfanız varmış sanırım, biri onu bulmuş, humeyni'yi öven fotoğraflar bulunduğunu söylüyor?
kız: ee evet, ben seviyorum humeyniyi yani
- neden seviyorsunuz?
- neden sevmeyeyim ki, iyi bir insan olduğunu düşünüyorum
- peki atatürk'ü seviyor musunuz?(diğer kıza dönerek)
...
- humeyni'yi seviyor musunuz denildiğinde hiç düşünmeden cevap veriyorsunuz, şimdi neden sustunuz?
- başıma bir iş gelir mi? bu ülkede atatürk'ü sevmeme hakkı var mı insanların? başıma bir iş gelmeyecekse atatürk'ü sevmiyorum

Bunu söyleyen dinci bir hanım kızımızmış. Surat ifadesini bile tahayyül edebiliyorum. Böyle ateşli ateşli konuşan, suratsız, gudubet bir şeydir.
Tabii bunları okuyunca deli oluyoruz ama, maalesef kabul etmek gerekir ki böyle bir kısım insan var ülkemizde. Yani pasif dincilikten öteye geçip, böyle düşündüklerini bazı platformlarda aşırı sesli şekilde dile getirme cesaretine sahipler. İnanılmaz bu. Ama yazık ki ülke bu şartlara geldi.
Bunu düzeltmek bizim görevimiz. Hepsi imha edilecek. Umrumda değil, benim insanımmış. Bunları söyleyen benim vatandaşım değildir, sikime kadar.

2. Yine o programdan bir ateşli dinci kızın cümlesi:"belki yabancı manda altında daha özgür olabilirdik, inançlarımızı daha iyi yaşayabilirdik.".
İşte bunlar, babaları dedeleri tarafından Türkiye'nin kafir memleketi, Atatürk'ün de deccal olduğu öğretilen acınası gençler.
Nasıl oluyor da, Humeyni'yi övüp, Atatürk'ü sevmiyor diyoruz öyle değil mi? Ama var işte, insana ne verirsen onu alır. Bu kız doğduğundan beri aşırı dinci cemaatlerin içinde yetişmiş. Aldığı eğitim belli. Normal yani bir nevi. Ha bir yandan -ne bir yanı gerçek bu- sıçış ama, nasıl olduğunu biliyorsanız, anlayabiliyorsanız, biraz daha çekilir hale geliyor. Hallolunca sorun kalmaz.

Bir tarafım deli oluyor, diğer tarafım da "oğlum, var böyleleri. Nasıl olduğunu da biliyorsun, sakin ol" diyor. İkisinin arasındayım. Bilemiyorum.

Zeytinli Rock Fest

Canımız festivalimize kimlerin katılacağı açıklanmış. En azından bir kısmının. Hayko yine var. Pentagram da var geçen seneki gibi. Yüksek Sadakat var, bu kez 3 yıl önceki gibi küfür yemezler sanırım ve umarım.
Gökçe gelecekmiş, "popçular dışarı" diye laf yer garibim.
Yabancı grup gelecek deniyordu, kim gelecek hala merak konusu.
Ben gider Hayko'yu izlerim, gerisi sikimde olmaz. Pompei izlemeye niyetim yok.

Sago vs Rap

Bu Sago ile ne yapacağız bilmiyorum. Kendisini ne kadar seversek, o kadar arıza çıkarıyor sağolsun.
Daha önce atışmaları sonucunda Ceza'ya dava açmıştı, sonucu nedir bilmiyorum. Pek bir şey de çıkmamıştır, çıksa duyardık.
Şimdi de Fuat'a dava açıyor kendisi.
...
Bu adam Rapçi. Türkiye'de Hiphop denen nanenin en önde gelen isimlerinden biri, ve bir rapçi kendisine diss attı diye dava açıyor-hem de ikinci kez. Bebek misin?
Yaptığınız şey pop müzik değil, rap yapıyorsunuz siz. Adam ana-bacı girse, sen kaleminle yanıt vereceksin. Hem senin bir lakabın da "Cümle Mühendisi" değil mi? Konuştursana o zaman cümlelerini. Tabii benim bu söylediklerimi hazretin duyması mümkün değil ama, olması gerekenler bunlar. Yine Kolera'nın başının altından mı çıkıyor bunlar ne.
Git diss at, olmadı bir daha at, o da olmadı bırak. Uğraşma. Anlamıyorum ki ben, bunlar underground'daki veletler filan değil. Yol yordam bilen adamlar. Dava açmak da ne? Keşke burada da Gangsta rap yaygın olsa diyor insan, gider vurur mesela en azından. Bunu Abd'deki elemanlara söylesen, götleriyle gülerler.
Hiçbir şey değil, adam güvenilirliğini yitiriyor. Sen istediğin kadar iyi müzisyen ol, böyle sıçtığın sürece nasıl olacak ki?

Euro 2008-2 Sonunda Futbol!!

İlk 2 gün çok kaliteli olmayan maçlardan, hele de bu maç öncesindeki aşırı monoton Fransa-Romanya maçından sonra, ilaca kavuştuk. Zaten iyi maç olmasını bekliyorduk evet ama, beklediğimizden de iyi geçti.
Hollanda belki total futbol'ün kıyısından geçmiyor, belki hakim sisteme yakın oynuyor ama, oyuncu kalitesi farkı belirliyor bir şekilde. Veya belirledi diyelim. Artı, doğru zamanda doğru işi yapmak.
2. gol, tam derslik bir kontraatak golü. Çizgiden Gio çıkarıyor, Van der Vaart'a veriyor. O da soldan yardıran Gio'yu görüyor. Gio sağ tarafa uzatıyor, oradaki Kuyt da içeri hareketlenen Sneijder'e ortalıyor, Sneijder de çok şık vurarak golü buluyor. Tam bir kontra harikası gol.
İlk golde ofsayt var gibi ama, demin nerde okudum bilmiyorum, orada dediği gibi Hollanda öyle oynadı ki, gerek kalmadı o pozisyonun tartışılmasına.
İtalya çok mu kötüydü Hayır. Ama özellikle 2. yarıda ele geçirdikleri pozisyonları değerlendirememeleri onlar için büyük talihsizlik oldu. Hele 3 dk içinde Grosso ve Toni'nin yakaladığı pozisyonlar. Üstüne bir de, Pirlo'nun frikiğinden dönen topun gol olması tuz biber ekti ve maç orda bitti.
Peki kağıt üstünde Hollanda'nın en iyi savunmacısı gibi görünen Heitinga niye 11 başlamıyor?
Kuyt bütün sene yattı, şimdi ne oldu da gaza geldi? Ben Benitez'in yerinde olsam, kampa girer döverim.
Sonradan giren Afellay da, şans verilse neler yapacağını gösterdi. Aslında Ruud'suz, böyle 4-6-0 gibi bir şey deneyebilir Hollanda ve çok rahat da oynabilirler. İlerde Van Persie veya Robben serbest oynar misal. Denenebilir.
Sneijder de çok iyiydi.
İtalya'nın orta üçlüsünü tamamen Milan'dan alması Aceto üstadın dediği gibi "hizipçilik". Ayıptır. De Rossi-Perrotta-Aquilani üçlüsü yedekte oturmakta.
Camoranesi-Di Natale ikilisi de ilk maç için en azından, acayip vasat kaldılar. Gördük ki Grosso bu takım için çok çok önemli ve 11 oynamalı. Panucci kesilebilir, veya ortaya alınabilir.
Materazzi yine güven vermiyor. Çıkınca birçok italyan rahatlamıştır eminim. Nerde Cannavaro-Nesta, nerde Barzagli-Materazzi. İtalya'nın beklerinin değişken olması büyük avantaj, dün maçta da bunu kullandı Donadoni mesela.

Görünen o ki, ölüm grubu'ndan çıkanlardan biri belli. Hele de Fransa'nın o halinde. Hollanda sanıldığından daha iyi geliyor.

Beklenen oldu, Arenas Free Agent


Az önce Wizards'ın yaptığı açıklamayla gündem tekrar değişti. Gil-Zero kontratının son yılını iptal etmiş, bu hak vardı zaten elinde. Ancak kendisi Jamison'un kalması durumunda kendisinin de kalacağını hatta ücretinde indirime bile gidebileceğini belirtmişti. Bu Jamison'a da yol göründü mü demek onu zaman gösterecek. Bu yaz cap boşluğu doğacak çok takım var. Hangi takım alırsa alsın Arenas'ı bir gömlek atlar arkadaş.

Aceto Geri Döndü

Hepimizin ustası, futbol topunun sevgilisi Aceto Balsamico geri döndü. Geçenlerde yorumlarda yapılan şerefsizlikler yüzünden dükkanı kapatan usta ısrarlara dayanamayarak bir güzellik daha yaptı. Açın bakalım neler varmış:

Aceto

Yorum

Her yerde var bu. Bir haberin ya da postun altına yorum girmek. Yararlı, iyi, güzel. Yapıcısı ama. Aceto ustanın neden dükkanı kapattığı önümüzde. O kadar toptan anlamayan adam var ki ülkede, adam aptal saptal yorumlar yazıyor, üstte isim şu "futbol uzmanı- eskişehir." Bundan adam olmaz, futbol uzmanını bırak. Efendi olun, düzgün yorum yapın. Herkes teknik direktör, herkes koç zaten bu ülkede anasını satayım.

Saf

Bugün Uykusuz ve Penguen'i aldım. Geç oldu gene ama, ne yapalım.
Uykusuz'un kapağında şu cümle var: "Emniyet, Mit ve Jandarma'nın istediği herkesin telefonuna gizlice ulaşabildiği ortaya çıktı.".

Tabii bunu okuyan ortalama gencimiz veya ortalama vatandaşımız, "vay anuna goyim, şerefsizlere bak" diyebilir ama, bu çok uzun zamandır var olan ama az kişinin bildiği bir gerçek. Dahası, bu durum bütün dünya için geçerli. Gerekli güce sahip merciler, istedikleri herkesi dinleyebilir, takip edebilir. Avucunun içinde tutar. Hiç zor değil.
Ayrıntı isteyen gider okur, öğrenir. Zor bir şey değil, isteyen bulur.
Sisteme karşı olan herkes, bu yollarla olsun, daha gelişmiş veya daha "sert" yollarla olsun bir şekilde susturulur. İşler böyle yürür.

Alev Alatlı'nın bir röportajında söylediği cümle vardır, hiç aklımdan çıkmaz:"Dünya'yı bilmeyen, Dünya'nın maskarası olur". Bu cümle, yaşadığınız dünya ile ilgili duyabileceğiniz en gerçekçi, sert ve vurucu cümledir.
Birçoğumuz (çoğumuz mu demeliydim) Dünya'da işlerin nasıl yürüdüğü hakkında en ufak bilgiye sahip değil. Bunun 2 türlü yansıması var:1. Kendi hayatımız. 2. Dünya'nın gidişatı.
Birincisine bakacak olursak, şöyle söyleyebiliriz:Bilgi, genelin hayatında küçümsenen bir öğedir, lüks olarak görülür. Halbuki o "lüks" bizi kurtaracak olan şeydir.Kurtarmak burada, daha iyi bir hayat manasında kullanılıyor. Bu dünyaya kendi özümüzü keşfetmeye geldik, bunu yapamadığımız sürece de defalarca sefil hayatlar yaşamaya mahkum oluruz. O "keşfin" yolu da bilgidir.
İkinci olarak, Dünya'daki kendi benliğini keşfetmiş insan sayısı çoğaldıkça, bu gezegen de daha iyiye gider. Doğal süreç yani. Bu yerküredeki kişiler bizsek, biz belli bir seviyeye gelemeden, işler düzelemez. Seviye yükseldikçe gidişat da olumlu etkilenecektir.

Ulan ben bunları diyorum da, benim ülkem ne zaman adam olacak? Bilinmez. Daha en basit gerçekler bile bilinmezken, nasıl kendini keşfedecek? Olacak, ama ne zaman?
Toparlayayım bari yav. Demek istediğim şu:o dinleme olayı mesela, çok basitçe, öğrenebileceği bir bilgi insanların. Ama ancak tutup da dergi veya gazete başlıklarından duyuluyor. Sonra da şaşırılıyor. Ne bileyim, bu kadar vahim olmamalı ya.
Ama gidip bi kahveye muhabbeti dinlesen, herkes çözmüş bu ülkeyi. Bir sik bildikleri yok halbuki.

Size bir örnek bu dinleme konusunda. Annem belediye'de çalışan biri. Geçenlerde bir mevzu oldu bel. başkanı ile ilgili. İfadesini aldılar annemin. Akşamüstü bir yeri arayacaktık. Telefonu bir kaldırdı annem, sesler geliyor. Bazı adamlar konuşuyor vs. Aha dedik, dinliyorlar. Dinlenecek bir şey yok tabii bizde ama, görün işte. Ufak bir ifade sonucunda bile dinlemeye girişiyorlarsa, devlet büyükleri, milletvekilleri, askerler, bürokratlara neler yapmasınlar.
Daha bir şey söylemeye gerek var mı?

El Kol

Geçenlerde yine, Sago'nun kliplerde bocaladığını yazmıştım. Sago bu konuda ne kadar kötüyse, Ceza o kadar iyi. Mesela son klibi "Hiç yok deme hit çok" bu mevzuya güzel örnek. Becerebiliyor ve yapıyor. Sago ise diretiyor. Kötü.

Euro 2008-1

İlk gün yayın karmaşasıyla geçti. Halen kafam karışık diyebilirim. Uyduda var şunda yok, Digitürk'te var, bunda yok vs.
Şükür bütün maçları Atv'den izleyebileceğiz;bu, en azından turnuvanın genelini izleyeceğimiz anlamına gelir.
İlk maç feci sıçtık. Sahaya çıkan kadronun söylenen veya, hazırlık maçlarındaki kadroyla zerre alakası yoktu. Fatih Terim'in bi' 2-2-2-2-2'si vardı, ne oldu ona?
Devre arasında Tuncay'ı çıkarıp Arda'yı sokacak milyon kişi sayabilirim size. Ama Terim onlardan biri değilmiş demek ki işte. Yazık. Kazım tercihi riskliydi ama, çok da kötü sonuç vermedi. Puan getirecek asist filan yapsa, Fatih hoca deha olurdu, o ayrı.
Mevlüt neden çıkarılır devrede? Beklentimiz vardı oysa ki.
İlk maçta yenilmezsek şansımız olurdu demiştik, azaldı şans işte. Diğer taraf da berabere çıkmadı.
Arda ilk 11 çıkmazsa işimiz var demektir. Hoca'nın Galatasaray'a garezi olduğunu ciddi ciddi düşünmeye başlayacağım artık. Karan'ı, Güngör'ü kadroya alma, Arda'yı 11'e alma...

Yine de hezimet olmamasına sevinmeliyiz bir yandan, öyle olsa iyice moraller bozulurdu. Ki hezimetin de kıyısından geçtik yani.

Almanya hakikaten rahatça final yapabilecek gibi. Podolski'yi sola koyma düşüncesi harika, meyvesi de alındı zaten. Yedek orta sahaları Hitzlsperger, Schweinsteiger ve Borowski. Berekete gel.
Avusturya-Hırvatistan'ı izleyemedim ama, Avusturya beklenenden fazla zorlamış. Grupta dengeleri değiştirebilirler demek ki bir ihtimal, çıkamasalar bile.

Bugün ölüm grubu'nda sıra. 21.45'te Hollanda-İtalya. Of of. Hollanda bunu almalı gruptan çıkmak için. Kadroyu da merak ediyorum, nasıl çıkacaklar.

Jim McKay (1921-2008)


12 Olimpiyat. Dile kolay. Amerika'nın Kenan Onuk'u bir yerde. Dün ölmüş. Nur içinde yatsın. Yüce İsa onu korusun. (!)

Fatih Terim Düşerken

4-1-4-1 dedin, tamam dedik hocam. Biz seni oyuna yerinde hamleleriyle tanıdık, "şehir kırosu" olarak sevdik, hak edene formayı verirdin, böyle bildik. Olmadı Fatih Hoca. Arda kenarda otururken Kazım Kazım Kazım Kazım olmadı. Oyuna müdahale açısından 90 dakika sahada kalan Tuncay Şanlı olmadı. Kıyafet açısından cart turkuaz eşofman olmadı. Fatih Terim takım elbisesi ve gömleğiyle çıkardı turnuvalara çünkü. Formayı hak edene verme olayını geçiyorum zaten hikaye.

3 şutumuz var kaleye, Portekiz'in üç şutu direkten dönmüş. Ronaldo zaten folloş etti, Simao ha keza. Çok geride başladık, kontra atak hiç yoktu, geride başlamanın en önemli olayı olan yavaş yavaş ileriye dönmeyi beceremedik. Mevlüt'ü oyundan alıp Sabri'yi koyduk. Sakatlık mı artık ne bilmiyorum. Şartlardan dolayı Arda giremedi. Kazım ve Tuncay zaten geziyordu o ara. Ronaldo'nun o frikikte iyi ölmedim. 4 puanla çıkma gibi bir şansımız yok değil ancak Çek Cumhuriyetinin bundan sonra puan almaması gerekiyor. 6 puan yine garantiler gibi. Olur mu? Zor.

Başlar

Avrupa Şampiyonası bugün başlıyor. Biz de bu lappap'a blogda yer vereceğiz.

Kupayı ya da Babayı


Son an gelene kadar yazmak istemedim. Biraz da havaya gireyim de öyle yazayım amacıyla. Belki de iyi değil bu, zira maça 28 dakika var ve yazacağım her şey 2 saat içerisinde yüzüme vurulabilecek konuma gelebilir.
Bildiğimiz gibi Boston Celtics-Los Angeles Lakers finalin adı. Şu anda televizyonda, orada burada gördüğümüz, bu işi yapan nesile NBA'i sevdiren seri tekrar karşımızda. Boston ev sahibi avantajına ve sadece üç oyuncudan çok daha fazlasına sahip. Rondo'suz, Perkins'siz hatta PJ Brown'suz bir Celtics buralara kesinlikle gelemezdi. Şu "Big Three" olayına da karşıyım aslında. Çok büyük bir haksızlık bu geçmiş zamanın "Big Three"sine. Celtics tarafında X-Factor denilen farkı yaratacak oyuncu kesinlikle Rajon Rondo. Kalitesini belli etmiş oyuncular zaten belli bir katkıyı yapacaktır ancak o oyuncuların eline baktığı gard da Rajon Rondo. Kevin Garnett artık iyice hücumda tek yönlü olmaya başladı. Kıçına kadar girip elini kaldıracaksın; girerse girer, girmezse yaşadın. Ray Allen son zamanlarda açıldı ama her an bi' "fıssss" sesi gelebilir. Paul Pierce ise her zamanki gibi bir numaralı skor opsiyonu olacak. Garnett yüzük kazanabilecek mi? Ligin en iyi şutörü Ray Allen neler yapacak? Paul Pierce senelerce lottery takımında kalmanın ödülünü alıyor mu? Bir buçuk hafta sonra belli olacak.

Melekler şehrinin temsilcileri şu ana kadar mükemmeller. Houston, Utah ve son şampiyon Spurs. Şimdi ise Keltler. Ligin en değerli oyuncusu, belki de (belki de mi?) son jenerasyonun en iyi oyuncusuna sahipler. Lamar Odom ve Derek Fisher'dan gelecek olan istikrarlı katkı ve Pau Gasol'ün ne kadar konsantre olacağı seriyi Lakers adına belirleyecek şeyler. Kobe yine Kobe olacaktır.

Benchlere baktığımızda Lakers'ın büyük üstünlüğü olduğunu görüyoruz. Zaten ligde benchten en çok katkıyı alan takım kendileri. (Spurs'ü saymıyorum. Adamların yıldızları yedekten geliyor, sonra "en iyi bench bizde." Hee tabi, Horry filan.) Aslında bana göre Lakers'ı öne koyan bir numaralı faktör Zenmaster. Sonra da Kobe'nin Shaq'siz şampiyonluk kazanma arzusu. Bekleyip göreceğiz. Kartlar karışsın, yeniden dağılsın... Ne alemde bakalım üstü toz kaplı final rekabeti.

Köprüden Karşıya Geçmek

Denge, insanoğlunun icat ettiği en vahşi kavramdır. İp cambazının kendini en iyi hissettiği an, kendini ağa bıraktığı andır oysa. sırat köprüsünden, beslenmeye kadar denge her yerdedir. Dünyanın en sağlam alarm sistemi. Bütün dengesizlere karşı. En ufak harekete, yanlışa duyarlı... Oysa hayatlarının belli dönemlerinin her saniyesini aşka verebilenlerse gerçekten yaşarlar. sadece sevgilileri ve kendileri. Başka hiçbir şeyle ilgilenmezler. Yüzde yüz aşk! Dengesizlik, gerçek duygusunun ve gerçeğin tek kapısıdır. Dengeyle hiçbir yere varılmaz. Ancak düşmeyi bilenler köprüden karşıya yüzülerek de geçilebileceğini öğrenir. Belki cennete, belki ipin gerildiği karşı tarafa varılır dengenin sonucunda, kabul ediyorum. Ama düşmemek için verilmiş mücadelelerin acısı ve tedirginliğiyle... (Kinyas ve Kayra, Hakan Günday, 2000, sayfa 197)

Toprakta Nadal


"Parkede Kobe, toprakta Nadal."

Hele de o çift el paralel backhandleri yok mu...

Koçsuz Pistons

Üç senedir konferans finalinin arkasının gelmemesi beklendiği gibi Flip Saunders'ın başına patladı. Rasheed'in sorumsuzlukları, Billups'ın iyileşti dense de bir türlü iyileşememesi, ofisteki yanlışlar... Hepsi bir kenara bırakıldı ve kollektif spor dallarında en çok görülen hadise tekrar yaşandı. Hocayı yollamak. Detroit yardımcı antrenör Terry Porter'ı getirmek istiyormuş, Phoenix'le de adı anılıyor adamın. Saunders'ın da iş bulması biraz zor olacak gibi, zira Mavs Carlisle'ı getirdi, Bulls Doug Collins'le ha imzaladı ha imzalayacak. Phoenix bir şans olabilir belki de ancak oraya da sistem uymaz. Zaten Kerr de açıklama yaptı. Adaylar 4'e inmiş. Spurs asistanu Budenholzer, Terry Porter, Utah asistanı Tyrone Corbin ve Houston asistanı Elston Turner. Bekleyip görelim, daha çok var yeni sezona. Ulan daha bu sezon bitmedi...

Yapma Usta

Ara verdiğinde üzülürdük, şimdi ne yapacağız peki?
Bu işe girdiysek senin sayende be abi. Haklısın filan ama, ne bileyim. Bırakma bizi bir başımıza. Başsız. Sabah kalktığımızda haberlerden önce senin bloga giriyorduk, bir süre daha devam eder bu. Az zaman değil bu işi yaptığımız. Ama artık olmayacak görünüşe bakılırsa. Kimden öğreneceğiz biz transfer dedikodularını, dışarda dönen geyikleri, Katalan basını'nın Barça hocalarıyla dalga geçmesini, genç yetenekleri ve daha birçok şeyi?
Kim dalga geçecek Ertem Şener'le bizle birlikte? Kim Arjantin ligi'ni tek başına Türkiye'de yayınlatabilecek?
Zaten efsaneydin ama, şimdi tam efsane oldun abi. Bütün emeklerin için sağol.

Hacı Sago

Daha önce Sago'nun klip işini beceremediğini yazmıştık. Arşivden okuyabilirsiniz bulup, müzik yazılarından. Yeni albümün ilk klibi Ben Hüsrana Komşuyum'a çekildi ve, geçenlerde kanallara sunuldu.

Anlaşılan bu albümün kliplerinde toptan bir hikaye olacak. Bu güzel.
Ama onun dışında klip yine fiyasko. O bahsettiğim yazıdaki mesele, aynen duruyor. Sago söylediği sözlerin hepsini el hareketleri ve mimikleriyle anlatmaya/göstermeye çalışıyor ve daha önce de söylediğim gibi çok basit kaçıyor. Madem hep aynı şeyler, animasyon klip yapın. Ya da bu klibin yarısındaki o elemanın olduğu hikayeyi genele yayın. Ama bundan sonra da böyle devam edecek gibi bu-maalesef.

İkincisi;o sakal ne...
Tabii ben böyle "çok bilmiş müzik eleştirmeni" tadında konuşuyor olabilirim, kusura bakmasın kimse ama, hakikaten çok kötü duruyor ya. Kimlere benzemiş biliyor musunuz? Hani başı takkeli, şalvarımsı pantolon giyen dindar elemanlar vardır ya, sakallarını böyle yaparlar, aynı onlar gibi. Dinine bağlı olduğunu biliyoruz Sago'nun ama şekle dökmezdi, bu kez öyle bir hamle mi var acep?
Bir de saçla birleştirince Static-X'in solistine benziyor, o da var.

9.72


Çok az takip etsem de, atletizmi severim. Belki diğerlerinden vakit kalmıyor, bilinmez. Paralel olarak da az yer alıyor blogda. Ama şimdi yazacağım gibi gelişmelere yer vereceğim tabii ki.

31 Mayıs'ta yapılan New York Grand Prix'sinde Usain Bolt, 9.72 yaparak 100 metre Dünya rekorunu kırdı. Bundan önce rekor, 9.74 ile Asafa Powell'ındı. Bu arada ikisi hemşo, onu da belirtelim-Jamaikalı yani.
Bolt esasen bir 200 metreci-imiş. Orada da Michael Johnson abimizi zorlayacak dereceleri varmış. Onu bilemem ama, eleman artık 100 mt'ci olarak anılır;boru değil, rekoru 0.2 geliştirdi.

Bu rekoru okuyunca, veya haberdar olunca aklıma hemen, her rekor duyduğumda gelen şey takıldı:Atletizm programlarında rekorlar hakkında konuşulurken, sürekli bunun bir sınırı olduğundan, insanoğlunun limitleri olduğu için bu rekorların bir yerde duracağından bahsederler. Aklıma yine bu geldi. Nasıl gelmesin.
1999'da Maurice Greene 9.79 yaptı-çok karizma abiydi bu arada kendisi, feci kasılırdı. Ardından Eylül 02'de (sonradan doping sebebiyle iptal edildi o ayrı) Tim Montgomery 9.78 yaptı. Sonra Haziran 05'te Asafa Powell 9.77 yaptı; Mayıs 06'da Justin Gatlin, ve Haziran ve Ağustos 06'da yine Asafa Powell bu dereceyi eşitledi. 9 Eylül 2007'de Powell rekoru 9.74'e çekti. Ve birkaç gün önce de rekor yine 0.2 geliştirildi.
Diğerlerini bilemem ama 100 mt gittikçe sınırları zorluyor. Nerede durulur, hangi nokta sınır olur, hala muallakta. Demek ki insan bedeni sanıldığından daha iyisini yapabilecek durumda. Bize de yeni rekorları izlemeyi beklemek düşer o zaman değil mi?

Görünen o ki, Pekin olimpiyatları korkunç bir mücadeleye sahne olacak-100 metrede yani.

Ferdi Elmas Gs'de


Son 2-3 yıldır çok mühim transferler yapan Galatasaray, bir genç yıldızı daha kadrosuna kattı. Hollanda doğumlu ve Ajax altyapısı çıkışlı bir oyuncu olan Ferdi, 05'te Çaykur Rize'ye gelmişti. Geçen sezonki yarım sezonluk Ankaraspor'a kiralık gitmesi dışında orada oynadı. 3 yıllık sözleşmeye imza atmış Ferdi. Bunun 2. senesinde filan gidebilir Avrupa'ya, benden söylemesi.
Forvet kendisi. Ama "Ronaldo" tarzı forvet, yani kanat oyuncusu. Çoğu yerde orta saha diye geçiyor, malum bu "forvet" kavramı Türkiye'de oturmadı henüz.
Görünüşe bakılırsa ya 3, ya da 1 altyapıdan oyuncu karşılığında aldık Ferdi'yi, ki bu yine bir vurgun yaptığımız anlamına geliyor. Müthiş bir transfer Gs için. Milli takım sorunu da yok, o da güzel.
Bir diğer genç yetenek Özer Hurmacı'nın da geleceği söyleniyordu ama, ondan haber yok henüz.

Nette rastladığım bir röportajında, Ferdi Rize için, "daha ofansif oynamalıyız. Ben 4-3-3 oynamayı seviyorum" filan diyor-bu güzel haber. 4-3-3'ü sevmesi tabii ki normal, Ajax'ın bütün altyapı kategorilerinde, A takımdaki gibi 4-3-3 oynanır. Ofansif futbolu sevmesi için de açıklamaya gerek yok tabii. Hollanda ne de olsa...

Bu arada Bjk ve Trabzon da daha haziran gelmeden bir ton adam aldı. Hele Trabzon çok iyi işler çıkardı. Bakalım etkileri ne olacak.

Son bir ekleme:Galatasaray, Kartalspor'un gelecek vaadeden oyuncusu Yaser Yıldız'ı da kadrosuna katmış mayıs ayında. Bir güzel haber daha.


Yazı bitmeden edit:Lan çok resmi bir yazı olmuş, sanki Ntvspor'a haber geçiyoruz, kusura bakmayın artık.

3 Resim Arasındaki Fark




3 "ayrı" milli takım. 3 "aynı" forma. Başka örnekleri de var. 2002'de Çin ve Türkiye mesela.
Biraz daha hassas olabilirler bu konuda firmalar.

Final Zamanı


Haziran geldi, final vakti. En son 86-87'de gerçekleşen Lal-Bos finali, tam 21 sezon sonra yine oynanacak. 11. final olacak bu iki takımın karşılaştığı. Malum, Nba tarihindeki en büyük rekabet neredeyse.

İki tarafta da final veya yüzük açı diyeceğimiz oyuncular var. Kobe'nin belki 3 yüzüğü var ama, Shaq sonrası bir yüzük kazanmak için ne kadar hevesli ve gayretli olduğunu herkes biliyor. Garnett deseniz, Nba tarihinin en büyük, en hırslı oyuncularından ama yüzüğe ucundan bile ulaşamadı şimdiye dek. Sadece Batı finali var. Pierce ve Ray Allen da, son dönemin büyük oyuncularından. Onların da bir finalleri bile yok.

Ben ve tanıdığım birçok Nbasever, bu finalde kim kazansa üzülmeyecek. Çünkü yukarıda da söylediğim gibi, her iki tarafta da çok değerli, yüzüğü hak eden büyük oyuncular var, Nba tarihine geçecek oyuncular.
Hem bu oyuncuların başarı açlığı, hem de büyük rekabetin yeniden dirilmesi, bu finali herhangi bir finalden çok farklı bir yere taşıyor. İşin mali yönü de azımsanacak gibi değil.
Play-Off başladığından beri bu Lakers-Boston finalinin isminin hep zikredilmesi hoş değil akla şüphe getiriyor ama, normal bir yandan. Bir nesil bu oyunu bu rekabetle sevdi, az değil.
O zamanlar olduğu gibi yeniden Nba'in yükselişine katkıda bulunur bu final diyesim var ama, zaten halihazırda Nba'in yükselmesi için birçok sebep var.
Olsa olsa, o büyük rekabeti öğretir gençlere, Nba'in eski zamanlarını öğrenmelesine vesile olur. Bu da çok güzel olur. Bir sporla ilgileniyorsan, onun tarihini bilmelisin ki, daha iyi çözüp kavrayabilesin, özümseyebilesin o sporu.

Final ne olur peki?
İsteğim 4-3 bitecek olan bir final. Olabildiğince zevkli, mücadele içinde geçsin. O büyük oyuncular basketbol ziyafeti sunsun bizlere. Pierce, Lbj ile olduğu gibi Kobe ile de düelloya girişsin.
Ama olacak gibi görünen ise 4-2 Lakers-benim tahminim yani. Bir kere Boston dışarıda kötü. Son seride 4 galibiyetin ikisini dışarıda aldı belki ama, ben en azından güven(e)miyorum Kelt'lere. Kobe'nin azmasını bekleyin derim ben, yani ilk turda, ikinci turda, konferans finalinde böyle dönem dönem "dinlendi" ya, o olmayacak işte. Son sahne artık, neyin varsa ortaya koyacaksın. O da öyle yapacak.
Boston açısından, son maçlarda Ray'in form tutması çok önemli. Belki ilk turlarda onsuz bir şekilde işleri hallettiler ama, finalde böyle bir lüksleri yok tabii ki.
Bir de isim açısından bakınca oyun kurucu sıkıntısı çekebilir Celtics. Fisher baskın çıkabilir Rondo'ya, şaşırtıcı olmaz bu.

Bir de nostaljik formaları giysinler 1-2 kez, çok güzel olur o da.

Savulun Inter Geliyor


Jose'nin (kuzenim ya kendisi) İnter'e gelişi resmileşti. Şimdi seyreyleyin eğlenceyi.
Olayın 2 yönü var:
1. Takımın ne hale geleceği
2.Yapılacak transferler

Bir kere İnter'in zaten son 2 sezondur İtalya'da at koşturduğunu, pek sorun yaşamadığını, sağlam bir kadro oluşturdğunu düşünürsek (küme düşme, şike mevzuu önemli etken tabii) , bu takım Mourinho'nun elinde çok daha değerlenecektir. Böyle egosu çok yüksek yıldız da yok ortalıkta. En fazla Ibra. Adriano da geri dönmez herhalde, feci papaz olurlar çünkü.

Mesela son haftalarda rehavete kapılmaları ve sonucunda puan farkının kapanması olumsuz ama Jose böyle bir duruma izin vermez.

Yeni sezon için ismi geçenler Lampard, Deco, Drogba, Eto'o ve Carvalho. Bunların sırf ilk üçü gelse İnter'e sezon başlamadan tüm kupaları vermek ve sezonu oynatmamak lazım.
İnter'in savunma rotasyonu iyi ve derin ama biraz yaşlı, o yüzden birileri alınacaktır defansa.

Resim de pek manidar. Jose burda da büyük işler yaparsa, iyiden iyiye tarihin en büyükleri arasına girer.

Pfff

Bu Hüseyin pezevengin teki, gecenin bir vakti tutmuş benim zamanında yazdığım bir yazıdan "blog açmam, blogda yazmam" cümlelerini ayıklamış, "kendinle çelişiyorsun!!!" diyor.
Kendisi yüzeysel bir ibne olduğu için, hemen atlıyor mevzuya.
Benim orada kastettiğim, hani böyle "bugün şunu yedim içtim, çok kötü depresyondayım, saçımı değiştirdim" tarzı blogculuk. Bir bakın bakalım, bizimki öyle mi? Hayır. Ulan 2 gün yoktum gittim, onu bile yazmadım. Ama yazacağım bir dahakine. Millet yazı istiyor belli konularda. Hüseyin de gidip "cuppa cuppa" kopuyor. İş güç yok tabii...
Böyle bir açıklama yapmış olalım da, 2 gün sonra başkası da çıkar "çelişiyor bu gör kendisiyle" der filan, maazallah.
Böyle de hassas bir insanımdır işte.

Tekno-Tiesto- BT-Lappap

Benim gibi tekno müzik dinlemeyen bi' insan için büyük bir adımdı sanırım dün akşamki Tiesto konseri. Daha doğrusu USC turnesinin 11. durağı diyelim.
Adam benim gibi birini bile dans ettirdi, ki ben dans etmem, düğünümde oynamamışımdır. Cuppa cuppa felsefesini bir yerde tanımış olduk.
Şunu söyleyeyim ki bu Amerikalılar atla eşeği karıştırıyor. Tekno konserine 50 cent tişörtüyle, bol pantolonla gelenler mi ararsın, göttik kıyafetlerle gelenler mi. Ulan her yerin bi' ağırlığı var, ona göre davransana sapık.
Gelelim konsere. Tiesto paşadan önce başka DJler çıkacak dediler, eyvallah dedik. İlki Dukduk mu ne öyle bir şey, tıraştı. Bildiğin cuppa cuppa. Otur evde dinle aynı şey. Ardından BT denilen eleman çktı, ki ben bu elemanı Tiesto'da daha çok sevdim. Eleman "Let It Be"yi mixlemiş, hem cuppa hem alttan şarkıyı söylüyorsunuz, şaşırtıcı. Hatta başka ünlü slow hitleri de. Bir su 4 dolar, fena koydu.
Tiesto denen arkadaş çıktı sahneye. Dünyanın en iyi trance DJi olduğu aşikar zaten abinin, ama geçişler olsun, müzik kalitesi olsun.
Şimdi beni sapık olarak adlandıracaklar çıkacak ama konsere bikiniyle gelenleri bıraktık, direk don-sütyen gelip, sütyeni çıkaranlar vardı. Tek tangayla kalan karılar...

Son olarak 18 Haziran'da Snoop geliyormuş, gitmeyen top olsun.

"If a bitch tryna' get at ya,
park it like it's hoot!!"

Emre Profesyoneloğlu


Bloga rağbetin arttığına kanıt olarak gösterebilirim 1.5 günlük yokluğumda Emre mevzuu hakkında yazı istenmesini.
Şaşırtıcı olduğu kesin tabii ki ama "o kadar" da değil.
Ya profesyonellik filan da abi, bu olmaz işte. Şimdi bu adam ASY'deki maçlara nasıl çıkacak? Veya oradan sağ-salim çıkabilecek mi? Ulan gelme Türkiye'ye işte. Git Portsmouth'ta oyna. Bile bile lades bu oluyor sanırım. Bela istiyor abimiz, al sana bela.
Yıllık 3.5 milyon gibi bir para var ortada, ki feci bir şey Türkiye için. Bu parayı Avrupa'da vermezlerdi Emre'ye. Gelmesinde bu büyük etken olabilir ama, daha mühim noktalar var tabii. Abimiz bu noktaları ya siklemedi, ya da cidden göremedi. Karşısına çıkacak nasılsa bunlar. Görür o zaman.
Gidin sorun, hem Fb, hem de Gs'liler rahatsız bu işten. Nasıl olmasınlar ki. Emre gol atınca bir Fb'li ne kadar sevinecek abi? Düşünmek gerek böyle şeyleri ya, biz mi uyaracağız yani?
Tuncay Gs'ye gelse neler olur sizce? Ki gelmez diyesim var, diyemiyorum, malum...

Bilmemnaparım profesyonelliğini, bazı şeyler profesyonelliğin filan ötesinde. Yok abi olmaz işte, gelmemen gerek. Ha yapıyorsun, yaparsan olur o ayrı ama yapmaman gerek, bu ortada. Bile bile de yanlış yapılmaz ki.
Nihat'ın da gelme ihtimali var diyorlar. O da gelsin, sonra Fb'liler Gs ve Bjk'lilerle alakayı kssin iyice, kanlı bıçaklı olsunlar. Tam olur. Futbol kültürü meselesi işte. Sik var gibi gidiyor Gs altyapısı çıkışlı oyuncu ezeli rakibe. Git tabii aa. Profesyonelsin sen işin bu. Para kazanıyorsun bu işten. Fb almasa ortada kalacaksın ya zaten...

Son olarak, o erikleri afiyetle yemesini diliyoruz Emre'nin. Yiyebilirse tabii.

Çift Yıl

Uzun uzadıya yazacak halim yok. İlk maçı alacaktık. Olmadı, böyle oldu. Karşındaki adam zaten kafayı bozmuş, deli gibi saldırıyor...
Öndeki maçı hata yapıp vermek. Hep yapıyoruz, alıştık.
Duncan triple-double yaptı. Ama şu durumda ehemmiyeti yok tabii.
Bir kere daha gördük, şu yukarıdaki Mj seviyesinde. Maçı izleyenler anlar.
Farmar itinin siki bize kalktı. Aynı Olimpiyatta Manu'nun Kobe'ye kalkacağı gibi...

Her şeyi bırak, çift yıl meselesi gene. Maçı izlerken aklıma şey geldi bir ara, biz ya şampiyon oluyoruz, ya da 2. turda filan eleniyorduk. Bu kez ise Batı finalindeyiz, demk ki eşiği geçtik, gene alacağız yüzüğü filan... Yalan oldu tabii. Allah belasını versin çift yılların diyeceğim ama Marduk var, 2012 var. Ayıp.
Kobe gitsin alsın bari yüzüğü. İstedikleri Boston-LA finali geliyor. TNT bile flama gibi bir şey dağıtmış "Boston'ı istiyoruz" mu ne yazıyordu;ayıp. Bu kadar da belli edilmez. Bir de baksan hakemler bize çalışıyor. Nah bize.

Yaşla filan alakası yok, gerekenleri yapsak yenerdik, bizim elimizdeydi maç. O amına kodumun Ekşi salakları da gitsin "Td üçlük atıyor, oradan belli sıçtılar" diye yorum yapsın. Sokunca sevinirler ama gerizekalılar. Bir tane de şu işlerden anlayan adam olsun gözünü sevdiğimin memleketinde ya.

Yuvaya Dönüş


Fenerbahçe Ülker'e karşı son 10 maçını da kaybeden Efes, (niye böyle söylüyorum, çünkü başka istatistik vermeye gerek yok. Bu sezonki durumlarını biliyorsanız tamam işte.) en sonunda doğru adımı attı ve Ergin Ataman'a döndü. Onun da canına minnet tabii. Beşiktaş'ta bu sezonki onca başarıdan sonra kendini dışarda bulmasının ardından, Türkiye'de daha iyi işler yaparak kendini göstermek isteyecektir. Onu da bırakın, Efes'te yarım kalmış işleri vardı Ataman'ın. Çok iyi oldu.
Bu sezon elendiklerini de hesaba katarsak, 3 senedir üstüste şampiyon olamayacak Efes. Bu onlar için uzun bir süre. İlaveten 8 sezon sonra Avrupa'da ilk 8'e kalamamışlardı.

Kaptan

Aklıma geldi gece vakti, bir şeyler yazmak istedim Kaptan hakkında.
Okuma, etrafımı, dünyayı anlama serüvenimde sürekli karşıma birileri çıktı. Okudukça, takip ettikçe, kurcaladıkça. Ama maalesef hepsi, ne hepsisi, birçoğu "yeterli" değildi. Öyle görünüyorlardı ama değillerdi.
İnsan öğrenmeye çalıştıkça, bir şeyleri çözdükçe kendine dayanak arıyor. Birilerine tutunmak istiyor. Doğru işler yaptığını, doğru izde olduğunu teyit etmek için birilerinden destek almaya çalışıyor. Şükürler olsun ki, kişisel serüvenimde karşıma bu tip karakterler çıktı. Çıkmasalar, bunları söyleyemezdim zaten. Attila İlhan bunların en önemlilerinden biri, hatta en önemlisi.
Bir yerden bakınca onu geç keşfettim diyorum ama aslında pek sayılmaz. Hiç olmamasından iyidir değil mi?
Önce birkaç kitabına ulaştım. Hem de o dönem kitap sıkıntısı çekmeme rağmen. Onları bir hallettim.
Sonra Cumhuriyet'ten takip etmeye başladım onu. Yazıları haftaiçi pazartesi, çarşamba ve cuma çıkıyordu. Sırf onun için alıyordum Cumhuriyet'i. Çok günler uzak gazete bayiilerine gittiğimi bilirim onun köşesini okumak için sırf. Okuduktan sonra keserdim o yazıları. Arşivlemiştim hepsini. Duruyorlar hala.
Zaman geçtikçe diğer kitaplarını ve romanlarını da okuma fırsatı buldum. Onu anlamaya çalıştım;anladım. Bir yandan da Trt 2'deki programını izliyordum, direk kendi sesinden onu dinlemek çok farklı bir deneyim tabii.
Sonra da tüm hızıyla devam etti ve devam ediyor Kaptan'ı okuma serüvenim.
"Geç buldum erken kaybettim" gibisinden bir laf vardır ya, ben ve Kaptan arasındaki ilişki de öyle oldu belki ama, onun kitapları, söyledikleri vasıtasıyla ölümsüz olduğunu düşünürsek, geçersiz bir durum da bir yandan.
11 ekim 2005'de öldü Attila İlhan. Son dönemde sağlık sorunları sebebiyle Cumhuriyet'te yazmayı bırakmıştı, ve o dönem katıldığı bir kitap fuarında, oldukça "çöktüğü" görülmüştü. O dönemden sonra çok zaman geçmeden de vefatı haberi alındı maalesef.
Birkaç ay sonra İstanbul'a gitme imkanı bulmuştum. Sağolsun bir arkadaşımın annesinin de yardımlarıyla mezarını ziyaret etme imkanı buldum. Hayatında göremedim belki ama, en azından böyle ona vefa borcumu ödemiş oldum. Mezarının başında teşekkür ettim ona, bana kattıkları, bu ülkeye kattıkları için. İçim rahat etti böylece.
Eğer bu ülkeyi anlamak istiyorsak, kendi aydınımızın nasıl olması gerektiğini düşünüyorsak, Atatürk'ü doğru kavramak istiyorsak, ona bakmalıyız, onu okumalıyız.
Umarım ona layık oluruz.
Daha çoook söylenmesi gereken şey var onun için ama, şimdilik çıkanlar bunlar.

Mexes, Domenech, Göt, Baş


Demek ki sadece bizde olmuyor mantık-dışı kadro tercihleri. Domenech, Fransa kadrosuna Mexes, Cisse, Flamini, ve Escude'yi almadı.
Mesela bakıyorsun, defansta Escude ve Mexes'nin yerine Boumsong ve Squillaci var. Bunun bir izahı yok. Acaba Boumsong Domenech'e ...
Neyse. Mümkünatı yok yani anlaşılamaz bu tercih. Nasıl olmaz Mexes.
İyi bir sezon geçiren Flamini'yi almaması da anlaşılır değil. Toulalan'ı veya Nasri'yi almasında sorun yok ama, Flamini dışarda kalınca şöyle bir duruyorsun.
Cisse'nin alınmamasına pek bir şey söylenemez, çünkü Trezeguet bile dışarda. Bu Gomis'in alınması ve diğerlerinin dışarda kalmasını bizim Mevlüt ve diğerleri meselesine benzetebiliriz. Trezeguet nasıl olmaz diyorsun ama yapıyor işte.

Çarşı


Son yıllarda Beşiktaş'ı aşmış geçmişti Çarşı. O kadar içtendiler ki, her takımdan taraftar, futbolu seven her insan Çarşı aşığı kesilmişti. Biz de hemen hemen öyleydik.
Ve bu oluşum, çok az kişi veya topluluğun cesaret edebileceği bir iş yaptı. Kendini feshetti. Sebep olarak da bazı eleştiriler ve Çarşı'nın Bjk kimliğinin önüne geçmesi söylendi. Eleştiri kısmını bilemem ama, ikincisi haklı. Çarşı öyle bir hale geldi ki, cidden Beşiktaş'ın önüne geçti Hele de Bjk başarısızken olunca bu, iyice abartıldı.
Türkiye taraftar grupları konusunda çok yetkin bir ülke değil. Doğru düzgün bir tane vardı. Hatta yabancılar bile yavaş yavaş tanıyıp takdir etmeye başlıyordu. Bazı anketlerde Dünya'nın en iyi taraftar grubu oldukları filan söylendi. Real Madrid'den bazı kişilerin onları incelemeye geldiği söylendi. Bunlar çok büyük şeyler.
Ama artık yoklar. Varlıklarını kendileri sonlandırarak, iyice efsane oldular.
Bazıları "yaav aynı adamlar duruyor nasılsa, devamı olur, bir daha kurulur" filan diyorlar ama laf-ı güzaf. Bitirdiler işte. Yenisi kurulsa ne olacak. Anlamıyorlar işte.

Gidenler

Herkesin beklediğinin aksine, kadrodan çıkarılanlar çok farklı isimler oldu. Herkes ters köşeye yattı. Kaş, Yıldıray ve Halil çıktı kadrodan. Kaş'a eyvallah da diğer ikisi...
Sonuçta Avrupa tecrübeleri var, Yıldıray desen 02'deki kadroda da vardı. Az sayıdaki tecrübeliden biri takımda. Mevlüt daha yararlı mı olacak Halil'den yani?
Gerekçelerini de belirtmiş hoca ama, içe sinmiyor işte. Ne yapalım, bu takımı yöneten o değil mi. Bekleyip göreceğiz kararlarının sonuçlarını. Töhmet altında kalacak olan biz değiliz en azından. Böyle blog'dan atıp tutmanın en güzel kısmı da o sanırım...

1-3


Kaybeden taraf ne desin ki? Sanki bu takım değil, son 5 yılda 3 yüzük kazanan. Biri ayağına çarptırır, diğeri elinden kaçırır vs. Salak salak hatalar.
Bitime 2 dk. mı ne kala hücum ribaundunu alamadık ya bir faul atışı sonrası, fark 7'ydi sanırım. Orada bitti işte olay.
Bir kere bir Spurs maçında Manu ilk sahaiçi isabetini bitime 6 dakika kala buluyorsa, o maç zaten kazanılamaz, kazanılmamalı da. Olmadı zaten, ha yaklaştık o ayrı.
Td play-off performansını sergiledi, sorun yok. Parker da normale yakındı. Çok büyük sürpriz ise Barry'nin 23 sayısıydı. Yani bir nevi Manu'nun atacağı sayılar, Barry'den geldi. Son topu kaçıran Barry yani.
Bir köşeye şunu sıkıştırayım:Kobe hakikaten çok büyük oyuncu. Yani çok söylendi ama, cidden o adam başka bir seviyede, diğerleri başka.

Yine istatistiki bir bilgi.
Spurs'de sadece 6 oyuncu sayı bulabildi, 4 oyuncu sayı atamadı. Lakers'ta ise, 1 dk oynayan Ariza'yı saymazsak, diğer 10 oyuncu da sayıya ulaştı. Bu önemli. Çok çok önemli. Hem de Manu'nun "olmadığı" bir maçta. Tam 36 dakika hiçbir şey yapmadı Ginobili. Rezilliğin dikalası. Onun yerine keşke Udoka filan süre alsaydı. Udoka ve Finley, 8'er dk. oynadı sadece.

Bu saatten sonra serinin dönme olasılığının imkansıza yakın olduğunu biliyoruz. 7 maçlık serilerde 8 veya 9 defa 3-1'den dönüldü. Biri de işte bu Lakers'a karşı oldu (Pho yaptı), aslında tam "bu" Lakers sayılmaz. Çok fark var. Yine de biz "şampiyon"uz. Buna güveniyoruz, ve de takıma.

Spurs'te şöyle bir yön var:Bazen her şeyi yapabileceklerine, herkesi yenebileceklerine inandırıyorlar. Ama bazen de, dünkü gibi çok yetersiz bir takım gibi aptal salak şeyler yapıyorlar. Ne bileyim 70 sayı atıyorlar, en skorer oyuncusu 42 dakika sahaiçi isabet bulamıyor. Böyle olunca da, taraftarın aklı o ikinci kısımda kalıyor. Şimdi önümüzde 3 maç var, ikisi dışarda. Çok çok ümitli değilim ama söyledim, alırsak da şaşırmam. Bu seriyi çevirecek kaç takım var ki Nba'de.
Maç boyu Lakers'ta savunma yaparak maçı kazanmaya çalışan futbol takımı görüntüsü vardı. Bana öyle geldi ya da.
Bir de şu var:Lakers artık Kobe'siz, veya şöyle söyleyeyim;tamamen bench'ten gelen oyuncularıyla maçı devam ettirebiliyor artık. Turiaf, Vujacic ve Farmar o seviyeye geldiler. Bu çok iyi onlar için. Hep söylüyoruz, daha Ariza ve Bynum ortalıkta yok. Tahmin ettiğimiz gibi olursa, seneye Lakers feci olacak.

PLAYed & OFF


Tam bir playoff mücadelesi gördük. Son şampiyon, bilibili'nin takımı San Antonio Spurs evinde öne dahi geçemeden verdi maçı. Lakers'ın bu performansı Utah serisini hatırlattı. Utah da birden çok kere LA'in kıçına kadar gelip öldürücü darbeyi vuramamıştı.

Son dakikalara gelirsek en acilinden. Lakers 8 sayı önde, Gasol serbest atışlar kullanıyor. Her şey burada başlıyor. 2 dakika küsür var. İkisini de kaçırıyor sayın Katalan, peşinden Emmanuel serisinin başrol oyuncusu Bilibili sahneye çıkıyor, belki de bu seride yaptığı en büyük işi yapıp o üçlüğü sokuyor. Peşinden bir top kaybı, Parker turnikesi. (Ki bu turnikede yakından bakarsanız dünyanın en temiz ve en noktalayıcı bloğuydu o top Joey Crawford'a selamlar.) Peşinden KB24 hazretleri 30 saniye kala topu tutacağına turnikeye gitmesi, peşinden gelen Spurs hücumu 28.2 saniye kala farkı 2 sayıya indirdi. Fisher'ın şutu, ribaundu "Big Kolpa Bob"un ayağından sektirmesi ve Lakers hücumu. Ancak burada da sevgili hakemlerimiz, ya da 24 saniye saatini tutan lavuk, her neyse o elemanın hatasıyla Lakers'a yeni saat verilmiyor ve 2 saniye (hatta daha da az 1.bi' şey) kala Kobe zorlama bir şutu kaçırıyor. 2.8 saniye var. Mola ve sonrasında Spurs istediği oyunu oynayamıyor ve top yaklaşık bir 12 metre uzaklıktaki Brent Barry'e gidiyor. Paşamın kendi ağzından dinleyelim:

"İstediğimiz seti oynayamadık. Top elime gelince birden şaşırdım. Faul tartışmaları var, ben ilk ağızdan söyleyeyim, Derek'e haksızlık yapmayın çok iyi bir savunmaydı. Ters taraftan geldiğini görmedim, döndüğümde zaten oradaydı."

Olan ise şu, Barry gerçekten de arkasını döndüğünde Fisher zayıf taraftan yardım olarak gelmişti, döner dönmez zıpladı ve kendi silindirini bozmadan Barry'i sıyırdı. Burada "büyük oyuncu" Tim Duncan ve Tony Longoria kendilerinden geçtiler, hakeme filan salladılar ancak orada ne Barry'nin faul alma çabası, ne bir faul var. Önce kitabı okuyun. Havada olan oyuncuya faul çalınması için gereken şu: "If a player jumps for a block and loses his cylindre, or lowers arms, the foul shall be called." Anlayan anlar, belki de tarihin en büyük oyuncusuna gider de bu o da anlar. Yapma Duncan, karizmayı çizme. Longoria senin de her tarafın karizma olsa n'olur, amele kılıklı. Barry de topu salladı, girmedi doğal olarak.

Kobe de farkında olanların: "Sanırım o hücumda daha sabırlı olup süreyi biraz geçirmeliydim. Bu adamlar şampiyon, onlardan öğrenmemiz gereken çok şey var diye düşünüyordum. Şimdi ise onlar bizden öğrenip geri gelmeye çalışacaklar." Robert Ori ve "Emmanuel Soho'da" takımın altına bomba koyup pimini çektiler. Belki de, hatta büyük ihtimalle seri gitti.


Ama bir de şu var: "Never underestimate the heart of a champion."

Lakers da Perşembe bitirir abi. Benden bu kadar. Kaybeden tarafa sözü bırakıyorum.

Takıntı

Ekşi'den wheniwaschild'ın harika bir entry'si.

herkesin national geographic izlediği, hiç kimsenin türk yapımı dizi seyretmediği ve yerine herkesin lost izlediği, herkesin eternal sunshine of the spotless mind filmini izlediği, kimsenin seda sayan, esra ceyhan izlemediği... kimsenin ismail yk, özcan deniz, ciguli dinlemediği ve yerine herkesin pink floyd, rolling stones dinlediği hatta akp'ye kimsenin oy vermediği (oha !) bir ülkede yaşıyoruz.

bu ülkede herkes nutella yer arkadaşım, köylerde ve kent meydanlarında kadınlı erkekli herkes meydanlarda toplanır ve nutella yerler. hatta bu nutella yeme bir çeşit festival havasında gerçekleşir. pms olmuş kadınlar bir yanda, şekeri düşen erkekler bir yanda ve tabiki çocuklar diğer yanda kaşık kaşık nutella'nın yemenin keyfini yaşarlar.

bir kişi yoktur ki nestle, sarelle yesin. ne mümkündür o festival havasında... şu topraklarda dilini bile değdirmemiştir kimse nestle ve sarelle'ye.

öyle ki rahatsızlıklar bile nutella bağımlısıdır pms olan birisi sarelle ya da nestle yesin pms kesinlikle 6 ay uzar, şekeri düşen erkek gidip nestle yesin 6 ay nutella yese akabinde o şeker yükselmez. bu topraklarda rahatsızlıklar bile nutella'yı tanır.

nutella abartılacak kadar ilahi bir tattır, bir başka üründe bu tadı yakaladım diyen kesinlikle toplum içinde rencide edilir, ayıplanır.

marka takıntısı'dır efenim kendisi. hatta marka takıntısından bile daha kötü bir şeydir. sürekli eleştirilen marka takıntısı olan insanlar en azından yüksek bedeller ödeyebileceklerini göstermiş olurlar bu takıntılarıyla ve bir sonuç ortaya koyarlar. ha ben "yazık" derim, bir başkası "ayy çok şekeear" der.

bu topraklarda bazı değerler ya da ürünler gereksizce abartılıp yeni bir elitist ürün ortaya çıkarılmaya çalışılıyor ki sıkıysa pms olan kız, nutella yerine sarelle yedim desin bakalım, diyemeyecek noktaya getiriliyor. aa böyle bir şey nasıl olabilir di mi? pms olan kız sarelle yer mi hiiç?

herkesin eternal sunshine of the spotless mind izlediğini yemiyorum mesela, istiyorum yemeyi ama olmuyor zira bu film ki sinemalarda seyredilme oranı burada verilmeyecek derecede az olan bir film. bir çok kişi izlemeden hayran olduğunu ifade ediyor. çünkü, eternal sunshine of the spotless mind'ı izlememiş olmak utanılacak bir şeymiş gibi yine çakma bir marka üretilmiş.

gerçekten marka takıntısı olan insanları, toplumda ya da sanal toplumda eleştirenlerin böyle çakma marka takıntısı üretmelerine de şaşırmamak elde değil.

Kral Gider


Zirvede bırakmak diye bir şey var. Daha önce de yapabilirdi mesela, 06'da. Hazır şampiyon da olmuşken. Şimdi kulüpten ayrılıyor, Dubai'ye mi gider, nereye gider bilemem. Ama bitirseydin işte bu sene be kral. Yine şampiyon olmuşuz, bilmemkaçıncı şampiyonluğun olmuş (9 du sanırım), yaş da 30-31 değil ki, 37.
Kendi bilecek maalesef yine. Para için gidecek desen, bu ülkenin gelmiş geçmiş en çok kazanan sporcusudur belki o.
Bıraksaydın Gs'de işte, ne vardı ki.

Yönetimin jübile teklifini kabul etmemiş Hakan, ve ayrılması kesinleşti. Hadi Dubai vs. olur da, Kayseri'ye gitmese bari. Hayırlısı.

Edit:Sikicem böyle işi, durum değişti. Şimdi de ne olacağı kesinleşmemişmiş. Yazıyı da silmiyorum, dursun. Araya birileri girdi herhalde...

Keita Ve Pique


Sonunda adam gibi transferler yapılmaya başlandı. Tabii bu Alves'in peşinde oldukları gerçeğini değiştirmiyor ama ne yapalım. En azından şu yapılan hamleler "galacticos-vari" şeyler değil.

Geçen sezonu fiyaskoyla bitiren Katalan Milli Takımı, bu sezona (transfer sezonu tabii ki) iki çok yararlı olacak (bak, olabilecek değil) transfer ile girdi:Keita ve Pique.
Birisi malum, Sevilla'da parladı, iyi işler yaptı. Büyük bir takıma gideceği belliydi. Biz olduk, harika oldu. Poulsen deniyordu bir ara, ama o olmayacak sanırım. Veya olmadı.
Pique ise malum, son yıllarda daha 6-7 yaşındayken (ayıptır ulan) elimizden (ç)alınan gençlerden. Gitti geri geldi Manutd'dan. 4 sezon kaldı orada, biri kiralık, Zaragoza'da.
Orada forma şansı az, malum. Bu sezonun ikinci yarısında oynayabilmişti biraz, Vidic'in yokluğunda. Ne varsa kendi çocuklarımızda var. Trabzon modeli işte. Yetenekli Katalan'dan bol ne var. Yetmiyor hatta, dışarı kaçırıyoruz bazılarını işte.

Umarım bu doğrultuda devam eder çalışmalar. Takıma gerçekten katkı yapabilecek, aç oyuncular alınır.

Ne Yapacağız

10 gün filan kaldı "büyük mevzu"ya.
Pek güvenemiyorum takıma, güvenemiyoruz. Söylenen sistem oturmuş değil, bazı oyuncuların oynayıp oynamayacağı kesin değil, halen kesinleşmemiş şeyler var.
Nasıl olur bilemiyorum ama, futbol oynayarak, oynamayarak, balına, şansına, falan filan bir şekilde ilk maçta Portekiz'e yenilmemeliyiz. İlk maçta yenilirsek, bu genç kadro anında demoralize olacaktır büyük ihtimalle. 02'deki gibi bir grup da yok ki, yenildikten sonra gruptan çıkma şansımız olsun.
Az önce Ekşi'de bir eleman yazmış, diyor ki, Türkiye son 2 turnuvasında hep, önce güçlü takıma yeniliyor, 2. maçta ortanca takımla berabere kalıyor, son maçta da evsahibi/evsahibine komşu takımı yenip gruptan çıkıyor. Böyle bir dizginin gerçekleşmesi muhtemel ama fikstür müsait değil, çünkü 2. maç İsviçre ile. Son maç olsa, oluyordu ama değil.

Ne olursa olsun, Portekiz'e yenilmememiz şart. Ronaldo artisinin dediklerine bakarsak, onların bizi biraz küçümsediklerini çıkarabiliriz belki. Bu işimize yarayabilir.
Temelde 3 maçımız da zor. En zorunun ilk maç olması avantaj mı, dezavantaj mı, orasını bilemeyeceğim.
Benim tahminim ne derseniz, gruptan çıkma şansımızı çok yüksek görmüyorum, ama bu hiç şansımızın olmadığı anlamına gelmez. Potansiyelimizi yansıtabileceğimizden emin olsam, favoriyiz bile diyebilirim ama işte...
Şöyle bir avantajımız var ki, rakiplerimiz bizi bizim sandığımızdan daha iyi görüyor ve bekliyor. Görünen o.

İnsan Yunanistan örneklerini görünce "Neden olmasın?" demeden duramıyor. Bir düşünün, 5 maçı kazanırsak, veya şöyle söyleyelim; gruptan çıkıp, 2 maç daha kazandıktan sonra finaldesiniz. Bu bizim için başarıdır her türlü. O seviyeye geldikten sonra da, iş bir maça bakar işte. Çok çok zor değil. Söz konusu olan, konsantre olunmuş, doğru işler yapılmış bir 5 veya maç.
Keşke becerebilsek.

Umarım, kişisel çabalar etkili olur maçlarda. Olmalı da. Çünkü böyle çok organize, makinevari bir takım yok ortada, bu saatten sonra da olmaz. O yüzden, bireysel performanslara bel bağlamak veya beklemek hakkımız "diye düşünüyorum".

Şimdilik bu kadar, söz merkezde.

Adem Badem Madem

"Sen havvasın ben adem
gözlerin ceviziçi badem
birbirimizi bu kadar seviyoruz
neden oturuyoruz madem"


Gece gece Metin Akpınar yardırıyor...

Göz Görmeden...


Hani vardır ya, "göz görmeden gönül sever mi" diye bir lakırdı. Anasını bile siker...

Kaos


Olaya Ferrari açısından bakacak olursak, sonuç iyi. Öyle bir yarıştı ki, 2 arabamız da yarış dışı kalsa, veya puan alamasak, hiç yadırgamaz, üzülmezdim.

Başına bir iş gelmeyen kalmadı. Her pilot, ya kaydı, ya bariyerlere çarptı. En az bir sorun oldu yani herkeste.
Kimi'nin 5. iken Sutil'e çarpması belki de yarışın en kötü/talihsiz anıydı. Bu kaza sonucunda hem Kimi, yerini kaybedip puan şansını yitirdi;hem de Sutil kendisi için büyük bir başarıyı kaçırdı.
Kubica 2. oldu. Bu elemanı Ferrari'ye istiyorum. Çok büyük işler yapacak.
Webber 4. yarışta üstüste puan aldı. İstikrar harika tabii.
Takımlarda öndeyiz de, pilotlarda Lewis tırmandı tepeye, Kimi puan alamayınca.

Sonlarda da yağmur olsa, yarış çok çok daha karışık olurdu.

Öküz Ronaldo


Vatan röportaj yapmış kendisiyle. Okuyun şu kısmı:

"GERÇEĞİ söylemek gerekirse Türkiye’yi hiç tanımıyorum. Ne bir takımını, ne Milli Takımı’nı, ne de bir oyuncusunu. Fakat geçmişten gelen bilgilerimle bizi sert bir takımın beklediğini söyleyebirim. Türkiye genelde teknik ama sert olan futbolculardan kurulu sert bir takım olarak bilinir. Bizim için zorlu bir rakip olabilirler. Fakat şunu da söylemeliyim... Türkiye’den daha çok bizim ne yapacağımız önemli. Çünkü biz mükemmel bir takımız. Mükemmel futbolcularımız var ve daha da mükemmeli arıyoruz."

İşini iyi/düzgün/doğru/hakkını vererek yapan insanlar tercihimiz. Bu hödük gibiler değil. İsterse ayağını topun çevresinde saniyede 67 defa çevirsin, o "çok önemsediği" Euro 2008'te, gruptaki rakiplerinde birinin bir oyuncusunu bile tanımıyorsa, ben ona "adam" bile demem. Siktir git.
Hasan Şaş, Hakan Şükür'ü geçtik. Nihat'ı da mı tanımıyorsun? Onu geçtim Tugay'ı da mı tanımıyorsun, adam kaç yıldır senin liginde. Be kafasını siktiğim onu da geçtim Tuncay'ı da mı tanımıyorsun?
Fenrbahçe'ye karşı oynadın, onu da mı hatırlamıyorsun? Galatasaray'ı hiç mi duymadın? O hayranı olduğun Real'e kayarken kulağına çalınmadı mı hiç? Yoksa sen de evde maç izlemeyen futbolcu modeli misin?

"Geçmişten gelen bilgilerimle". Götümden atıyorum diyemiyorsun da...

Hani böyle amerikan halkı küçümsenir ya, salak, cahil, hödük diye. Hadi onların maruz kaldığı şeyler bellidir, bir yerde hoş görülür. E peki buna ne diyeceğiz!? Dünyadan bihaber. Yaptığı işe saygısı yok. Mal. Ayıptır ya.

Daha dün olumsuz özellikleri ve bunların potansiyel getirileri hakkında bir şeyler yazdım, üstüne adamın sözlerine bak. Demek ki bazı şeyleri iyi analiz etmişiz.

Ani Lorak



Örovizyonu izledik yine, adet olduğu üzre. Mor Ve Berisi 7. oldu. İyi derece. Performansları da iyiydi. Yapmasalardı daha iyi olurdu ama, katıldılar bir kere.
Gelelim diğer ayrıntılara. Rusların sahne şovu çok akıllıcaydı, kazandılar da. Helal olsun Pluşenko'yu kim akıl ettiyse bravo.

Benim geleceğim esas kısım, daha farklı...
Ukraynalı abla...Yani...Bitirdi. O çıktı, söyledi, ve bitti yarışma yani. Orada tamamdı.
Bir ara oy bile yollayacaktım. Vazgeçtim.
Arkasından bir de yunan abla çıktı, o da neredeyse o kadar vardı. Okan da ona öldü. Hüseyin neler kaçırdı, farkında değil. Yunanistan 3., Ukrayna da 2. oldu sanırım. Ama hayır. Onlar aslında birinci...

İşin ciddi yönüne bakacak olursak;
Mor Ve Ötesi ve birkaç grup/sanatçı dışında herkes bacak ve göğüslere güvenir vaziyetteydi. İyice "pornvision" oldu yani mesele. Çok da ciddiye almamalı bunu işte.

Nah


Carlos bey buyurmuş ki:"Eğer sakatlanmasaydım Cl'de final oynardık.
Bu şeye benzedi, vardı ya sezon başında, "Carlos var, Fb şampiyonlukta favori". Aynı o hesap.

Bir de, bu Carlos'un üstündeki forma da "kayıp forma"lardan. Hangi sezon olduğunu bilmiyorum mesela. Tahminim 02,03 civarı olduğu. Kesin olan şey, çok az giyildiği. Bayağı az hem de.

Gönül Nanay


Olmasından korkuyorduk, ve oldu. Belki de turnuvanın en güçlü sağ kanadına sahipken, bu kanadı toptan kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Gökhan Gönül kesin olarak kadroda yok. Hamit de kendini riske atmayacağını söyledi. Yani sağ kanadımız Gökhan-Hamit yerine, Sabri-Tuncay'dan oluşabilir. Bu çok büyük sıçış. En güçlü kozumuzu kaybediyoruz görünüşe göre yani. Gönül de, 1 sene Fb'de oynayıp Avrupa'ya sıçrama ihtimalini kaybediyor böylece.
Hamit de kendince haklı. Yeni hoca (Klinsmann) gelecek filan, hazır olayım istiyor, sağlam gireyim sezona diyor.
Ne diyelim valla, artık bir şekilde gruptan çıkma yolunu bulacak hoca. Sağ kanatsız filan.

Droit Au But


Az önce bu ayın F dergisini okuyorum. Marsilya ile ilgili bir yazı var filan. O yazıda, Marsilya logosunda bulunan "Droit au but" cümlesinin "gole doğru" anlamına geldiği geçiyor. Çok hoşuma gitti, ve zaten hemen blog'da paylaşayım dedim. Bu takımın taraftarı olmayı isterdim abi. Mottoları bir kere kafadan "gole doğru". Hey maşallah.

Ekşi'den okuduğum kadarıyla da, aslında bir rugby mottosu imiş, oradan futbola geçmiş. Bunun sebebi de, Marsilya'nın ilk başta sadece rugby takımına sahip olmasıdır. 1892'de rugby takımı olarak kuruluyor Marsilya, sonra 1899'da futbol şubesi açılıyor.